Bu zamana kadar yazdıklarımızın çoğu;  gerek eğitimci ve  hukukçu kimliğimizle, toplumsal olayları siyasi perspektiften inceleyerek değerlendirmeye çalıştığımız yazılardan müteşekkil yazılardan oluşmuştur. Bu gün ise az da olsa psikolog kimliğimizle,değişik bir konu olan ve insanı yönlendiren duyguların öneminden bahsetmek istiyorum.

 

                        Psikoloji,Türkçe olarak ruh bilimi olarak adlandırılırsa da tam karşılığı değildir.İnsanların ağırlıklı olarak normal ve aynı zamanda normal dışı davranışlarını inceler.İnsanın algı,düşünce,zeka,duygu gibi tamamen beyinden kaynaklanan akli süreçleri ile birlikte,insanın normal kabul edilmeyen ruhsal süreçlerinin incelenmesi ve tedavi edilmesiyle de ilgilenir....

 

                         ''Kendi  ruhunu fetheden bir şehri fethedenden daha muzafferdir''  sözü, önemli bir analiz aracı olarak olmaktadır. Alemlere rahmet olan iki cihan efendisi Hz Muhammed (SAV)  de buyurdukları üzere; asıl savaş insanın kendi nefsiyle yaptığı savaştır. Büyük savaş budur.Düşmanla yapılan savaş küçük savaştır.Nefisle muhasebe ve savaş büyük cihat,düşmanla savaş küçük cihat İslam'ın ölçüsüdür.

 

                           İnsana kendinden başka hiç kimse huzur sağlamaz.Dışarıda ki gelişmelerle huzur bulacağımızı düşünmek bir hayal olmasa bile kısmi rahatlamadan öteye gitmez. Huzur ve yaşama sevinci insanın içinde büyümeli.. Dışımızda gelişen sükutu hayal,  yıkılan umut ve kırılan güven, gibi olumsuzluklar,  ruh dünyasında ki direnç çemberinde gedik açmamalıdır.

 

                            İnsanı tanımak, onun şahsiyetiyle ilgilenmekle başlar. Kendi şahsiyetinin dışında, başka kişilikte görünmek isteyen insanın, rol yaptığı unutulmamalı. Rolünü oynayanın senaryosu her zaman buz dağının altında ki gizemdedir.İnsanın bu fıtrati duygular içinde olduğunu bilmek ve kabullenmek,gerilimi engeller...

 

                               İnsanın doğuştan getirdiği duygular arasında; sevgi, saygı,inanç, güven, itaat, şefkat, merhamet, empati, sorumluluk, paylaşma, sabır, vefa,  bencillik, ego, gurur, kibir, kin, öfke, kendini beğenme, utangaçlık, kıskançlık,üzüntü,nefret, yalancılık ve megalomonik,..gibi duygular; hem kişiliklerin gelişiminde hem de sosyal hadiselerin şekillenmesinde bire bir öneme haiz olan değerler bütünüdür.

                        Çoğu zaman ne birisi yalnız,  ne de ötekisi onsuz olabilir.Bazan zıt duygular birbirlerini tetikler,hayatın değişik manası olur. Bazı zaman da sempatik ilgiler  bir süre sonra kıskançlığa dönüşebilir.

 

                        Kişi bir şeyi sevmişse, sevilene doğru bir çekim vardır.Zamanla  bu bağlılık da olur,bağımlılık da yapabilir...Eğer kişi mutlu olmak istiyorsa, sevgide ve sevdiği nesnelerde karşılık bulmalıdır.Bu yüzden sevgi karşılığı olan duygudur.Onun duygusal profili ilişkilerin temel niteliğidir...

 

                                 KARŞILIKLI İLİŞKİLERDE GÜVEN VEYA ZAAFİYET

 

                         Her insanda doğuştan getirdiği güven duygusu arayışı vardır. Herkes yaşadığı ortamda güvenli bir sığınak arar.İnsan kendisini  güvende hissettiği zaman,çoğu şeyi kontrol altına aldığına inanmanın hazzını yaşar.Bu yüzden kontrol mekanızması sıkı sıkıya güven duygusuyla bağlantılıdır.Güvenli ve güven duyulan insanlar aynı zamanda kendi kişiliklerinde olduklarından sevilirler.Çift karakterli kişilik yoktur bunlarda...Kişiler arası ilişkilerde güven duygusu çok önemlidir.Zira sevgi, saygı,kabullenme,sahip çıkma gibi duyguların en önemli aracı sayılır güven duygusu...

 

                           İnsanın kendine duyduğu güveniyle, başkalarına beslediği güvenin ana damarları çoğu zaman farklıdır.Güvene zarar veren şeyler, iç ve dış dünyasını tehtid eden davranışlardır.Bünyeleri hastalıklı mikrop gibi kemirir.Kısa sürede telafi edilmez , empati yoluyla giderilmez ya da zaruretin bir unsuru olduğu yolunda adım atılmazsa,kişinin istismar edildiği inanç ve ruh dünyasında travma  ve ön yargı doğurur...

 

                           Güven bunalımı aşılamazsa, sorgulamanın önünde ki en büyük engel olduğundan  insanı yanlış hükme götürür ve hatalı karar vermenin sebebidir.İnsanın güvensizliğini aşamaması da  deprasyona  yol açar...

 

                             Güven istismarı duyguların da boşalma sebebidir.Kendini değersiz hissetme, ya da aşırı güven veya kıskançlığın getirdiği duygular, sorgulamanın ön aşamasını teşkil eder. Altında yatan sebep güven bunalımıdır...

 

                               Bir buz dağını yansıtır çoğu zaman.Görülen kısmı ancak belki de %20 dir.Kalan ise su altında ki büyük kitle gibi şuur altına kazınmıştır.Bu ilişkiler topağı; gerek kişiler arasında gerekse,kişi ile toplumu idare edenler arasında her zaman travmatik sonuçlar doğurur...Hataların  devamlılık arzetmesi taraflarda zaman içinde, sorgulama ve yargılama başlatır.

 

                               Ne karşılıklı ilişkilerde ki kişiler; ne de icra makamında olan idareciler, ASLA VAZGEÇİLMEZ, ERİŞİLMEZ VE TARTIŞILMAZ değildir. GÜVEN BUNALIMININ AŞILAMAMASI, YOLLARIN AYRILMASINA SEBEP OLUR.  Düşüncelerin artık bu minvalde şekillenmesi hükümdür.Hüküm doğru da olabilir yanlış da.Ama kişiyi rahatlatır ve güven verir...

 

                     HER ZAMAN ''BEN'' VE ÜSTÜN OLMA EĞİLİMİNDE Kİ KİŞİLER

                                     VE YÖNETİCİLERDE Kİ PSİKOLOJİK  HALLER                 

                                     

                             İnsan güvendiği kişiye bağlanır ve onun arkasından gider. Güvenin arkasından hemen sonra itaat veya biat gelir.Öğretmen öğrencisinin,komutan emri altında ki askerinin,toplumda ki liderlerin de halkın üzerinde itaat oluşturmak istedikleri bilinmektedir.İtaat gönüllü olursa  sevgiye dayalı olur.Gönüllü olmazsa korkuya dayalıdır. İtaat duygusunda sınırların zorlanması, baskıcı rejimlerde daha çok gözlenir.

                               

                            Ülkelerin yönetimlerinde, güven ve itaat duygusu iç içe gelişen duygulardır.Güvene dayalı olmayan itaat rejiminde ki yöneticilerin çoğunda şu üç hal olduğu görülür. Ya aşağılık kompleksinin tatmini için rejimin tüm imkanlarını kendisi ve yandaşlarının menfaatleri doğrultusunda kullanırlar.Ya aşırı üstünlük duygusu içindedir veya megalamoniktirler ( büyüklük hastalığı) Her üç halde marazi kişisel bozukluk halidir.Tedavi edilmezse psikoljik hastalık halini alır...

 

                             Ülkelerinin yönetimlerinden sorumlu olan idarecilerin, halkına güven vermesinin yanında; biat  yoluna gitmeden akla dayalı sorgulamaların da önünün açılmasına hizmet etmelidirler... Eğer gücü temsil eden makamlarda, zayıflık baş gösterirse güven duyguları sarsılır ve insanlarda kopukluk  başlamasına sebep olur.Kopukluklar büyüdükçe dalgalanmaların önü alınamaz. Oysa sadakat duygularının perçinlenmesinde,güvensizlik yoksa,yöneticilerin fazla bir şey yapmalarına da gerek kalmadan mensubu bulunduğu kitleler yine liderleriyle yoluna devam ederler.

 

                             Güveni zaafa uğratan etkenler iç ve dış tehlikelerdir.Nasıl ki bir insan güvenlik değerlendirmesi yaparken  gerek tehtid algılamasına gerekse duygularının istismarına bakarsa; ülkenin güvenlik değerlendirmesi yapılırken de,bu algılamalar en başta gelir.

 

                              Bu aşamada algılamayı yapan idarecilerin ruh halleri,kişisel karakterleri ve idarecilik özellikleri önem arzeder.Bazı zaman önemsiz olaylar,iç dünyalarında ve şuur altında geliştirdikleri travma ile büyütülerek bir sosyal hadise şeklinde sunulur.Bazı zaman da çok önemli hadiseler hiç yokmuş gibi addedilir.Toplum menfaati ile kendi menfaatlerinde çakışmalar söz konusu olduğunda toplum yararına talebi olan  guruplar veya kişiler şiddetle bastırılır..

 

                                Yıllarca iktidarda da olsalar, 50 yıl öncesine atıf yaparak oy avcılığı peşinde olurlar. Ruh hallerinde ki sakatlık, toplumu daima gerer.Toplumun değil bir kesimin idarecisidir onlar. Aynı şeyler defaaten tekrar tekrar anlatırlar.

                                   Beyin yıkama; toplum mühendisliği sanatının aracı olmuştur...Toplum manipülasyon bombardımanı altına alınarak, önce DEĞİŞİM sonra DÖNÜŞÜM hareketi başlatılır. Sinsice, alıştıra alıştıra hedefe gidilir... Karşı gelenlere ise;  ''.... Sevgili kardeşleriiimmm, bunlarıınnn hayalleri bileee icraatlarımızaaa akıl erdiremezleeeerrr....'' suçlaması ile aşağılanırlar ve itibarsızlaştırılırlar...

 

                                     Devletin tüm imkanları bu tip idareciler için seferber edilmiştir.Tek adamdırlar.Tartışılmaları dahi yasaktır. Hem cumhurun başı,hem hükümetin başı,hem ordunun başı,hem meclisin başı.. Ne kadar baş varsa her şeyin başı olma istekleri önlenemez haldedir.

 

                                      Demokrasi bir amaç için değil,bir araç olarak kullanılır.Ne zamana kadar?..İstedikleri istasyonda inene kadar...Çoğu zaman her cümlede, bir kaç yalan söylediklerinin bile farkında olmadan veya aldırış etmeden söyledikleri yandaşlar tarafından fazilet olarak kabul edilir.

 

                                         Etraflarında ki yağcı ve menfaat çeteleri tarafından bir zaman sonra,kendilerine kutsiyet atfedilir. Öyle ki ''...ona dokunmanın bile ibadet olduğunu..'' söylemede bir sakınca görülmez artık.. Şeyh uçmaz ama müritleri uçurur.

 

                                          Ve bu tip idareciler her zaman seçimle iş başına gelirler.Bütün dönüşüm,kanunlar ve yasalar çerçevesinde olur.Demokrasinin nimetlerinden yararlanmak için sonuna kadar istismar kapısı açıktır.Muktedir olmaları her zaman iktidar olmalarına yetmediği anda; baskı,şiddet ve her türlü güç aracı ile, halkını koyun yerine koyarlar.Bir zaman sonra ülkelerini getirdikleri felaket karşısında kaçacak delik bile bulamadıklarına  yakın tarih şahittir...

 

                                          İtalya'da MUSSOLONİ, Almanya'da ADOLF HİTLER, General Franko, Çavuş Esko, Saddam Hüseyin,Kaddafi ve buna benzer niceleri önce kendilerini sonra da ülkelerini harap etmişlerdir. Gerilen ve ayrışan toplumların infial ateşi bir zaman sonra önce kendilerini sonra ülkelerini yakmaya başlar.Her birinin sonucu hezimetle bitmiştir.Kimisi intihar etmiş,kimisi ayaklarından asılmış,kimisi  tek gücün verdiği muktedir olma ile ve üstün gururla, yabancı devletlerin müdahalesine davetiye çıkararak kendi halkınca linç edilmiştir...

 

                             Ne ülkemizde,ne de ülkemizi idare edenlerin böyle bir sonuçla karşılaşmalarını hiç bir zaman  arzu etmeyiz.

 

                              Her birisinde ortak vasıf hemen hemen aynıdır. Yersiz ve aşırı güven ve gurur, kibir, büyüklenme,  küçük dağları ben yarattım haleti ruhiyesinden  kaynaklanan tepeden bakma hastalığı, gururlarının tavan yapması, eleştirilere tahammülsüzlük ve diktatör kişiliklerinden kaynaklanan psikolojik marazi hallerdir...Tedavi edilemedikleri taktirde her zaman tehlike mevcuttur... 20.07.2014

                                                                                     Türk Ocakları

                                                                              Ümraniye Şube Başkanı

                                                                                    AV.Faruk Ülker