2001 krizine giden yolda son iki ay neler olmuştu?

AB, Macar ekonomisine darbe vurmaya hazırlanıyor AB, Macar ekonomisine darbe vurmaya hazırlanıyor

Türkiye, Uluslararası Para Fonu’nun desteğiyle bir sürüklenen kur çıpası uyguluyordu.

Merkez Bankası ta 1999 başında o yılın her günü için dolar kurunu önceden ilan etmişti. Amaç, doları kurunun yükselme hızını denetleyerek enflasyonu düşürmekti.

Merkez Bankası’nın bu vaadi yerine getirebilmesinin yolu ise TL’yi çok pahalı hale getirmekti. Bu amaçla baştan bankanın net iç varlıklarına sınır getirilmişti. Böylece spekülatif amaçlı dolar alacakların doları almak için TL bulamaması sağlanmak istenmişti.

Bu sistem ilk büyük sıkıntısını 1999 yılı Kasım ayında yaşadı.

Bazı bankalar, temelde bir bankaya (Demirbank) o gecelik TL borç vermeyince bankacılık sistemi kapanamadı. Sorun gece geç saatlerde Merkez Bankası’nın devreye girmesiyle çözüldü ama bu sıradan bir olay değildi: Yerli yabancı herkesin gözünde IMF destekli program aslında çökmüştü, sürdürülebilir olmadığı ortaya çıkmış bir saatli bombaya dönüşmüştü.

Merkez Bankası ve Hazine bu aşamada aslında IMF ile de konuşarak hem programı biraz esnetebilir hem de bankaların elindeki devlet iç borçlanma senetleri için bir “geri alım programı” başlatabilirdi. IMF, net iç varlıklar rakamının yükselmesine, yani Merkez Bankası’nın piyasaya ekstra TL sürmesine izin vermeyince bombanın saati çalışmaya başladı.

O günden 2001 krizinin patladığı 19 Şubat’a kadar her gün, devlet kendi eliyle bir spekülasyona ve arbitraj kazancına göz yumdu aslında. Merkez’in ilan ettiği ve artık ucuz olduğu da belli olan kurdan dolar alıp bir kenara atan herkes, yarın öbür gün büyük bir kazanç elde edeceğini biliyordu. Devlet bu duruma aylarca göz yumdu, seyirci kaldı.

BUGÜNE GELELİM Mİ?

Buna benzer bir şeyi daha küçük çapta da olsa yaşamaya başladık. Dün Merkez Bankası bankalarımızı 81 milyar lira fonladı. Ortalama fonlama maliyeti yüzde 16,16 oldu.

Yine dün Hazine 3 milyar liralık bir borçlanmaya çıktı. Hazine’nin ortalama borçlanma maliyeti ise yüzde 22,70 oldu. Yüzde 16,16 ile Merkez Bankası’ndan para aldı bankalar, yüzde 22,70’le sattı. Aradaki farka “arbitraj farkı” deniyor.

Oturduğunuz yerde, paradan para kazanmak aslında bu. Üstelik para sizin bile değil.

Evet, dün yaşanan bankalar açısından da, Hazine açısından da küçük miktarlı bir ihaleydi; belki üstünde bile durulmayabilir.

Ama dün yaşanan, yarın yaşayacaklarımızın örneğiydi aslında. Hepimiz biliyoruz ki önümüzdeki dönemde Hazine’nin borçlanma ihtiyacı astronomik olarak artacak, neredeyse yeniden 90’lı yıllar seviyesine gelecek; yani hem ihale miktarları artacak, hem ihale sıklığı hem de faiz.

O gün, yani Hazine’nin borçlanma ihtiyacının katlanacağı gün çok da uzak değil. O bakımdan dünkü tecrübe önemli.

O gün geldiğinde Merkez Bankası ve Tayyip Erdoğan bir karar vermek zorunda kalacak: Merkez Bankası’nın politika faizi düşük kalsın ve bankalar Merkez’den ucuza aldıkları parayı pahalıya Hazine’ye mi satsın, yoksa faiz mi yükselsin?

Tabii belki şöyle bir yöne de dönebilir Erdoğan: Hazine’ye bankalar değil Merkez Bankası borç versin, düşük faizle versin. Yani para basalım…

Gördüğünüz gibi karşımıza çıkan seçeneklerin hiçbiri sevimli değil. Türkiye kendi ekonomik gerçeğiyle yüzleşmediği sürece hep bu sevimsiz seçenekler arasında sıkışıp kalacağız.

2022 bütçemiz Meclis’e sunulduğu gün 203 milyar dolardı.

Henüz onaylanmadı ama dün akşam aynı bütçenin dolar karşılığı 138 milyar dolara düşmüştü bile. Önümüzdeki en önemli ekonomik gerçek de bu.

RUBİL GÖKDEMİR


Editör: TE Bilisim