ABD yaptırımlarının millî savunma sanayimize bir kez daha gelişme fırsatı kazandıracağına kuşku yok.

Türkiye’nin gerek 15 Temmuz darbesi öncesi gerekse sonrasında geliştirdiği iktidar ve cemaat eksenli dış politikalarında yerli ve millî iddialarının küresel plan ve projelere doğrudan ya da dolaylı olarak eklemlendiğini, Türkiye’nin giderek yalnızlaştırıldığını görmeyen yok.

Bu, Batı karşıtlığını geliştirip Türkiye’de AB üyeliği taleplerini rafa kaldıracak bir sürece hizmet ediyor şüphesiz. Dış politikada yalnızlaşmanın, içerde algı problemi yaşayan yerli ve millî söylemlerine büyük katkı sağladığı açık… Küresel güçler entegrasyon sürecini sağlıklı geliştiremeyen ve uyum sancısı çeken bazı perifer ülkelerde ‘tayin edilmiş düşman’ kurgusuyla bir ötekileştirmeye Sovyetler Birliği’nin çöküşünden itibaren her vesileyle başvuruyor. Başlangıçta müttefik ilan ettikleriyle kanlı bıçaklı düşman olma da böylece kaçınılmaz oluyor.

Yeşil ya da bereketli hilal kavramlarıyla birlikte komünizme karşı derneklerin bile desteklendiği bir ‘hür dünya rüyası’ o dönemlerin eseri.

NATO, iki kutuplu dünya sonrası işlevini yitirmenin sancısını çekerken Avrupa, ‘Altılar’ etrafında bir güvenlik şemsiyesini hayata geçirmeye niyetlenmişti. Ancak kısa zamanda anlaşıldı ki, hayâlî bir İslâm ve terörizm bileşkesi yeni ‘tehdit algısı’ yaratabilir ve yepyeni bir ‘güvenlik stratejisi’ne kapı aralayabilirdi. Böylece İslâm, ‘yumuşak ve sert’ taraflarıyla Batı’nın tehdit algısı içinde sayıldı.

Artık Türkiye’nin AB uyum politikalarının da bir gereği kalmamıştı ve Toynbee’nin de dediği gibi medeniyet değiştirmek için üç aşamanın ilk ikisini gerçekleştirmiş olsa bile Türkler için üçüncüsü imkânsızdı. O zaman Batı için ötekileştirilecek ‘kötü ülke ve adam’ imajına hizmet edecek senaryolar gündeme getirildi.

Türkiye bu arada darbeye maruz kalmıştı ve güvenliğini modernleşmesinin önüne geçirmek zorunda bırakılmıştı artık.

Tayin edilmiş öteki ülke olarak lüzumsuz bir kapışmanın iki taraf siyasetçilerine de dayanılmaz hafiflikler kazandırdığını biliyoruz. İç politikada Türkiye de onu karşıya alan bütün batılı siyasetler de bu hafifliklerden nasibini çok aldı.

Türkiye bu süreçten ‘normalleşerek’ kurtulabilirdi. Muhalefetten, özellikle de İyi Parti’den beklenen ülkeyi normale döndürmesiydi. Ama onlar, maalesef tutarsız politikalarıyla bu süreci akredite ettiler.

Şimdi TBMM’nde grubu olan 4 parti ortak bildiriyle ABD’nin yaptırım kararını protesto etti.

İşte bazı aydınlar benim yukarıda özetlediğim normalleşmeden sapma sürecine hizmet edeceği gerekçesiyle muhalefetin bu protestoya katılmasını onaylamama içerliyorlar.

“ABD yanlış yapıyor demek için S-400 doğru demek mecburi olmamalı! Bağımsızlık ve egemenliğin halkta olması, o kararlara dahil olabilmekle ve denetlemekle gösterilir.”[1]

Türkiye’nin yalnızlaştırılması sadece iç politik argümanlar ve aparatlar eliyle olmuyordu ki! İlk bakışta ülke ile kişiyi karıştırdığını düşünebilirdiniz küresel güçlerin. ABD’den beklenirdi ki, Türkiye ile yönetimini birbirine karıştırmasın. Mesela AB, içindeki kışkırtıcı unsurlara rağmen böyle yapmadı, yani Türkiye’den ümidini kesmedi.

Türkiye, eğer bütün unsurlarıyla bir yandan yaşama iradesini, millî güvenliğini garantiye alarak sürdürmek ve demokrasisini geliştirmek, millî iradeye saygıyı pekiştirmek istiyorsa önce bağımsızlığına gölge düşürecek ABD yaptırımlarına gereken tavrı göstermek zorundadır. Bu süreçte HDP’yi de ötelemeden, örgüt dahil bütün Kürt temsilcilerinin Amerikan emperyalizmine karşı durmasını temin etmek ‘devlet aklı’nın işi olmalıydı, olmadı. Madem devlet aklı bunu başaramadı, HDP, Türkiye partisi olma yolunda çok önemli bir fırsatı geri tepmeyebilirdi. HDP, ABD yaptırımlarına kınama bildirisini imzalasaydı, hem Amerikan emperyalizmine tavır koymuş olacak, hem de Türkiye partisi olarak muhalefette genişliğe erişecekti.

Seçim sürecinde yaşanan işbirliği arayışlarını sonradan kamuoyuna açıklamakta zorlanan muhalefet, bir sürü tevile de ihtiyaç duymayacaktı yani… HDP ile seçim sürecinde gizli kapaklı ‘anayasa görüşmeleri’ yapma gibi bir usul yerine topluma açık ve geniş bir yönetişim modeli sunulabilmenin yolu ancak böyle açılır.

Şüphesiz “canım bunlar mı emperyalizme karşı duracakmış, bizzat onun oyuncağı!” diye itiraz edecekler olacak elbet; onlara da “Dedemden Dinlediklerim” adındaki masal kitabımın son bölümü olan Üç Öküz ve Aslan[2] masalımı okumalarını salık veririm. Netice itibariyle üç öküz de aslanın ‘müttefiklik cilveleri’ne olumlu karşılıklar vermeye hep teşne olmuşlardır.

Küresel strateji gereği Türkiye’de tayin edilmiş bir siyasal alan mevcuttu ve millî bağımsızlığımıza halel getirecek ortak bir tavır sergilemek, bizatihi muhalefetin elini güçlendirebilir ve eleştiri imkânını artırabilirdi.

Hülasa bu ortak tavır, iktidara bir teslimiyet olmayıp ABD yönetimine ‘ülke ile kişi’yi karıştırmama yolunda bir uyarı mahiyeti taşıdığı kadar millî güvenlik stratejilerinde Birinci Meclis’te olduğu gibi millî irade ile tam bağımsızlığın ‘hemdem’ini hatırlatan bir ortak kaygı ve paylaşımı beslemelidir.

Gümüşhane’nin tek kadın İl Genel Meclis üyesi adayı Sonel Yaşar’a yoğun ilgi Gümüşhane’nin tek kadın İl Genel Meclis üyesi adayı Sonel Yaşar’a yoğun ilgi

Yoksa tam bağımsızlık ve millî iradenin idamesi meselesi, mes’uliyet ve samimiyetten yoksun bir keyfi yönetimin kâh şunla, kâh tam tersiyle her türlü ittifak arayışını meşrulaştırmak adına iğdiş edilemez!

Editör: TE Bilisim