İster "Tanrı devleti" deyin, ister "Nizam-ı alem" deyin, isterseniz "Kızıl Elma" deyin… Türk siyaset kültürü, kutsal bir görevin çevresinde şekillenmiştir. Bu nedenle "devletsiz Türk" düşünülemez. Hatta Türk'le devleti arasında mistik bir bağın varlığından bile söz edilebilir.

     İsrailoğulları merkezli peygamberler tarihinin Ortadoğu'da başlayıp Ortadoğu'da bittiğine bakmayınız. Bu durum, yazının Sümerler tarafından, bulunmasıyla ilgili arızi bir durumdur.

     Orta Asya'da lanetlenip de helak olmuş bir kavim yoktur. Mete, Atila, Cengiz, Timur, Fatih ve Kanuni, masal kahramanları değildir. 

     Cengiz'in kurduğu devlet, tarihin gördüğü en büyük kara imparatorluğuydu. Fatih'in aldığı İstanbul, daha önce 29 kez kuşatılmış fakat alınamamıştı. 

     Tarihteki 33 büyük hukukçudan biri Kanuni'dir. Atila'nın "liderlik sırları" hala tartışılır. Bilge Kağan kitabesi, çağının ilerisine geçen bir siyaset anlayışının kanıtıdır.

     Dünyanın en geniş milli Tarihi şüphesiz ki Türk Tarihidir. Bu durum, Türklerin "boşta gezen" milletlerle karıştırılmaması gerektiğini gösterir.

     Milletler bazen siyasi ve ekonomik fetretlere girerler. Bu bunaltıcı duraklamalar, zamanla kültürü ve insan psikolojisini de etkiler.  Ancak iletişim çağı öncesinde bu kültürel değişimler, asla bugünkü kadar ani ve yoğun yaşanmamıştır. 

     Türk, yüzyıllarca hep kutsal dava sahibi devletlerin doğal askeri olarak yaşadığı için psikolojisi "devlet ikâmeli yaşam"a göre şekillenmiştir. Yani 2000 yıl devletsiz yaşayan Diaspora Yahudileri için liberal kapitalizm ne kadar elverişliyse Türk için o kadar tehditkârdır. 

     Hatta, liberal kapitalizmin silahı olan bireyci kültür, siyasi mistisizm ve serdengeçtilik ögeleri içeren Türk kültürü için öldürücü bir virüstür.

     Komünal kültürlü, imeceye alışık, munis ve uhrevi Türk, vahşi kapitalizmle bir arada duramaz. Eğer "dururum" der de bu yola girerse, yavaş yavaş Türk kültürünü terk eder. Çünkü devletinin omuzundan mahrum kalan Türk, cephe gerisinde mahsur kalmış yalnız bir savaşçı gibidir.

     Kontrolsüz liberalizm, kapitülasyonlu Osmanlı tarihinde olduğu gibi azınlıklar için bir avantajdır.

     24 Ocak (1980) Kararlarıyla, zamanın ihtiyaçlarına uygun olarak başlatılan güçlü değişim, bu yönden bakıldığında Mao'nun Çin'de yaptığı "Kültür Devrimi" ayarındadır.

     Liberal kapitalizmin etkisi altında geçen son 30 yıl içinde ortaya çıkan yeni insan tipinin neden "bayrak, ezan, vatan, şehit…" gibi geleneksel kutsallar konusunda eski kültürel tepkiyi göstermediğini anlamak için bu değişimi doğru okumak gerekir.

     İmralı sürecine rağmen seçmenin yarısının AKP'nin liberal politikalarına destek vermesini de bu değişime göre değerlendirmemiz gerekiyor.

     Bölünme sadece siyasi coğrafyada olmaz. Kültürdeki bölünme daha sinsi ve tehlikelidir.

     1970'lerde Marksizm'in baştan çıkardığı Türklere, son otuz yılda Kapitalist bireyciliğin pençesine düşen Türkler de eklenmiştir. Şimdi ise cahilane bir ümmetçilik, "Türklüğü" tehdit etmektedir.

     Halife Mutasım, 836 yılında "Türkler Araplaşmasın da yüksek kültürel karakterleri kaybolmasın" diye onlar için özel olarak "Samarra" ordugâh şehrini kurmuştu.

     Bugünkü AKP ümmetçiliğini özetleyebilecek en dikkat çekici başlık ise "Samarra'dan Kaçış"tır! 

     Bin yıldır Türk'ün askeri karakterinden rahatsız olan Haçlılarla el ele veren milli karakteri şaibeli bazı hilafet meraklıları "hep birlikte Araplaşalım da araya kaynayalım" diye sahte bir ümmetçiliğin peşine düşerek Türklükten firar etmektedirler. 

     45 yıldır MHP'yi üç ayrı cepheden gelen hücumlara rağmen ayakta tutan ise tarihi misyonunun farkında olan seçmenindeki Türklük şuurudur.

     Abbasiler devrinde Samarra örneğiyle yaşanan kimliklere saygılı, Türk'ü kayıran Ümmetçilikle, şimdilerde "IŞİD" adıyla uç veren, "mezhep odaklı sorunlu kavimler harmanı" asla birbirine karıştırılmamalıdır.

     Marksizm ve Kapitalizm ekonomi merkezli dünyevi ideolojiler oldukları için kültürel dejenerasyona yaptıkları etki, din ve kültür odaklı kimlik değişiklikleri kadar güçlü değildir.

     AKP'nin iç ve dış politikasında açığa çıkan "yeni kimlik arayışı"na, en az Marksizm'e ve popüler kültüre baktığımız kadar kaygıyla bakmamızın sebebi budur.

      Kafasındaki Haçlı çuvalıyla bir yandan Papa'nın elini öperken bir yandan da Hasan Sabbah'ın 87 milyar dolar kara parasını aklayan bugünkü AKP Ümmetçiliği, tarihçi gözüyle bakıldığında alçaltıcı bir "Samarra'dan kaçış" hamlesidir.