Cumhurbaşkanı Seçimleri geride kaldı.

Ancak seçimin üzerinden henüz saatler geçmişken AKP'de kazanlar kaynamaya başladı.

Görülüyor ki Erdoğan'a yakın çevre ile Erdoğancı gibi görünen ama özünde hangi vesileyle olursa olsun partiden uzaklaşmasını bekleyen çevre büyük bir savaş vermeye başladı.

Toplama bir partinin geleceği yer eninde sonunda burasıydı.

Bu anlamda Cumhurbaşkanı Seçimlerinin öncesinde, 14 Temmuz 2014 tarihinde yine bu köşeden sizlerle paylaştığımız "Seçimin Tek Kesin Sonucu AKP'nin Bitişidir" başlıklı yazımızda yer verdiğimiz bir konuya tekrar dikkatinizi çekmek istiyorum: "AKP'lilerin konuşmaktan çekindiği "seçimin kaybedilmesi" hali özellikle Erdoğan için kabusa dönmüş durumda. Yaptıkları tüm hesaplamalar şayet seçime katılım oranı düşürülemez, AKP'deki kopmalar önlenemezse, seçimlerin ikinci turda nihayete ereceği ve Erdoğan'ın kaybedeceğini gösteriyor. AKP medyasının sürekli "ilk tur" demeleri, asılsız anketlerle Erdoğan'ın oy oranını güya %54 göstermeleri bu nedendendir." (http://ortadogugazetesi.net/makale.php?makale=secimin-tek-kesin-sonucu-akp-39nin-bitisidir&id=16844)

Seçim neticesine yapmış olduğumuz bu tespitlerimizin ışığında bakıldığında, 13 milyonluk seçmenin sandığa gitmemiş olmasının seçimin belirleyici etkeni olduğunu gözler önüne seriyor. 

Şayet katılım oranı yerel seçimler düzeyindeki seviyelerde olsa idi şüphesiz ki bugün Türkiye'nin başka bir gündemi olacaktı ki, bu da başka bir yazı konusu olarak değerlendirilebilir.

Bugün ufukta görülen bir başka mesele ise AKP'nin içerisinde başlayan karışıklığın, içten içe kendisini yiyip bitireceği yönündedir.

* * *

Dediğimiz gibi bunun işaretleri seçimden sadece saatler sonrasında görülmeye başlandı.

Daha önce Cumhurbaşkanlığı görevinden sonra ne yapacağı sorusu kendisine yöneltilen Abdullah Gül, TOBB'a yaptığı ziyaret sonrasında "milletime hizmet etmeye devam edeceğim" türünden bir değerlendirmede bulunmuştu.

Bunun akabinde geride bıraktığımız Pazartesi günü, basın mensupları için tertip ettiği programda "Partime döneceğim, bundan daha doğal bir şey olamaz" diyerek, bu kez daha açık bir yorumda bulundu.

Anlamı gayet açık ve net olan bu söz karşısında AKP içerisinde Erdoğan'ın yakın çevresi derhal Gül'e karşı saldırıya geçtiler.

Bazı basın kanallarını bu anlamda kullandıkları gibi doğrudan Abdullah Gül'ü hedef alan sözler söylediler.

Basın kanadından günler önce Abdullah Gül isminin Erdoğan'ın kafasında olmadığını yazan Abdülkadir Selvi ile yine Erdoğan'a yakın bir başka isim olan Mehmet Barlas ağır eleştirilerde bulundular.

Açık açık, Gül'ün artık partinin başına geçemeyeceğini söylediler.

AKP'nin ayarı pek olmayan milletvekillerinden olan Şamil Tayyar da twitter hesabı üzerinden Gül'ü hedef aldığı açıklamasında "aklı esir alan hırsı gözler önüne seren açıklamalar" ifadelerini kullandı.

Bunların ardından da tavır ve konuşmaları ile Gül'ün yanında olduğunu gösteren pek çok isim Tayyar'a tepkide bulundu. Bu isimlerin başında gelen Salih Kapusuz "AKP'de milletvekilliği yapmanın "hadsiz ve nezaketsiz açıklama yapma cüretini" kimseye vermediğini söyleyerek tepki gösterdi.

* * *

Son olarak da Bülent Arınç, Gül'ün yeniden partiye dönme isteğiyle ilgili konuştu. Yaşananları "Eğer mesele Abdullah Gül ise, değeri karşılığında bu partide yer bulacaktır. Bunu da kimsenin engellemesi mümkün değildir." şeklinde kendi görüşü olarak paylaşan Arınç, buna ilave olarak ilginç bir mesaj daha verdi ve "Eğer araya iki, üç gün, beş gün koyarsanız dedikodu olur, küslük olur, bölünmeler olabilir. Bunu en iyi bilecek şahıs da Tayyip Erdoğan'dır." sözlerini söyledi.

Erdoğan'a açık bir uyarı anlamını taşıyan bu sözlere dikkat edilmesi gerekir.

AKP ile ilgili bir konuya burada yeri gelmişken bir kez daha gündeme getirmekte fayda var.

"Özel bir proje" ile kurulan AKP'nin üç ismi geçmişten beri beraberler. Bunlar Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan ve Bülent Arınç.

Dolayısıyla şimdiki atmosferde gözüken, Bülent Arınç'ın Gül'den yana taraf tuttuğudur.

Bu duruşuna neden olan gerekçe birkaç gün önce açık açık söyleyip, talep etmesine rağmen Başbakanlık konusunda isminin bir türlü gündeme gelmemesinden mi kaynaklanır bilinmez ama gerçek olan böyle gidilmesi halinde Rahmetli Erbakan'a yaptıklarının aynısını Recep Tayyip Erdoğan'a da kolaylıkla yapabilecekleri, onun da yanından ayrılabilecekleri ve kararlarını umursamayacaklarıdır.

Zira geçmişte henüz Erbakan'ın yanındayken yaptığı bir konuşmasında "Bugün Necmettin Erbakan bile kalksa Refah Partisi'nden çıksa Anavatan Partisine gitse, biz yine Refah Partisi'ndeyiz" açıklaması yapan da Bülent Arınç'ın kendisiydi. 

Fakat Abdullah Gül'ün, Erbakan'a karşı kongrede aday olarak başlattığı ve AKP'nin kurulması ile neticelenen dönemde de Erbakan'ı bırakan yine kendileri olmuştu.

Dolayısıyla dava şuuru olmayan, vefa kavramı taşımayan isimler arasında yaşanan sürtüşmelerin mutlaka bir neticesinin olacağı kesindir.

Buna dayanarak AKP'nin de partiler mezarlığına doğru gittiğini söylemek yanlış olmaz.

* * *

AKP MYK'sından çıkan karar, kongre tarihinin Çankaya'da yapılacak olan devir teslimden 1 gün önce yani 27 Ağustos'ta olması yönünde oldu.

Buradan çıkabilecek tek sonuç, AKP genel başkanın belirleneceği kongre öncesinde Abdullah Gül'ün bizzat ifade etmesine rağmen, önünün kesilmek istenmesi, partinin başına geçmesinin engellenme çabasından başka bir şey değildir.

Nedeni gayet açık, biraz gerilere 2002 yılına gidelim. 

O tarihte Recep Tayyip Erdoğan AKP Genel Başkanı idi ancak Başbakanlık görevini Abdullah Gül, 3 Kasım 2002 Genel Seçimlerinin ardından 58. Hükümeti kurmakla yetkilendirilerek geçici bir süre yürütmüş ve Erdoğan iptal edilen Siirt seçimlerinin yenilenmesinin ardından meclise girebilmiş ve Başbakanlığı Gül'den devralmıştı.

Şimdi benzer bir seçeneği uygulayabilecekken AKP yönetimi bunu yapmıyor ve doğrudan Gül'ün önünü kesecek bir karar alıyorsa, Erdoğan'ın "kardeşim" dediği Gül ve parti içerisindeki yakınlarını çoktan aklından sildiğini gözler önüne sermiştir.

Şayet Erdoğan isteseydi, AKP kongre tarihini 29 Ağustos olarak da belirleyebilirdi. Ancak bunu yapmayarak açık açık Gül'e "istenmiyorsun" mesajı verildi.

Bu saatten sonra kesin olan tek konu AKP'nin Türk siyasetinin kendisini açık açık gösteren belirginlikte çekilmeye başlayacağıdır.

Menfaat birlikteliği artık "bireysel menfaatlerin ön plana çıkmasıyla" beraber dağılacaktır.

Derdi ülke ve millet olmayanlar, dün Erdoğan'ın menfaati ve onun kendilerine "lütfettiği payların" yeterli seviyede olması sebebiyle seslerini çıkarmıyorlardı.

Şimdi koşullar değişti, Anadolu tabiri ile "Öküz öldü, ortaklık bozuldu" da denebilir.

Belki de henüz yorum yapmak için erken ancak başka parti kurma çabaları da bu dönemden sonra görülebilir.

Erdoğan içinse Çankaya git gide "noterlik" makamına dönüşecektir.

Şimdilik 17-25 Aralık'tan kendisini kurtardığını düşünebilir ancak 2015'teki iktidar değişikliği ile millete hesap vermekten kaçılamayacağını görecektir.