Ar ve hayâ duygusu insanlara özgüdür. Bu duygu insani olanla hayvani olanı birbirinden ayırır. İnsanın, iman zafiyeti bu hayâ ve ar duygusunun kaybıyla başlar. Anadolu’da  “ar damarı çatlamış” sözü, bunun için büyük hakaret olarak algılanır.    Yolsuzluk olayı ve sonrasında meydana gelen gelişmeler yalnız malum kişilerin değil, toplumun da ’ar ve hayâ’ duygusu bağlamında büyük bir travma yaşadığını göstermektedir. Ayrıntısı yolsuzların kendisine kalsın ama adamlar “şüyuu vukuundan beter” bir olguyla Türk Milletini karşı karşıya bırakmışlardır. İnsanların böyle bir olayla anılmaktan hicap duyup, yerin dibine girecek biçimde üzülüp bir de özür dileyecek yerde, işi pişkinliğe vermeleri de ilginçtir.

Onca kanıt, görüntü, itham ve iddiadan sonra gazete ve televizyonlarda yolsuzluk savunusu yapılması da bir başka garipliktir. Öyle ki yolsuzları savunanlar medyada  “şecaat arz ederken sirkatini” söylemektedir.

Açıklık, katılımcılık ve hesap verebilirlik duygusundan nasip almamış bir iktidarla Türkiye karşı karşıyadır. İktidar odakları ellerine geçirdikleri devlet gücünü özel çıkarları lehine, halkın aleyhine kullanmaktadır. Yasalar, iktidar mensupları
için işletilmiyor. Aksine AKP iktidarı sürekli olarak yolsuzlukları, haksızlıkları ve yağmayı meşrulaştıran şahsa ve partiye özel yasalar çıkarıyor.

Ağızlarından dinsel sözler düşmeyen ama midelerinden haram eksik olmayan bir AKP zihniyetini halk ibretle izliyor. Tarih boyunca toplumlar; iktidarını, şehvetini ve zevkini çıkar aracı edinenlerden çektiğini, düşmanlarından çekmediğini göstermektedir. Bu zihniyete sahip iktidarlar, dinin ve toplumun genel çıkarını kendi yandaşlarının vahşi çıkarından ibaret saymaktadırlar.

Toplum yeterince kendini savunacak dinî, ilmî ve ahlakî mekanizmalarla teçhiz edilmediğinden, namuslu insanlar yolsuz iktidarların etkisi altında kalmaktadır. Sosyal ahlakın çöküşe geçişi bu şartların ürünü olarak başlamaktadır.

AKP zihniyetini besleyen kaynaklara da bakmak gerekir. Osmanlı döneminde batınîlik taşralarda ağırlık kazandıkça, bazı dinî kisve içinde bulunan zatlar başkalarından gelen yardımla geçimini asalakça sürdürmenin yanı sıra, kendilerini her türlü ahlakî sınırlamanın üstünde gören bir anlayışla ortaya çıkmışlardır.

Ankaravi, Minhac-el Fukara, isimli eserinde şunları söyler: Fark ve fena basamaklarını sonuna kadar tırmanmayı başaranlar için şeriat yasakları ve külfetleri sakıt (düşer) olmuş sayılır: “Ve derler ki şol vakitte ki fakr ve fena tamam ola; pes gayriyet (ayrılık) ortadan kalka. Talip telifatı şer’iyeden kurtulur”.

AKP de kendini yasalarla ve ahlakî ilkelerle bağlı hissetmiyor.

Nefehat-el Üns’te sofi ulularından birisi için şu anlatılır:  “... ve ona ettiler (sordular) insanları zühde ve terk-i dünyaya davet eylersin ve sen gösterişli elbiseler giyersin ve nefis lokmalar yersin, bunun aslı nedir?

O şöyle söyler: Ol vakit ki sizin ahvaliniz Allahüteala ile şöyle ola ki öyle olmak gerekir camenin (elbisenin) letafeti ve lokmanın nezafeti ziyan etmez” .  Bu ve benzeri sözler ne kadar safiyetle söylenmiş olursa olsun, ham ve haris kafalar bu tür sözleri eğip büküp kendi havalarına uydurmakta gecikmezler.

İş ve çalışmanın külfetini tabanın sırtına vurup, tarikat derecelerini üste tırmanmayı başaranlar için nasıl bir haz ve nimet kapısının açıldığını yıllar boyu gıpta ve hasetle seyredenlerin bir yolunu bulup, kendilerini üste ve yukarıya
atmalarından daha tabii bir şey olamazdı. “Sana haram olan bana helal olur” diyenler bugün de bizim adamların yolsuzluk yapma hakkı vardır demektedirler.

AKP’nin yolsuzluk zihniyetinin arka tarafında yine bu zihniyet egemendir. AKP, mensuplarına günah işleme özgürlüğü, yandaşlarını koruma hakkı olduğunu savunmaktadır. Onlar yolsuzlukları rasyonalize ederek sorumluluktan sıyrılacağını düşünmektedir! Tabii yanılıyorlar.