ANA DİLDE SAVUNMA HAKKI MI ? EGEMENLİĞİN PAYLAŞILMASI MI ?
 
 Masumiyet kisvesi altında, ana dilde savunma hakkı isteyenlerin,bu istekleri gerçekten bir hakkın kullanılmasına mı yöneliktir?,yoksa BOP’nin Kürdistan ayağının inşasına mı yöneliktir?
 
 Artık bilmeyen kalmamıştır. İmralıda ki cani,Kandilli ve BDP milletvekilleri tarafından,bağıra bağıra Kürdistan Devleti’nin kurulacağı ve buna kimsenin engel olamayacağı söylenmektedir.
 
 Irak, Suriye,Türkiye ve İran’dan koparılacak topraklarla,ABD güdümünde ve İsrail yörüngesinde,emperyalist devletlerin taşeronu Kürdistan Devleti’nin, ilk üç ayağı tamamlanma aşamasına gelinmiş, sırada İran kalmıştır...
 
 Türkiye’de ki süreç, Irak ve Suriye’den farklı işlemektedir.40 yıldır terör yoluyla, etle tırnak olmuş bu milleti ayrıştırmak ve bölmek mümkün olamayacağını gören, küresel güçler ve onun taşeronu PKK,kanun ve nizamlarla, yasal düzenlemelerle,ayrı devletin alt yapısını inşa etmektedirler.Bu yolda çok büyük mesafe alınmıştır.
 
 Anayasa’dan Türk kimliğinin çıkarılması ve vatandaşlık tanımının değiştirilmesi ile,Federal ya da Özerk Devletin kurulmasına rampa kalmıştır.
 
 Bu yolda, meclisten Yerel Yönetimleri Güçlendirme yasası, Büyükşehir Belediye Yasası, Self Determinasyon hakkı, Bölgesel Kalkınma Ajansları,İstinaf Mahkemeleri’nin kurulması, Avrupa birliği Anayasası’nın kabulü ve sair düzenlemelerle,ayrı federal devletin inşası yolundaki hukuki süreç tamamlanmak üzeredir.
 
 Hukuki yapılanmaya giden süreç,KCK’nın eylemlerinden sonra daha çok hız kazanmıştır.
        
 Bilindiği üzere, KCK devlete karşı paralel bir çatı  devlet oluşturma yapılanmasıdır. Dört parçalı yapılanmanın ayakları;Türkiye, İran, Irak ve Suriye’den müteşekkildir.
 
 Yapılanmanın teorisi, 25 Mayıs 2007 tarihinde KONGRA-GEL tarafından KCK SÖZLEŞMESİ olarak yürürlüğe konulmuştur. Bilahare oluşturulacak “Kürdistan” devletinin ANAYASA TASLAĞI olduğu açıklanmıştır.
 
 “Kürdistan” anayasa taslağı, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı oluşturulacak alternatif anayasa taslağıdır. Taslağın 46 ana maddeden oluştuğu basında deklare edilmiştir.
 
 KCK sözleşmesi adı altında ki anayasa taslağı, bölücülerin dört ülkeyi kapsayan PAN KÜRDİZM projesidir.
 Mahkeme tutanaklarında görülen, şehir yapılanması ve alternatif devlet yapılanması olan KCK sözleşmesinin giriş bölümünde; Kürt toplumunun,mahalle,köy,semt ve şehir olarak KOMÜN’LER biçiminde,devlete karşı alternatif bir yapılanma ile inşa edilmesi gerektiği belirtilmektedir.
 
 Karl Marx’ın, komünist manifetosunda ki,”Komünal Sistem” yapılanması aynen benimsenmiştir.
 
 KCK anayasa taslağında ki,deşifre edilen maddelerden bir kaçına göz atacak olursak;büyük resim tamamlanacak taşlar daha net yerine oturacaktır.
 
 KCK’nın 5.maddesi: “Kürdistan’da doğup yaşayan veya KCK sistemine bağlı olan herkes KCK vatandaşıdır.”
 
 Peki bunu kabul etmeyenlere getirilen müeyyide nedir?
 
 KCK’nın 30.maddesine göre; yargı erki kurulacak “Halk Mahkemeleri” eli ile yapılacaktır. Bunu kabul etmeyenler ise; “İHANET VE TESLİMİYET” ile halk mahkemeleri vasıtasıyla cezalandırılacaktır.
 KCK’nın 31ve 33.maddeleri ise tam bir şecaat!..Türkiye Cumhuriyeti’ne ve kanunlarına tam bir meydan okuma.
 
 KCK vatandaşlarına “meşru savunma yükümlülüğü” verilmiş olup: “.....Herkes meşru savunma çalışmalarını desteklemekle yükümlüdür...Tüm barışçıl eylemler boşa çıkarsa, AYAKLANMA VE ÖZ SAVUNMAYA DAYALI GERİLLA SAVAŞI GÜNDEME GELİR...”
 
 Demek ki, alternatif Kürt KCK anayasasını kendilerince yürürlüğe sokup uygulama aşamasına  geçilmiştir. Sözde açlık grevleri bu uygulamanın bir parçasıdır. İki ay devam eden açlık grevlerinde kimsenin burnu kanamaması, açlıktan zayıflamaması ve açlık nedeni ile hastaneye bile kaldırılmaması işin başka bir yönüdür.
 
 Senaryo  öyle bir  yazılıp oynanmalıydı ki, Apo canisi toplum nezdinde,BİR BARIŞ HAVARİSİ ve BARIŞIN ÖNDERİ olmalıydı.Bir talimatla,ÖLÜM ORUÇLARINI, bıçakla keser gibi bitirmesi misyonu Apo’ya verilmiş, o da bu rolünü gayet iyi oynamıştır.
 
 Toplumun, 40 bin kişinin katilini,barış adamı olarak görmesi için bu mizansene ihtiyaç vardır...Müzakere  ve pazarlık sürecinde,topluma bu katilin bir misyon yüklenen barış adamı olarak sunulması elzem olduğundan, Apo’nun  bir emirle, “...Ölüm oruçlarını bitirin..” talimatı yerini bulmuştur. Mesaj yerine uluşmıştır...
 
 “Hükümetin de vardır bir bildiği” düşüncesiyle ve  “Kerameti kendinden menkul” anlayışına sahip olanlar tarafından, İmralı canisi bir anda kurtarıcı, barışı getirici önder olarak kabul edilmesi güç olmamıştır.
 
 Başkasının veya başkalarının düşüncesini ve yönlendirmesini, kendisinin önüne koyan “BİATÇI” cenah da kafa karışıklığı ile beraber, “Sulh adına, barış adına sulh...”, parolasının arkasına sığınmış beklemeye başlamıştır. Bu şekilde İmralı canisinin  barış havariliğini kabul eder konuma getirilmiştir.
 Barışsa nasıl olacaktır? Karşılığında ne verilecektir. Terör örgütü silahlarını bırakmayı kabul mü etmiştir? Barış iki eşit kuvvet arasında olur. Tarih bunu hep böyle yazmıştır.
 
 “..Analar ağlamasın,silahlar sussun,...”Çok güzel! Buna kimse hayır diyemez. Fakat neyin karşılığında analar ağlamayacak? Bunun adı koyulmuş mudur? Bu  belli midir?..Bu soruların cevabı yok..
 Yeter ki analar ağlamasın, gerisi lafı güzah..Vatan topraklarının bir kısmı üzerinde egemenlik devredilmek üzere.Pazarlık masasında,veren hep Türkiye Cumhuriyeti olacaktır.
 
 Barış adına oturulan masanın karşısında ki terör örgütü, devletle aynı eşit statüye getirilerek adeta, PKK’ya meşruiyet kazandırılmıştır. ABD, Türkiye’yi barış masasına! oturtabilmek için, Müslümanları kullanmıştır...Sürece karşı gelen milliyetçi güçler ya dışlanmış,sindirilmeye çalışılmış ya da, operasyonlara tabi olmuştur.
 
 İSLAM COĞRAFYASINDA ABD HANÇERİ
 
 Bölgemizde ABD’nin Müslüman’ı Müslüman’a kırdırma stratejisi uygulanmaktadır. ABD, İslam dünyasına karşı, ülkemizi bir cephe ülkeye  dönüştürmek istemektedir.Suriye politikası ve Barzani ile ilişkiler,şimdiden başta İran olmak üzere bir çok İslam ülkesi ile aramızı açacak duruma gelmiştir.
 
 ABD’nin İslam coğrafyasına sokulmuş bir hançeri gibi; Türkiye hem askeri hem de siyasi  üssü konumuna getirilmiştir.
 
 Yüzyıllarca, İslamın sancaktarlığını yapmış, haçlı sürülerine karşı göğsünü siper etmiş bu büyük millet tarihinde ilk defa, Müslümanlara karşı haçlı cebhesinde yer almış görünmektedir.
 
 Kim adına?.. ABD ve İsrail’in, Ortadoğu’da ki çıkarlarını korumak uğruna!..Bir de YENİ OSMANLICILIK sevdası uğruna bu akıl almaz politikaların uygulandığı görülmektedir.
 
 ABD,bu projesini maalesef, Türkiye’deki İslamcı çevrelere yönelik diyalog ve işbirliği politikası ile gerçekleştirmektedir. Türkiye üzerinden, İslamın kontrol altına alınması, Müslümanların  dönüştürülmesi, üç dinin  “İbrahimi Dinler” adı altında, Amerikan güdümlü tek din çatısı altında birleştirilmesi   senaryolarının  tatbikat çalışması  yapılmaktadır.
 
 Kimse kendisini hatadan münezzeh kabul etmesin.Unutulmamalıdır ki,şeytan meleklerin en alimi idi.İlminin zirvesindeyken ve Allah’ (C.C) en yakın olduğu zamanda; kibirinden dolayı; “..ademi çamurdan beni ateşten yarattın, ben ondan daha üstünüm,secde etmem..” demesi üzerine huzurdan kovulmuştur...
 
 Proje kısmen de başarılı olmuştur. Son 10 yılda,cami sayısına yakın,kilise ve kilise evler açılmıştır.Bazı camilerde kadın erkek karışık namaz kılma provaları yapılmıştır.Öyle ki; dinler arasında ayrımcılık oluyor gerekçesi ile, AL’İ İMRAN suresinde ki; “...Allah indinde yegane din İslamdır...” Cuma hutbelerinde okunması bile bir ara yasaklanmıştır ve uzun zamanlar Cuma hutbelerinde bu ayeti kerime okunamamıştır...
 
 Hazırlanan Kur’an-ı Kerim meallerine, Tevrat’tan ve İncil’den seçme ayetler yazılmış, Allah’ın son ve tekemmül etmiş dini’ne, İncil ve Tevrat ayetleri  referans  gösterilmiştir...(Bu konu çok hassas ve ayrıca üzerinde durulması gereken husus olduğu için buradan şimdilik detaylara girmiyoruz...)
 
 BOP’nin başarıya ulaşması ve devamında “Büyük Kürdistan” Devleti’nin kurulması, PKK terörist örgütü ile masaya oturulması için, toplumun hazırlanması ve dönüştürülmesi gerekmektedir.
 
 İşte KCK yapılanması; bu gün için  ana dilde  savunma, yarın eğitim hakkı ve devamında PKK ile masaya oturmak zincirin son halkalarıdır. Türk Milleti’nin bu süreci kabullenmesi ve içine sindirebilmesi için, yukarıda izah edilen projelere ihtiyaç olduğu gerçektir.
 
 Reklam, propaganda ve ikna sanatı bütün argümanlarıyla devreye sokulmuştur. Toplumu manipule yönünde büyük adımlar atılmış olduğu görülmektedir.Bu cenahta ki tanıdığımız bir çok insanlarımızın vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü yönünde endişe ettiklerini ve her  vatansever kadar endişeli olduklarını da gözlüyoruz!...
 
 Yaşanan süreç içerisinde, bebek katili Apo allanıp pullandırılmış,barış elçisi olarak gündeme girmiştir.
 
 Öyle ki 40 bin kişinin katili olan bu İmralı canisi, boyalı basın ve hükümette ki ağlamakla meşhur olan bir zevat tarafından; “...Dindar biriydi,namazını kılardı,aslında çekingen birisiydi,mütevazi bir insandı...” gibi makyajlı ve cilalı sözlerle, toplumun hafızası silinmeye ve manipule edilme provaları yapılmaktadır...
 
 Anayasa’nın amir  hükümleri çiğnenmiş, adeta teröristler kutsanmıştır. PKK’lıları yapılan kötü muamelelerin ve şartların DAĞA ÇIKARDIĞINI, kendisinin de aynı muameleye uğradığında, dağa çıkacağını söyleyen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’tır.
 
 Öyle ki devşirilmiş kalemler var gücüyle, propogandalarını yoğunlaştırarak,  ” Derin PKK, barıştan yana olan cici PKK..” ayrımını işlemeye ve kafaları karıştırma rolüne devam etmektedirler.
 
 Her devrin adamı ve milliyetçiler hariç herkesin adamı olan Cengiz Çandar, Paris’te öldürülen üç PKK’lıdan birisini, barış meleği ve rahibe gibi tarif etmekten çekinmemiştir.İşte kendi kaleminden,öldürülen PKK’lının tarifi:
 
 “..Bembeyaz dişlerini açıkta bırakan sürekli gülümser haliyle,kıvır kıvır saçlarının altında sımsıcak bakan gözleriyle insanın içini ısıtıveren,alçak gönüllü ve son derece hareketli,sevimli,candan bir genç kız olarak canlandı hafızamda...”
 
 İşte gördünüz mü PKK’lı terörist tarifini!..Acaba bu zat şehit olan kaç askerimiz ve ağlayan kaç asker anasını,yavrusunu geride dul kalan eşini böyle bir mizansenle tarif etmiştir!?..
 
 Yukarıda anlatılmaya çalışılan tiyatrodan sadece bir kısmını bilmeden ve idrak edemeden oynanmakta olan oyunu; yazılan senaryoyu mümkün değildir.Masum bir insan hakkı imiş gibi empoze edilen, “Ana dilde savunma hakkı” aslında devlete kafa tutan ve meydan okuyan bir taleptir.
 
 ANA DİLDE SAVUNMA; RESMİ DİLE KAFA TUTMA
 
 Ana dilde savunma istemek, resmi dile kafa tutmak demektir. Kısaca ben senin resmi dilini tanımıyorum demekten başka bir şey değildir.
 AKP iktidarı ve ona endeksli olan medya tarafından, talep edilen hakkın bir insan hakkı olduğu kabul edilerek, iktidarca yasal düzenleme yapılmış meclisten geçmiştir.
 
 CMK 202/1 “Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla, duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir.”
 
 Yönünde ki kanun maddesi aşağıda ki gibi yeni düzenleme getirilerek, “Ana dilde savunma hakkı” hukuki zemine oturtulmuştur. Yeni düzenlemeye göre:
 
 CMK’nın 202’ci maddesine göre: “Meramını anlatabilecek ölçüde TÜRKÇE BİLEN sanık, iddianamenin okunması, esas hakkında mütaalanın verilmesi üzerine sözlü savunmasını,kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dille yapabilir.”
 
 Bu düzenlemeye göre,bir şahıs çok iyi derecede Türkçe bilmiş olsa bile,isterse ana dilde savunma yapabilecektir.
 Bu ana dilde savunma hakkı değil,Kürtçe savunma hakkıdır.Gürcü,Çerkez,Arnavut,Boşnak,...kimsenin böyle bir hak talep ettiği yoktur.
 Anayasa’nın 3.maddesi:
 
 “Türkiye Devleti,ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.Dili Türkçedir...”
 Böylece resmen Anayasa’nın 3.cü maddesi açıkça İHLAL EDİLMİŞTİR.
 
 Türkçe bildiği halde,Türkçe konuşmak istemeyen birisine,ana dilde savunma hakkı adı altında getirilen yasal düzenleme beraberinde İKİ DİLLİĞİ getirmiş olup,” ÇOK DİLLİLİK” sürecini başlatan kapıyı açmıştır.
 
 Yapılan uygulama, masum bir insan hakları düzenlemesi olarak kabul edilemez. Dünyanın tüm ülkelerinde, KAMU HİZMETLERİ VE YARGILAMA, O  ÜLKE’NİN  KONUŞTUĞU  VE   RESMİ  DİLİ  üzerinden yapılır.
 Bir ülkenin dili bağımsızlığının temel simgesidir.
 
 PKK,terör yolu ile her zaman vurdukça kazanmış,kazandıkça da vurmuştur.Tüm isteklerini masaya yatırmasını bilmiştir.Ayrı bir devlet yapılanmasının,en önemli unsurlarından olan,DİL AYRICALIĞINI kabul ettirerek resmi hüviyet sağlamıştır.
 PKK, etnik dilde eğitimi bir hakmış gibi göstererek,ilk raundu kazanmış,ana dilde savunma hakkı düzenlemesi yapılmıştır. Etnik dil üzerinden   kimlik  dayatmasını başarmıştır.
 
DİL  ÜZERİNDEN IRKÇILIK VE EGEMENLİK
 
 Dil bir kültürün en önemli unsurudur. Bağımsızlığın temel  ilkesidir.Şimdi bu dil tartışmaları neye göre hangi sonuca bağlanacaktır? Dünya ülkelerinde bu sorunun uygulaması nasıl yapılmaktadır? Osmanlı Devletinde ki uygulama nasıldır? Yoksa istenen talepler masum bir insan hakkı talebimi dir? Sorunun çözümü açısından bunları irdelemekte yarar olacaktır.
 
  Avrupa’da ki son uygulamalara bakacak olursak:
 
 Hollanda’da bırakın Türkçe eğitimi,Türkçe öğrenimi bile;ülkede ki sosyal bütünleşmeyi engeller gerekçesiyle kaldırılmıştır.
 
 Almanya’nın iç işleri bakanı ise,Almanya’da yaşayan herkesin ana dili almanca olmalı diyebilmektedir.
 
 Fransa’da, resmi Fransızca dışında,mahalli dillerle veya sair etnik dillerle eğitim yapılması yasaktır.
 
 Bu ülkelerin her birisinde kamu hizmetleri o ülkenin resmi dili üzerinden yapılmaktadır.
 
 Mesela Ukraynada, nüfusunun yarısı Rusça konuşmasına rağmen,Ukraynaca kullanılması mecburiyeti getirilmiştir.Rusça bu  ülkede,%50 ye yakın azınlık dili ile konuşulmasına rağmen bu yasak getirilmiştir.
 Türkiye’de ise, iç ve dış dayatmalarla ve terör zorlaması ile,Türkçe’nin önüne zenginlik adı altında mahalli veya etnik dillerin alternatif olarak çıkarılması isteklerini masum istek olarak kabul etmek mümkün değildir.
 
 İkinci Cumhuriyetçilik, Yeni Osmanlıcılık, TÜRKİYELİLİK gibi  kavramlar ve tezler, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı,ülkeyi bölmeye matuf yöneltilen tezlerdir.
 
 Ülkemizin en yetkili ağızları, Sayın Başbakan ve Bakanlar, milli kimliği dışlayıp TÜRKİYELİLİK’TEN bahsediyorsa, Cumhuriyetimize alternatif tezlerin gündeme gelmesinin yadırganacak bir tarafı yoktur.
 
 Daha önceki yazılarımızda da sıkça bahsettiğimiz gibi;TÜRKİYELİLİK ifadesi,”Tek Milletin, tek devletin” karşılığı olan bir tanımlama olamaz.  ”Türkiyelilik” ibaresi bir coğrafi mekan birliğine atıf yapan bir ifadedir. Türkiyelilik hangi milletin karşılığıdır? Bu milletin adı  yokmu dur!?.. Anadolu coğrafyasında en az 1000 yıldır var olan bu milletin adını; kim ne yaparsa yapsın,hangi yasal düzenleme gerçekleşirse gerçekleşsin silmesi mümkün olamayacaktır.
 Türkiyelilik kavramı bir milletin adı olamaz.
 
 -Nerelisin?
 
 -Amasyalıyım,İstanbulluyum,...gibi coğrafi mekanın karşılığıdır.Asla milliyetin ve milli kimliğin adı değildir.Hatta bu ifade milli kimliğe yapılan bir REDDİYEDİR..
 
 Yetmiş iki buçuk millet Amerika’lı bir araya gelerek, Amerikan kimliğinde birleşmiştir.Gelişmiş Avrupa ülkelerinde ki hangi insana sorarsanız  sorun, “ Alman vatandaşıyım,Fransız vatandaşıyım,İtalyan vatandaşıyım...” der.Hiç birisi Almanya vatandaşıyım ya da Fransa vatandaşıyım demez...
 
 Dünyanın bütün ülkelerinde,bizde ki kadar demokrasi yok mu? En iyi demokrasiyi bilen biz miyiz?  O halde,anayasa’dan TÜRK VATANDAŞLIĞININ ve TÜRK İSMİNİN çıkartılarak, “Türkiye Cumhuriyeti  Vatandaşı” gibi, coğrafi mekan tanımına vurgu yapan vatandaşlık tanımını bu millet gerçeği öğrendiği taktirde asla kabul etmez.
 
 Anayasa’nın 66.mad: “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.”
 
 Anayasa’nın 66.maddesinde ifadesini bulan MİLLİ KİMLİK TANIMI, ETNİK AYRIŞTIRMADAN UZAK VE HUKUKİ BİR TANIMDIR.
 
 Anayasa’dan TÜRK adının çıkartılması, kardeşlik bağlarını güçlendirmez.İcra edilen iş;Türk’e karşı IRKÇILIKTIR.
 
 Yapılacak değişiklik, yukarıda izah edilen sürecin bir devamıdır.  Küresel güçler başta ABD ve  onun taşeronu PKK istedi diye, anayasa’dan TÜRK KİMLİĞİ ÇIKARTILMAK istenmekte, ana dilde savunma altında İKİ DİLLİLİK,devamında İKİ AYRI MİLLET oluşturma projesidir.
 
 Bir milli bünyenin içerisinde bulunan etnisitelere, mezhep,ırk,aşiret,sınıf ya da  felsefi görüş gibi kabul edilen zümrelere, devletin inşasında ki ortak payda dışında, bütünlüğü dışlayan, ayrıştırıcılık getirilen uygulamalar;birlik,beraberlik ve kardeşlik düzeni  adına DÜZENSİZLİK  getirir. Yukarıda sıralanan Avrupa ülkelerinde ki uygulama bunun ta kendisidir..
 
 Devlet düzen ve kurallar normunun bütünü demektir.
 
OSMANLI   DEVLETİNDE Kİ   UYGULAMA
 
 Osmanlı Devletin’de bu uygulamalar nasıl yapılmış onu görelim. Birinci Meşrutiyetle kabul edilen ilk anayasamız 1876 KANUNİ ESA’Sİ.madde 1:   “ Osmanlı Devleti,ülkesiyle bir bütündür hiçbir gerekçe ile bölünemez.
 ................
 Madde 8. Osmanlı Devleti’nin uyruğunda bulunanlara  Osmanlı denir.
 ....................
 Madde 18. Devlet memuru olabilmek için devletin resmi dili Türkçeyi bilmek şarttır.
......................
Madde 57.Mecliste  müzakerelerin dili Türkçedir.
................
Madde 68.Türkçe bilmeyen milletvekili olamaz.
 
Osmanlı  Devleti 20 milyon km2  topraklar üzerinde geniş devasa bir  coğrafyada  imparatorluk  kurduğundan federatif bir yapıya sahip olmakla birlikte, devletin HER İŞİ TÜRKÇE yapılırdı. Mesela devlete memur yetiştiren ENDERUN MEKTEPLERİNDE  tedrisat tamamen Türkçedir.Tüm mahkeme kayıt ve sicilleri Türkçe tutulurdu...
 
 
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İNSAN HAKLARI
BEYANNAMESİ  VE AVRUPA İNSAN
HAKLARI SÖZLEŞMESİ
 
Bilindiği gibi ,dünya devletlerinin yapısal düzenlemeleri çeşitli sözleşmeler ve anlaşmalarla sağlanır.Bunlardan en başta gelenleri olarak;BM İnsan Hakları Beyannamesi,Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve BM Şartında ki hukuk normları, Birleşmiş Milletlere kayıtlı her devletçe kabul edilmiş hukuki kıriterlerdir.
 
Tüm üye devletlerin  bu kıriterlere uymakla yükümlü oldukları mükellefiyetleri vardır.
 
Bu sözleşmelerin hiç birisinde, etnik guruplardan,etnik gurup haklarından ve etnik dillerden söz edilmemektedir.
 
 Devletler içerisinde bir milleti oluşturan sosyal guruplar içerisinde ki kültürel zenginlikleri korumak, geliştirmek başka; bütün içerisinde ki sosyal ayrıcalıkları ön plana çıkararak, bütünden ayrıştırıcı mahiyette  yasal düzenleme yapılması başkadır.İkisi arasında büyük fark mevcuttur.
 
 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) buna özgü sayısız kararlar mevcuttur.
 
  Şimdi, PKK ve KCK’nın, ana dilde savunma hakkı istemesi ve bunun maalesef mecliste kabul edilmesinin, dünya hukuk literatüründe ve gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) de ki karşılığı ve uygulaması nasıldır? Ona bakalım.
 
   AİHS’nin  6/3 fıkrasında ki   “ Adil Yargılama Hakkı” başlığı altında ki düzenlemede aynen şu ifadeler mevcuttur.
 
    “ Herkes, mahkemede konuşulan dili anlamadığı veya konuşamadığı taktirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlandırılır.”
 Oysa Türkiye’de KCK davasından veya PKK terör örgütü suçlamasından yargılanan insanların kaç tanesi Türkçe bilmemektedir!?..Belki de hiç!.. Her birisi ya da %99 u Türkçe’yi bilmektedir. Dağ köylerinde,Türkçe’yi bilmeyen kadının,ne KCK ile ne de PKK ile bir ilgisi vardır.
 
 O halde, Ana dilde savunma hakkı, aslında Türkçe’yi çok iyi bilip,konuştuğu halde,Devletin resmi dili Türkçe’yi tanımıyorum diyen ve devlete kafa tutan insanların iradeleri ve istekleri sonucunda devlete kabul ettirilmiş bir yasadır.
 
 AİHS.mad.6/3 çok açıktır.Madde’ye bir daha bakalım.Ne diyor? “ Mahkemede konuşulan dili anlamadığı veya konuşamadığı..”
 
 Mecliste kabul edilen yasada ise CMK.202.maddesi değiştirilerek,Anayasamıza ve AİHS’nin 6/3 maddesine aykırı olarak, MERAMINI ANLATABİLECEK ÖLÇÜDE TÜRKÇE BİLEN... olarak değiştirilerek kabul edilmiştir.
 
 Yani Uluslar arası sözleşmelere ve iç mevzuata aykırı olarak, TÜRKÇE BİLENLERE bu hak getirilmiştir.
 
 Çok açıktır ki bu yasa bir dayatma yasasıdır. Milletimizi iki dilli olarak bölmeden başka bir amaca hizmet etmeyecektir.
 
 Anayasamızın 90/5  fıkrasına göre, Uluslar arası sözleşmeler ve anlaşmalar,AİHS ve AİHM kararları İÇ HUKUKUN ÜSTÜNDEDİR.
 
 İktidar gücü bu yasa ile hem iç hukuku hem de,uluslar arası hukuku ihlal etmiştir. YARGIDA İKİ DİLLİLİK prensibi getirilmiştir.Anayasa’nın 3.maddesi çiğnenmiştir.Egemenlik hakları  devredilmiştir...
 
 Konuyu incelemeye devam edelim.
 
 AİHS’in 10.maddesine göre;” Devletlerin egemenlik alanına giren dil konusu mahkemelerin yetkisi dışındadır.”
 
 Açıklarsak: Her devletin kendi egemenlik dilini seçmekte serbest olduğu belirtilmiştir. Sözleşmelerin hiçbir maddesinde, yerel dillerin korunması ve ifade özgürlüğü altında bir düzenleme mevcut değildir.
 
 Yani Ana dilde yapılan taleplerin, toplumlarda, KÜLTÜREL HAKLAR kapsamına girdiğinden,o  toplum içerisinde; serbestçe yaşanabileceği ve geliştirileceği vurgulanmıştır.Fakat yerel ve kültürel dillerin;bir devletin RESMİ DİLİ yanında İKİNCİ DİL olarak kullanılması kabul görmemiştir.
 
 Tüm dünyada ki uygulama da bu şekildedir...
 
 Kürtçenin kullanılması açısından,bir vatandaşımız AİHM’ne başvurduğunda;Türk alfabesinde bulunmayan X,W,Q gibi harflerin kullanılması talebini mahkeme reddetmiştir...
 
 Kabul edilen yasa, etnik guruplara kimlik kazandırıcı mahiyette olduğundan, AİHS’ne ve AİHM kararlarına da aykırıdır.
 
 AİHM kararlarında: Bu tür uygulamaların; bağlı oldukları devletlerin, birliğini, egemenliği, vatanın bütünlüğünü tehlikeye düşürecek ve tehtid edecek olmasından dolayı,AİHM kendisine yapılan talepleri bu gerekçelerle reddetmektedir.
 
 Dünya’da 200’e yakın devlet içerisinde, binlerce lehçe,mahalli lisan ve etnik dil konuşulmaktadır.Her kültürel dil ya da etnik dile,devletin resmi dili yanında ikinci ana dil savunması hakkı verilemez.
 Bu hakkın verilecek olması durumunda,dünya dengesinin tam bir kaosa gireceği malumdur. AİHM kararları da bu dengeyi korumaya yönelik haklı ve gerçek kararlardır. 25.01.2013
 
 TÜRK OCAKLARI
 ÜMRANİYE ŞUBESİ BAŞKANI
 AV.FARUK ÜLKER