Dün sabah otel lobisinde sakallı biri ilişti gözüme..

Tanıdık gelen bir yüz görünce, "Nereden tanıyorum?" diye sorarsınız kendinize..

Ben sormadım, bakar bakmaz, GÜNAYDIN GAZETESİ'ndeki tam sayfa fotoğraf belirdi zihnimde.. 25 yıl öncenin bir gazete sayfası ve birkaç kare fotoğraf.. Karşımdaki kişi oydu.. Üstelik, hayatımın birkaç ayı polis korumasında geçmişti o fotoğraflardan dolayı..

İTÜ'de kendilerine "Müslüman Gençlik" adını veren grupla, sol gruplar arasında çatışma çıkmıştı.. "Müslüman Gençlik" adlı grubu yönlendiren bir gencin ve yanındaki kişinin hareketleri dikkatimi çekmişti ve fotoğraf makinemi ona çevirip deklanşöre basmıştım.. E sağlam fotoğraf olmuştu.. Günaydın Gazetesi'nin birinci sayfasını ertesi gün benim fotoğraflarım ve haberim kapladı..

Aradan, 1 yıla yakın bir zaman geçti.. Sultanahmet Meydanı'nda büyük bir gösteri yapıldı.. Polisin müdahale ettiği gösteride de bir duvarın üzerinde kalabalığı yönlendiren ile yanındaki kişi dikkatimi çekti.. Talimatlar yağdırıyor, slogan atıyordu.. Tanıdık geldi sima, ardarda bastım deklanşöre.. Sonradan farkettim ki, o kişi ve yanındaki, İTÜ'deki olaylarda öğrencileri de yönlendiren ikiliydi... İTÜ de de Sultanahmet'te de idare aynı kişilerdeydi..

Ve yine Günaydın Gazetesi'nde ertesi gün de birinci sayfa komple benimdi.. Üstelik haber bu kez fikri takip de içeriyordu.. Aslında fikri takibin ötesinde, bildiğin FİZİKİ TAKİP gibiydi.. Bir yıl içindeki iki büyük olayda da , aynı el hareketi ve yüz ifadesiyle aynı kişi ve arkadaşının liderliği..

E tabi, soruşturma açıldı, operasyonlar yapıldı.. Fatih grubu diyordu soruşturma kapağında.. Bunlar benim dışımdaki olaylar.. Ama o haber dolayısıyla, gazeteye giriş çıkış saatlerim dahil, keşif kayıtları tespit edilince, birkaç ay polis korumasında yaşadım.. 

İşte bu sabah, otel lobisinde karşılaştığım kişi, o iki olaya liderlik eden kişiydi.. Yaklaşıp selam verdim.. Selamımı aldı, merakla baktı yüzüme.. Söze girdim;

"İstanbul Teknik Üniversitesi ile bir bağınız var mı?"

Şaşırdı, "Evet" dedi..

"Peki ya Fatih bölgesinde siyasi faaliyetleriniz?"

İyice şaşırdı, "Evet" dedi gülerek.. Belli devamını merak ediyordu..

"25 yıl önce, İTÜ'deki bir olay ve Sultanahmet'teki bir gösteride fotoğraflarınız gazete de yayınlanmadı mı?" deyince direk, "Günaydın Gazetesi'nde" dedi..

"Evet" dedim, "O fotoğrafları çeken muhabir bendim"

Bir kahkahayla, "Nasıl bir arşiv var sende kardeşim, nasıl hatırladın?" dedi..

Kendimizi tanıttık karşılıklı.. O sırada yanımıza bir arkadaşı daha geldi.. "Bak" diyerek özetledi sohbeti ve tesadüften çok, arşivi andıran(!) hafızama "Maşallah" dedi..

O dönemin olaylarından söz ederken, "Yanınızda biri daha vardı" dedim.. "Evet" dedi, "O arkadaş şimdi PARALEL üyesi"

Kendisi mevcut iktidarla birlikte yürüyen hali vakti yerinde biri olmuş belli.. O arkadaşı da TUSKON çevrelerinde hatırı sayılır bir noktadaymış.. Hayat işte, dün öyle bugün PARALEL.. 

Biraz da sitem etti, tebessümle, "O haberlerden sonra sıkıntılar yaşadık tabi.. Yahudisi-masonu medyayı bize karşı kullanıyordu.. Siz de farkında değildiniz belli ki, ama kullanılıyordunuz"

Sohbette yüzlerimizde, belki de büyük tesadüfün etkisiyle tebessüm eksik olmadı.. Ama ne yalan söyleyeyim "Yahudiler-masonlar kullandı" sözüne takıldım

Ben de benzer bir cümle kurdum;

-O haberlerden sonra ben de sıkıntılı günler yaşadım.. 

"Siz neredesiniz şimdi?" diye sorunca, "Hah, şimdi tam zamanı özetlemenin" dedim, şaşırdı;

"Hani siz o bugünün "PARALELİ" arkadaşınızla birlikte yürüyordunuz ya.. Hani yıllar sonra da birlikte iktidar oldunuz ya.. Hani YAHUDİ Lobisi'nin yenilikçileri "NEO-CON"lar tarafından desteklenen iktidarınız vardı ya.. Ve o iktidar ortaklığında ÇÖZÜM diye bir süreç başlattınız ya.. Hah işte ben o sürecin memlekete felaket getireceği fikrinde olduğum için, en baştan karşı durdum ve yöneticisi olduğum televizyonun patronajı ile sorunlar yaşayarak yolumu ayırdım.. Ve şimdi "Türk Milliyetçileri"nin televizyonunda yöneticiyim.."

"Ooooo, cevap siyasi analiz gibi oldu" dedi.. Allahı var, keyifli ve nezaketli bir sohbetti.. "Devamı var" dedim;

"Siz o günlerde Müslüman Gençlik adı altında bence ARAPÇILIK yapıyordunuz.. Ben o ARAPÇILIĞA karşı Ata-TÜRK diyordum.. Hani o arkadaşınızla yıllarca aynı iktidarı paylaştınız ya.. Çözüm denilen o süreçte de aslında SİYASAL KÜRTÇÜLÜĞE hizmet ettiniz ya.. Hah işte ben bu defa da sizin Demokrat görünümlü KÜRTÇÜLÜĞÜNÜZE karşı, bugün de TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ diyorum.."

"Yav ağır girdin" dedi yine tebessümle.. Sonra da "Uzun mevzular.. İnşallah birgün oturur konuşuruz" dedi.. Toplantıları varmış, el sıkışıp vedalaştık, arkadaşlarıyla salona yöneldi..

Aklımda Tayyip ERDOĞAN'IN SÖZÜ YANKILANDI;

-Neredeeeeeen, nereye..

Bu tesadüfün ardından, odaya çıktım, televizyonu açtım.. Üniversiteden sınıf arkadaşım Hakan ÇELİK'in programı vardı CNN Türk'te..

Konuklar Milliyet Gazetesi yazarı Mehmet TEZKAN ve Sabah Gazetesi yazarı Mahmut ÖVÜR.. Başkanlık meselesini tartışıyorlar ve Mahmut Övür, "ulu bilge dandondelyus" gibi siyaset dersi (!) veriyor, hem stüdyoya hem ekran başındaki bizlere.. Başkanlık sisteminin ne kadar güzel bir şey olduğunu anlatıyor, hatta olursa tam süper olur diyor.. Ve üslubu, vücut dili öylesine ukala, öylesine "Ben dedim de aklıma ben geldim" şeklindeydi ki, sormayın gitsin.. 

CHP'li belediyenin imkanları ile sağlanan yaşam standardı mı gelmedi gözümün önüne, Amerika seyahati boyunca AKP'ye etmediği laf bırakmayan gazeteci mi, yine sormayın gitsin.. Olsun..

Ama arşivi kuvvetli zihnim, yarım saat arayla bu kez  20 yıl önceye gitti.. Mahmut Övür ayağından vurulmuştu.. Hastaneden çıkmış, İstanbul, Ataköy'deki evinde dinleniyordu.. Gazeteciler Cemiyeti saldırıyı protesto eden bir yürüyüş düzenledi, evine kadar.. Haberi takip etmek üzere oradaydım.. Ama belli bir noktadan sonra ben de katıldım korteje.. Meslektaş dayanışması hesabı..

Televizyona döndüm, haberi yazarken, o zaman Haber Koordinatörümüz olan Mehmet Tezkan çağırdı.. Tayfun Gönüllü ile birlikte odasına gittik.. Bir anda açtı ağzını, yumdu gözünü;

-Görüntüleri izledim. Ne işiniz var sizin o yürüyüşte. Olayın ne olduğunu biliyor musunuz ki, hemen kuyruğa takılıyorsunuz.

diye fırçaladı.. "Ama gazeteci, meslektaş" falan diye evelemeye çalışsak da, "Akıllı olun, dikkatli olun, kendinizi kullandırmayın" diye kestirip attı.

Mahmut ÖVÜR'ün ayağına sıktıran "Drej Ali" lakaplı "Ali YASAK"tı. Bir haberinden dolayı diye biliyorduk ama sonradan "Akçeli" bir işten dolayı olduğu dillendirildi. Bu durumda TEZKAN'ın dediği gibi gerçekten "Kullanılmış" olduk. Ama sabah programı izlerken, Mahmut ÖVÜR'ün zaten bildiğim duruşu (!) gözümün önünde tazelenirken, içimden bir ses şöyle dedi:

"Dert etme, sen bir defa kullanılmış hissettin kendini.. Ama bak elin oğlu, üç parça menfaat için kendini KULLANDIRMAYA inatla devam ediyor."

O fırçaya sebep olan iki kişi yan yana ekrandaydı.. Programın sahibi de sınıf arkadaşım.. Ve genel olarak üçünün çizgisi de, benim çizgime karşı..

Bir tebessüm belirdi yüzümde.  "Ama, Mehmet TEZKAN haklıymış"

Telefonu aldım, programdan yeni çıkmış Mehmet TEZKAN'ı arayıp, "Abi haklıymışsın" dedim.. Şaşırdı önce, olayı hatırlatınca;

"Yav ne hafıza var sende" dedi..

Ona demedim ama sizinle paylaşayım;

Doğru. Bugün doğru yerde oluşumun sebebi de o hafıza..

Kötüyü yaşamak, şahit olmak yetmiyor, unutmaz ve gerekli notları alırsa insan, doğru yerde olmak, işin en kolay yanı. 

Ha 25 yıl önce bir üniversitede ya da Sultanahmet Meydanı'nda, ha da 20 yıl önce ayağından vurulmuş gazetecinin evinin yolunda;

Yerin ve zamanın önemi yok. Biz, KÖTÜYÜ unutmadığımız için İYİYİZ zaten..