Asya kıtasının Avrupa’ya temas ettiği Anadolu Yarımadası aynı zamanda Mezapotamya, İran ve Kafkasya’ya da temas ediyor. Bir de beşeri coğrafya var ki, fiziki coğrafya ile örtüşmüyor. Bu bölge de ki, devletlerin asli veya tali unsurları diğerlerine de dağılmış durumda olduğundan dolayı siyasi sınırlar masa başında tasarlansa bile beşeri sınırlar iç içe geçiş halinde var oluyorlar.

Bölgenin bu yapısını bilen emperyalistler, toplu cinayetleri işleterek bu ülkelerin beşeri ayrılıklarını kaşımayı denediler. Irak ve Suriye’de başarılı da oldular. Etnik toplantıları, Şii ve Sünni camilerini bombalayarak grupların arasına kan soktular. Daha önce üniter/ulus devlet yapısına sahip olan bu ülkeler şimdi fiilen ayrışmış durumdalar.

Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğünü vurgulayarak bu ülkeye müdahele etmesi üzerine ABD ve Rusya-İran karşıtlığında Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğü çelişkisinde Türkiye, Rusya-İran çizgisinde ki yerini almış durumdadır. Türkiye’nin de çıkarları bu yönde olduğuna göre gelinen noktayı normal karşılamak gerekiyor.

Ancak, Anglo-Sakson (ABD-İngiltere) politikasının etnik ayrımları kaşıdığı ve buradan kendi menfaatini aradığı biliniyor. İşte bu sebeple Türkiye’nin zaruri olarak kendi menfaatleri paralelinde yaptığı tercih Türkiye ile Anglo-Sakson çıkarlarını çatıştırmış durumdadır.

Atlantik emperyalistlerinin tercihleri kendi hayat alanları, varlık veya yoklukları ile ilgili “olmazsa olmaz!” tercihler değildir. Ancak Avrasya (Türkiye-İran-Rusya) politikası bu ülkeler için “olmazsa olmaz!” olduğundan, bu ülkeler kendi aralarında ki rekabeti buzdolabına koyarak kendileri için yaşamsal tercihi yapmış bulunuyorlar.

Son gelişmeler bize, Türkiye, İran ve Rusya arasında Ortadoğu ülkelerinin toprak bütünlüğü konusunda bir işbirliği kararının çıktığını gösteriyor.

İmdi, karşımızda iki sorun var. Birinci sorun, Avrasya’nın bu kararının Atlantik tarafından ne derece kabul edileceği, ikinci sorun da toprak bütünlüğünün hangi kriterlerde karşılanacağıdır.

Sosyal bilimlerde karar alıcılar, daha az hata yapmaları için toplumsal gerçekliğe en uygun seçeneği tercih etmek durumundadırlar. Aksi halde istedikleri amaca ulaşamayabilirler, hatta istediklerinden taban tabana zıt bir durumla da karşılaşmak zorunda kalabilirler.

Bu çerçeve de değerlendirdiğimiz zaman özellikle Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünü önceki gibi üniter yapı da devam ettirmek zor görünüyor. Bizim düşüncemiz, merkezi idarenin kuvvetli olduğu bir otonomi ile bu ülkelerin toprak bütünlüğünün korunması yoluna gidileceğidir. Üniter yapı en doğrusu ve bizimde tercihimiz olmasına rağmen bugünkü şartlarda cin şişeden çıktığı için eskiye dönmeye uğraşmaktansa bu türlü bir otonomi tercih edilecek gibi gözüküyor.

İşte tam da bu safha da Irak ve Suriye’nin kuzeyinde oluşan Kürt otonomisinin özellikle Türkiye ve İran açısından tercih edilmez olmasını tolere edecek yeni aktörlere ihtiyaç duyulacaktır. Türkiye’nin güneyinde ki, Kürt oluşumları ülkemizi en azından düşünsel anlamda rahatsız etmektedir. Böyle bir yapı sürdüğü müddetçe yakın gelecekte Türkiye ve İran için tehdit oluşturacağı aleni olarak ortada duruyor. Bu tehdidin dengelenmesi için Irak ve Suriye üzerinde Türkiye ve İran’ın beşeri ortaklarına ihtiyaç vardır. Bu ortaklık hem iki ülkeyi buluşturacak, hem de Kürt oluşumlarını dengeleyecektir.

Bu safha da İran oldukça rahat, çünkü Irak ve Suriye’de kendisine mezhep temelinde doğal müttefikler bulmuş durumdadır. Türkiye’nin mezhep politikasını terk ettiği düşünülürse iki ülke de ki Türkmen unsurlar da Türkiye’nin doğal müttefikleri konumunda gözüküyorlar.

Şimdiden sonra en akıllı tercihin terör örgütlerinden arındırılan Mezapotamya ülkelerinde kurulacak Kürt otonomilerini İran açısından Güney Irak Şii-Batı Suriye Nuseyri otonomileri, Türkiye açısından Doğu Türkmeneli ve Batı Türkmeneli otonomileriyle dengelemektir.

Biz, bu gelişmenin bir anda değil, zamana, ama kısa zamana yayılarak gerçekleşebileceğini ve 21. Yüzyıl Ortadoğu karışıklığının bu şeklide sakinleşebileceğini düşünüyoruz. Böylece, yıllar sonra bölge ülkelerinin ipleri yine bölge ülkelerinin eline geçmiş olacaktır.

Çıkarları birleşen ülkelerin işbirliği küresel işbirliği anlamına da gelmeyebilir. Bu ülkeler diğer konularda kendi çıkarlarına olan politikalarını devam ettirebilmekte özgür olacaklardır.

Bakalım, zaman ne gösterecek? Bunu şimdiden bilemeyiz, ancak bölge ülkelerinin bölgeye ağırlıklarını koymalarının Atlantik emperyalistlerini rahatsız ettiği oldukça aşikar olarak algılanabilir durumdadır. Türkiye’nin bu yaz karşılaştığı dram ve trajediler bu rahatsızlığın reaksiyonu gibi gözüküyor.