Diren...
Altı buçuk aylık doğdu. Kuvöze kondu. Büyüyor; şimdi 9 aylık, 6 kilo oldu. Artık kuvöze sığmıyor haliyle. Ama yoğun bakımda, kronik akciğer rahatsızlığı tedavisine de devam edilmesi gerekiyor.
9 aylık Diren’i -onun güçsüz bedeni için enfeksiyon riski taşıyan- yetişkinlerin yoğun bakım ünitesine koydular! Çünkü işçi babasının onu özel hastanede yatıracak parası, İstanbul’daki üniversite hastanelerinin de Diren’e bakacak yeri yok!
* * * 
Medine...
6 yaşlarında. Kalp yetmezliği var. Hastane koşullarında bakılması gerekiyor; çünkü eve her gönderildiğinde kalbi duruyor! Bu kısırdöngü bir gün “hayata döndüremedik” haberiyle bozulacak diye korkan babası isteğini iki kelimeyle özetliyor:
Kızım yaşasın!
Çok mu lüks, çok mu uçuk, çok mu ütopik, çok mu olağandışı, marjinal bir talep?
Ama kalbinin atmaya devam edemeyeceği biline biline evine yollanıyor her seferinde;
Yer yok çünkü onun minicik bedenine hastanelerde!
* * * 
Poyraz...
4 yaşında. Haberler doğruysa ateşini düşürmek isteyen annesinin akıl almaz ihmali sonucu buz dolu küvette kendinden geçti. Yine de yaşayabilir, yaşatılabilirdi;
Çocuk yoğun bakım servisi bulunamaması sebebiyle Avcılar’dan ta Göztepe’ye, İstanbul’un bir yakasından ötekine sevk edilmeseydi! Yolda can verdi!
* * *
Yukarıdaki üç  “skandal” da dünkü haber bültenlerinden.
 “Daha fazlası” nı düşünürken geçtiğimiz haftalarda sosyal medyada binlerce kere paylaşılan bir fotoğraf geliyor mesela aklıma;
İnleyen adam!
İddia oydu ki, Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi acil servisinde bir sedyede  “unutulan”  kimsesiz aklı başında olmayan bir hasta saatlerce inim inim inlemiş, hasta yakınlarından biri ne istediğini sorunca da utandıran, utanmamızı gerektiren bir cevap vermişti:
Ekmek!
Açtı...
* * *
Sibel...
25 yaşındaydı. Lenf kanseri tedavisi gördüğü  Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nin kuruluna göre Sibel’e yapay solunum borusu nakli gerekiyordu. Türkiye’de yapılamadığından İsveç’e sevk edildi.
Sağlık Bakanlığı’ndan onay ve SGK’nın da tedavi masraflarını
üstlendiğini gösteren teminat alabilmesi için gerekli prosedür uzadıkça uzayınca, Sibel’in gücü tükendi, erkenden göçtü gitti.
* * *
Enes...
6 yaşındaydı. 2 yaşında işitme cihazı takıldı. Asgari ücretle, inşaatlarda çalışan babası, son taksiti geciktirince, eşi benzeri var mıdır bilmem, faturada hasta adı yazıyor diye 6 yaşındaki çocuk icralık oldu!
* * *
Derya...
40 yaşında... Doğum yaptı. Taburcu oldu ama ağrıları bitmiyordu. Muayene oldu. Önce “yok bir şey” dediler. Sonra “safrada taş” diye safra kesesini aldılar. Şikâyeti devam edince, ultrasonda görünen “kitle” yi almaya karar verdiler. “Kitle” doğumda unutulan sargı beziydi. Bağırsaklarını çürüttüğü için bağırsaklarının da bir bölümü alındı. Ölümün kıyısında şimdi...
* * * 
Yer:
Dağ başı, ücra bir köşe filan değil İstanbul. 10 yaşındaki kızı yılan soktu. Gerekli serum, götürüldüğü 7’nci hastanede bulundu orada da uygulayacak uzman yoktu. Kızın tedavisine ancak 8’inci hastanede başlanabildi!
* * *
Bugünlerin değişmez tehdidi; “kene”  yapıştı yine gündemimize. Her gün bir Sağlık Bakanlığı yetkilisi açıklaması okuyoruz. Ama hâlâ “ne yapmamız gerektiğini” anlayabilmiş değiliz. Çünkü biri  “Aman dokunmayın, çıkarmayın, en yakın sağlık kuruluşuna gidin” derken, ötekisi “Keneyi, cımbızla, girdiği yerden nasıl çıkarabileceğimizi” anlatıyor!
* * * 
Sağlık Bakanı iftarda konuştu önceki gece; böyle eften püften konulara değinecek değil ya şu mübarek günlerde... Ramazan’ın ruhuna uygun olarak(!) gıda sektörüne el attı:
- (Muhalefet partilerini kast ediyor) Bunlardan bir cacık olmaz!
Haklı, olmaz;
Hiç değilse bir hıyar lazım cacığa!
* * * 
Ha unutmadan...
Sayın Bakan tez zamanda yapıp sorumluluğundaki hastanelere servis etsin o cacığı bence;
Tam “yoğun bakımda kebap partisi yapan”  personeline göre!