İşgalci Çin, Doğu Türkistan’ın müdafii Prof. Karluk’un 90 yaşındaki annesini katletti İşgalci Çin, Doğu Türkistan’ın müdafii Prof. Karluk’un 90 yaşındaki annesini katletti
Kıbrıs’ta savaş çanları acı acı çalmaya başladı! Doğu Akdeniz’de gerginlik had safhada! Barış, çözüm ve anlaşma söylemlerinin yerini diplomasi dışı provokatif söylemler almaya başladı! Doğu Akdeniz’in kaderi Orta Doğu’ya mı benzetilmeye çalışılıyor?

Geçtiğimiz hafta sonu Güney Kıbrıs’ta Dış Rumlar Konferansı’nda konuşma yapan İsrail ve Mısır büyükelçileri hadlerini aşan bir üslupta Doğu Akdeniz’de gerekmesi halinde Rum Yönetimi lehine Türk tarafına karşı askeri güç kullanmaktan çekinmeyeceğiz tehdidinde bulundular. Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon rezervleri(!) anlaşılan o ki, birçok ülkenin zihinlerini bulandırarak gözlerinin kararmasına neden olmuştur. Konferansa İsrail ve Mısır dışında ABD, İngiltere ve birçok AB ülkelerinin büyükelçilerinin de katılarak Rum Yönetimi lehine destek belirttikleri ifade edilmektedir. Rum Yönetimi gördüğü bu destekten son derece memnun görünmektedir.

GKRY, Yunanistan, İsrail ve Mısır Doğu Akdeniz’de ilan ettikleri sözde münhasır ekonomik bölgeler (MEB) ile Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) “mavi vatan” olarak da nitelendirilen denizlerde kendi içerisine hapsetmeyi planladıkları da yeri gelmişken unutulmamalıdır.

Rum Yönetimini kimlerin savaş çıkarmaya cesaretlendirdiği görüldüğü gibi apaçık ortadadır. Böyle devam ederse Rum Yönetiminin Doğu Akdeniz’de savaş çıkarması an meselesidir. Crans Montana’da Kıbrıs Konferansı’nın çökmesinin ardından koca bir yıl geçti. Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs’ta yeni bir müzakere sürecinin başlayıp başlamaması konusunda tarafların nabızlarını tutmaya çalıştığı bir süreçte yaşananlar son derece düşündürücüdür. Diplomatların görevi diplomasiyi ortadan kaldırarak savaş çığırtkanlığı yapmak mıdır?

Uluslararası hukuk zemininde Türkiye ve KKTC’nin Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki haklarını ellerinden alamayacağının (gasp) farkında olan Rum Yönetimi ve destekçileri bu işi anlaşılan o ki diplomasi yerine askeri güç kullanarak çözmeyi göze almışa benziyorlar.

Türkiye ve KKTC Kıbrıs konusu, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge konularını diyalog ve diplomasiye bağlı uluslararası hukuk zemininde sürdürmekte kararlı ve bu yönde mesajlar vermeye de devam etmektedir. Buna karşılık Rum Yönetimi ve kendisine destek verenler ise diplomasi dışı kışkırtıcı tehditler savurmaktadırlar. Türkiye ve KKTC bugüne kadar uluslararası hukuka göre kendilerine ait olan kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeleri içerisinde Kıbrıs konusundaki müzakere süreçlerine olumsuz bir etkide bulunmaması adına itidalli bir yaklaşım ortaya koyarak hidrokarbon arama faaliyetleri vb. girişimlerde pek bulunmamışlardır.

Türkiye ve KKTC’nin bugüne kadar ortaya koymuş oldukları bu pozitif yaklaşımlarının negatif şekilde görülmeye çalışılması üzücüdür. Türkiye ve KKTC’nin uluslararası hukuk çerçevesinde kendilerine ait kıta sahanlıkları ve münhasır ekonomik bölgelerinde bundan sonra daha aktif olacaklarını açıklaması rahatsızlık yaratmışa benziyor.

Rum Yönetimi ve kendisi ile birlikte hareket edeceklerini açıklayanların diplomasi ve uluslararası hukuk dışı tavır, tutum ve davranışları bakalım bundan sonra ne seviyede kalacak? Sözlü tehdit seviyesi aşılarak çatışmaya dönüşmez diye umuyorum. Doğu Akdeniz, Orta Doğu gibi savaş alanı haline mi dönüştürülmek istenmektedir?

Rumlar, 21 Aralık 1963’de Ortak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni silah zoru ile gasp ederek üniter Rum devletine dönüştürmüşlerdi! Dönüştürdüler de ne oldu? Uluslararası bir tepki mi gördüler? Hiçbir tepki görmediler.

Tepki görmedikleri gibi Birleşmiş Milletler(BM) Güvenlik Konseyi(GK) 4 Mart 1964 tarih ve 186 sayılı aldığı kararla uluslararası hukuka aykırı bir şekilde Rumlar lehine siyasi bir karar üretmedi mi? Uluslararası toplum bu karar üzerine Kıbrıs’ta Rumları muhatap alarak Kıbrıs Türklerini yok saymak durumunda kalmadı mı?

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 4 Mart 1964 tarih ve 186 sayılı siyasi kararı, her şeyden önce 1960 Ortak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Rumlar tarafından 21 Aralık 1963’de gasp edilerek Rum üniter devletine dönüştürülmesini sağlamıştır. BM’nin 4 Mart 1964 tarih ve 186 sayılı siyasi kararı BM Barış Gücü’nün Ada’ya gelmesine ve Rumlar lehine statüko oluşturarak bugüne kadar korumasına neden olmuştur! Rum Yönetimi bu gelişmeyi göz önünde bulundurduğu vakit ucu kapalı Kıbrıs Türkleri lehine olacak yeni bir müzakere sürecine başlamak yerine 55 yıl önce yaptığı gibi yeniden silaha sarılabilir mi?

Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon rezervleri bahane edilerek Kıbrıs adası çevresinde yaşanacak olası bir çatışma durumunda neler yaşanabilir? Hiç düşündünüz mü? Ada’nın tümünü gasp etmeyi planladıkları asla göz ardı edilmemelidir.

Türk tarafı olarak önümüzdeki süreçte muhtemel gelişmeler karşısında nasıl bir yol haritası izleyeceğimiz en küçük ayrıntısına kadar düşünülerek her türlü tedbirler alınmalıdır. Kıbrıs Türkünün kurtuluşu daha öncede pek çok kez ifade etmeye çalıştığım gibi içerisinde bulunduğumuz konjonktürde Özerk Kıbrıs Türk Devleti’dir. Örneğin Birleşik Krallık özerk bir devlettir. Galler, İngiltere, İskoçya ve Kuzey İrlanda’dan oluştuğu da yeri gelmişken unutulmamalıdır.

Sonuç itibarı ile Rum tarafı, önümüzdeki süreçte bakalım Kıbrıs konusu ve özellikle Doğu Akdeniz’de münhasır ekonomik bölge konularında nasıl bir yol izleyecek? Kendisini dolduruşa getirenlerin gazı ile hareket etmeyi mi tercih edecek? Yoksa aklıselim bir şekilde uluslararası hukuka saygı duyarak mı hareket etmeyi tercih edecek? Bunu hep birlikte göreceğiz…

(Kaynak: TÜRKSAM - Gökhan Güler)



Editör: TE Bilisim