Tefeciler Varlık Fonu'nun vereceği fahiş faizi duyunca birbirini ezdi. Somali bile böyle borçlanmıyor. Tefeciler Varlık Fonu'nun vereceği fahiş faizi duyunca birbirini ezdi. Somali bile böyle borçlanmıyor.
EKONOMİK ve SOSYAL TARİH

Tarih deyince varsa yoksa harplerin, savaşların tarihi aklımıza gelir.. Falan padişah, falan padişaha savaş ilan etti. Savaş da şöyle böyle yapıldı. Sonunda da şu padişah kazandı. Hadi biraz öte siyasi tarih. Hepsi bu…

Bu tarih bilimi değil aslında…

Benim çok geç keşfettiğim Fransız tarihçi Fernand Braudel (1902– 1985) tarihi böyle anlamaz. Braudel’e göre tarihçinin görevi sosyal ve tarihi değişim sürecinin bütünlüğünü yakalayabilmektir. Braudel’e göre tarih; hızlı değişenden (olay) çok yavaş değişeni (olgu) araştırılan bir bilim dalıdır. Braudel’e göre bilim de ekonomi ve sosyal gelişmeyle ilerler.

Braudel’in bu görüşleri; bizden Halil İnalcık, Fuad Köprülü, Ömer Lütfi Barkan gibi Türk tarihçilerini de etkiler… Bu sayede ülkemizde geleneksel siyasi tarihten “ekonomik ve sosyal tarih”e geçiş Ömer Lülfi Barkan’la başlar, Halil İnalcık’la devam eder... İşte tam da bu nedenle Halil İnalcık, Braudel gibi düşünerek, “Osmanlı, Avrupa ekonomisinin merkantilizme geçişini anlayamadı” diye yazar. (Merkantilizm yani ticaret devrimi, sermaye birikimi...) Çünkü Braudel, daha 1700’lü yıllarda İngiltere’de “Artık hiç kimse kasalarda para tutmamakta, cimriler bile varlığını (piyasada) dolaştırmakta” diye yazar. (‘’Maddi Medeniyet ve Kapitalizm, 1400-1800’’, İz yayıncılık, 1996)

Merkantilizm, varlık, servet ve sermaye

İyi güzel de, Doğu Roma geleneğini devam ettirerek ekonomisini fetih-ganimet-vergi esasına dayandıran Osmanlı, Avrupa ekonomisinin merkantilizme geçişini anlayamadı da Atatürk’ten sonra Türkiye Cumhuriyeti ve günümüzde yaşayanlar anlayabildi mi? Ne yazık ki anlayamadı… Hala günümüzde üniversitelerin ekonomi bölümü birinci sınıfında anlatılan servet ve sermaye farkını anlamış değiliz. Hala Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ikinci ev, araba, arsa, altın ve döviz almayı (servet sahibi olmayı) yatırım zannediyorlar. T.C vatandaşları tarafından hala ''sermaye''nin ne demek olduğu anlaşılmış değildir. Vatandaşlar bir tarafa devlet de anlamış değildir. Devlet de izlediği politikalarla vatandaşı yatırım olarak ikinci ev, arsa, tarla, altın ve döviz almaya itiyor. Bugün için Ege ve Akdeniz kıyılarına yazlık diye beton olarak gömülen milli servet, sermayeye dönüşmüş olsaydı eğer bugün Türkiye’nin çehresi çok daha farklı olurdu… Fakirliğimiz, yoksulluğunuz bundandır; varlığımızın, servetimizin sermayeye dönüşmemiş olmasındandır…

Osmanlı, merkantilizmi atlayarak, sermaye biriktirmeden üretmeden yaşamaya çalıştı. Başaramadı. Günümüzdeki Osmanlı sevdalıları da aynı politikayı güdüyorlar: Üretmeden yaşamak, üretmeden zengin olmak. Bu nedenle Osmanlının ardılı olduğunu iddia edenler, Cumhuriyetin bütün kazanımlarını ve Cumhuriyetin bütün varlıklarını Osmanlının ganimet anlayışıyla sattılar. Osmanlı gibi halkı ÖTV, KDV, stopaj diye dolaylı vergiye boğdular. Kaynak yaratmadan yandaşlarına kaynak aktardılar. Kendi zenginlerini yarattılar. Halbuki üretime dayanmayan her zenginlik, halkın varlığından çalınan bir hırsızlıktır... 

Geçen günlerde bu sayfalarda yazdığım ‘’Ülkenin Fotoğrafı’’ başlıklı yazımda bahsettiğim gibi keşke ülkede onlarca Koç, Sabancı ve Eczacıbaşı olsaydı. Bu aileler 80-90 yıldır üretim yapıyorlar, istihdam yaratıyorlar, vergi veriyorlar, sosyal sorumluluk alanında, toplum, eğitim ve kültür alanlarında yatırım yapıyorlar, hizmet veriyorlar. Eğer bu aileler zenginseler bu zenginliklerini 80-90 yıldır yaptıkları üretime borçlular…

Bir de günümüzün sonradan görme zenginlerine bakın. Bu zenginlerin, üretime dayanmayan zenginlikleri aslında hırsızlıklarındandır…

Osman AYDOĞAN

Editör: TE Bilisim