Finansal kriz başladığından bu yana faizleri yükseltip, vatandaşın canını yakan vergileri artırarak günü kurtarmaya çalışan Hükümet nihayet dişe dokunur bir adımla karşımıza çıkıyor. Hafta içinde TBMM Komisyonu’ndan geçen torba yasa kamuoyunda daha çok Merkez Bankası’nın yedek akçelerini bütçeye aktaran değişiklikle ses getirse de, asıl önemli değişiklik Türk bankacılık sistemini felç eden sorunlu kredilere ilişkin düzenlemeyle atıldı.

Torba yasada yer alan teklife göre Türk bankalarının şu ana kadar kendi başlarına çözüm bulmaya çalıştığı, ancak güçlerinin yetmediği anlaşılan milyarlarca dolarlık geri ödenmeyen krediyle ilgili. Banka bilançolarına göre söz konusu krediler yılın ilk çeyreğinde toplam 400 milyar liraya ulaşırken, bu rakamın 100 milyar liralık kısmı tamamen batık kredilerden oluşuyor. Kalan kısım ise ödeme güçlüğüne düşmüş ancak umut kesilmemiş kredilerden oluşuyor.

Yüksek gibi gözükse de, bu iyimser bir rakam. En azından bugüne kadar bilanço sistemi değişiklikleriyle sağlam gibi görünmesi sağlanan döviz kredilerinin ortaya çıkaracağı sorunlu alacakları kapsamıyor.

Öte yandan söz konusu batıkların 370 milyar liralık bölümü Türkiye’de kredilerin yüzde 80’inden fazlasını dağıtan 10 büyük bankanın bilançosunda yer alıyor. Bu bankaların toplam özkaynak büyüklüğü ise 350 milyar TL’yi ancak buluyor. Kaba bir hesaplamayla, 10 büyük bankanın bilançolarında tutulan problemli kredilerin 2019 başından itibaren özsermayelerini geçtiği söylenebilir. Bu da Türk bankacılık sistemini resmi olarak olmasa bile kağıt üzerinde batık kılıyor. Zaten bu nedenle dev Türk bankalarının kredi notları, ülke ekonomisinden çok önce kredi derecelendirme kuruluşları tarafından çöp seviyesine indirildi.

Aşağıdaki tablo durumun ciddiyetini göstermek açısından önemli bir gösterge:

10 büyük bankada 370 milyar sorunlu kredi var

         
Banka (Milyon TL) Sorunlu Kredi Özkaynak Oran (%)  
Ziraat 29.438 55.748 52,8  
Halkbank 28.713 29.529 97,2  
Vakıfbank 37.910 29.628 128  
Garanti 55.474 48.426 114,6  
İş Bankası 52.334 56.146 93,2  
Akbank 40.975 47.492 86,3  
Yapı Kredi 53.181 39.073 136,1  
Finansbank 20.378 15.122 134,8  
Denizbank 35.552 16.032 221,8  
TEB 13.617 10.144 134,2  
Toplam 367.572 347.340 105,8  

İlk 10 bankanın verdiği her 100 TL’lik kredinin 16 TL’sinin sıkıntılı olduğunu gösteren bu rakamlar elbette bankaların olduğu kadar Türk devleti ve halkının da sorunu. Çünkü tahsilatı geciken her kredi, nakit akışını kilitlediği için yeni bir kredi açılmasının önündeki en büyük engel.

Zaten ödenmeyen kredilerin bankacılık sistemini iflasın eşiğine getirdiği gerçeğinin ortaya çıktığı geçen yılın ortasından bu yana Türk bankalarının kredi büyümesi yüzde 0’a yakın gerçekleşti. Oysa geçtiğimiz yıllarda bu oran pek nadir olarak iki haneli büyüme oranlarının altına gerilemişti.

Öte yandan daha az kredi matematiksel bir gerçeklik olarak daha az büyüme anlamına da geliyor. Bu nedenle Türk ekonomisi son iki çeyrektir küçülüyor. Geçen yılın son çeyreğinde yüzde 3 olan daralma bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 2.6 olarak gerçekleşti. Kredi kanallarında bir açılma olmadığı için bu yılın ikinci çeyreğinde de daralma trendinin sürmesi bekleniyor.

Ayrıca sorunlu kredilerinin büyüklüğü nedeniyle oluşan söylentiler şirketler arasında büyük bir güven erozyonu ortaya çıkardığı için, genele yayılan bir likidite sıkıntısı da, ülke ekonomisinin yeniden toparlanabilmesinin önünde teknik ve psikolojik bir bariyer oluşturuyor.

Tüm bu şartlar göz önüne alındığında Türkiye’nin 2001’de benzerini yaptığı ve dünyadaki pek çok ülke tarafından da çeşitli zamanlarda deneyimlenen bir banka rehabilitasyonunun gündeme getirilmesi kaçınılmazdı. Hatta seçimler ve belki de biraz ekonomi yönetiminin beceri eksikliği nedeniyle bu alanda geç bile kalındı da denebilir. Çünkü geç kalınmış olduğunu her çeyrekte açıklanan bilançolarla birlikte giderek büyüyen sorunlu kredi artışları da gösteriyor.

Öte yandan sorunların tespiti, kabulü ve çözümü için adım atılması her ne kadar olumlu olsa da tek başına yeterli değil. Çözüm formüllerinin hayata geçirilmesi sırasında ortaya çıkacak problemleri çözme kabiliyeti ve hepsinden önemlisi faturanın kim tarafından nasıl ödeneceği konusu da başarı şansıyla doğrudan orantılı.

Henüz ayrıntıları net olarak belirlenmese de Türk hükümeti tarafından ortaya konan sorunlu kredi çözüm paketi de bu konuda kendi içinde önemli soru işaretleri barındırıyor.

Hükümet son torba yasaya koyduğu düzenlemelerle sorunun çözümü için özet olarak bir yeniden yapılandırma sistemi kurulmasını öngörüyor. Yapılandırma sistemi içinde borçlu şirketlerin bir kısım borçların affı, vadesinin uzatılması ya da yeniden kredilendirmeyle tedavi edilmesi gibi düzenlemeler yer alıyor. Böylece borçluların yeniden ödeme kabiliyetine kavuşana kadar bir anlamda yüzdürülmesi planlanıyor.

Diğer yandan bazı şirketlerin tedaviyle de düzelmeyeceği anlaşıldığından olsa gerek, borç yapılandırmasının avantajlı koşullarından yararlanılabilecek firmaların belirlenmesinde bir ‘kanaat şartı’ getirilmiş durumda.

Yapılandırmadan faydalanmak için oluşumunda kamunun da yer alacağı bir takım hakemlik kuruluşlarından ‘olur’ notu almak gerekiyor. ‘Olur’ alamayan borçlular, doğrudan iflas kanununun acımasız yaptırımlarıyla yüzleşmek zorunda kalacak.

Türkiye’deki siyasi ve ekonomik şartlar göz önünde bulundurulduğunda, kredi yapılandırma programına alınmanın, memur sınavlarında AKP’lilerin seçilmesini sağlayan sübjektif uygulamalar benzeri bir düzene dönüşmeyeceğini düşünmek biraz safdillik olur. Ve tabii ki, 2001 krizi sonrasında yaşanan servet değişiminde büyük ölçüde AKP’ye yakın muhafazakar sermayenin karlı çıkması gibi hatıralar da, krizin Erdoğan iktidarı tarafından bağımlı bir sermaye oluşturma aracı olarak kullanacağı endişelerini gündemde tutacaktır.

Bir başka ve asıl tartışma yaratacak konu da kredilerin yeniden yapılandırılması sırasında ortaya çıkan maliyetin kim tarafından ve nasıl ödeneceğidir.

Destici Kızdı.. ‘Atla Deve Değil ki’ Destici Kızdı.. ‘Atla Deve Değil ki’

Türk halkı 2001’de daha ufak çaplı ama benzer bir kriz sırasında ortaya çıkan onmilyarlarca dolarlık faturayı, politikacılar ve bankacıların ‘Bir daha asla olmayacak’ masallarını dinleyerek mecburen ödemek zorunda kaldı. Ancak bu kolay olmadı. 2001’de batan bankaların ve sistemin düzeltilmesi için ödenen bedel, ülkenin son 17 yılını etkisi altına alan, çağdışı muhafazakarlaşma ve otokratlaşma eğiliminin zirveye taşındığı siyasi bir çağ başlattı.

Şimdi ise 2001’deki krizin küllerinden doğan o muhafazakarlar, kendi ikballerini inşa ettikleri eski ekonomik enkazın çok daha büyüğüyle tekrar halkın karşısına çıkıyor. Dolayısıyla faturanın kime ödetileceği konusu ekonomik olduğu kadar siyasi bir sınav niteliği de taşıyor.

Sınav sonucunda Erdoğan ve bağlılarının yıllardır primini yedikleri ekonomik kalkınma ve süslü geri dönüş hikayesi bir anda tersine dönebilir. ‘Eskiden bunlar var mıydı?’ sloganının, ‘Bundan daha kötüsü gelmedi’ şikayetine dönmesi mümkündür.

Bunlar elbette faturanın 2001’deki gibi geniş halk kitlelerine ödetilmesi halinde olacak değişiklikler. Ancak mevcut durum da zaten başka bir seçeneğin ortada olmadığını gösteriyor. Temelde yıllarca alınıp önemli bir kısmı batırılan dış borçların ödenmesi söz konusu ve mevcut siyasi şartlar bunların ödenmesi sırasında IMF, ABD ve bir bütün olarak Batı sermayesinin desteğini kaybetmiş durumda. Bu nedenle ortaya çıkacak faturanın büyüklüğü TC uyruğunda yaşayanlar için her zamankinden daha fazla önem taşıyor.

Gelelim faturanın ne kadar olabileceğine. 400 milyar TL’lik kredinin zaten 100 milyar TL’si batık olduğu düşünüldüğünde, kalan 300 milyar TL’lik kısmın (şimdilik) bir program dahilinde nasıl yaşatılacağı ve buradan ne kadar para kurtarılabileceği önemli bir tartışma konusudur. Ancak ilk bakışta anlaşılan, 300 milyar TL’lik bölümün devlet istedi, sermaye elini taşın altına koydu, ‘hepimiz aynı gemideyiz’ sloganları atılarak tamamıyla çözüme kavuşturulabilecek krediler olmadığı da aşikar. Bu kredilerin yarısı bir takım işadamları tarafından kredi faizleri yüzde 10-15 aralığındayken ya da dolar 2 TL’lerdeyken alınmış kredilerdir. Aynı zamanda daha faiz oraları yükselişe geçmeden, ülke ekonomisi küçülmeye başlamadan problem yaşamaya başladığı için bankalar tarafından yakın izlemeye alınmış kredilerdir.

Örnek vermek gerekirse en fazla sorunlu kredisi bulunan Garanti BBVA’nın yakın izlemedeki alacaklarının yüzde 80’inden fazlası 90 günden uzun süredir ödenmeyen alacaklardan oluşuyor. Bunlar arasında yıllardır ödenmeyip banka tarafından bir şekilde yüzdürülen ve batık sayılmayan önemli miktarda kredi mevcut. Diğer bankalar için de durum çok farklı değil.

Türk ekonomisinde mevcut kredi faizlerinin yüzde 30’a çıkması, tüketim harcamalarının gerilemesi, artan işsizlik ve devam eden durgunluk da göz önüne alındığında yeniden yapılandırma furyasından yararlanabilecek kredi tutarı da sınırlıdır. Birçok şirkete iktidar zoru ya da hatır gönül ilişkileriyle yaşama şansı tanınsa da kısa bir süre sonra bunların daha büyük batıklar olarak ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Dışarıdan yeterli destek alamayan bankalar patronlarının da gücü yeterli olmadığı için çıkacak kesin zararı öyle ya da böyle kamuyla paylaşmak zorunda kalacak. Yani faturayı ödeyen yine Türk vergi mükellefleri olacak.

Bu durum, bugüne kadar Türkiye’nin yüksek borcu bulunmadığını, borçların özel sektöre ait olduğunu söyleyen bir partiye inanan ve bu hatalı gerçeği kabullenen taraftarları için acı bir sonuç olsa gerek. Daha acı olanı, kamyon devrilmeden bu konuda uyarılar yapan muhaliflerin de fatura ödenirken ayrı tutulmayacağı gerçekliği. Özellikle de bugünlerde artık daha geniş kitlelerin kapısını çalan zorlu yaşam koşulları dikkate alındığında…

Can Teoman 

Editör: TE Bilisim