Cuma günü Fitch’ten not beklerken S&P isimli derecelendirme kuruluşu, notumuzu değiştirmese de, not görünümümüzü durağan’dan negatife çekti. Fitch ise daha önce yapmış olduğu açıklamaya uygun olarak Türkiye’nin notunu yatırım yapılabilir seviyenin altına düşürerek, görünümü durağan olarak belirledi. Doğal olarak yatırımcılar bu not değişimlerinin döviz kurları, faiz  ve borsa üzerindeki etkisini soruyorlar. 

Aşağıdaki tablo (Tablo-1) Derecelendirme kuruluşlarının not tablosunu veriyor. Son eklenen kolonu ise (puanlaştırılmış), verileri grafiğe dökebilmek amacıyla ben belirledim.

Tablo-1

Türkiye’nin derecelendirme kuruluşlarından aldığı notlar 1992 yılında başlıyor. Bunun öncesinde notumuz yoktu. Bu notların tarihsel gelişimi ise aşağıdaki grafikte veriliyor. Tabi ki bu arada, görünüm değişiklileri bu grafikte görünmüyor. Görünüm değişikliği dediğimiz şey ise; belirli bir nota ait “pozitif”, “durağan” ve “negatif” olmak üzere üç kademeyi temsil ediyor. Eğer ülke belirli bir not almış ve görünüm “pozitif” olarak belirlenmişse, bir üst nota yükselme olasılığınız artıyor. Eğer görünüm “durağan” ise, bulunduğunuz not grubunda kalma olasılığınız daha yüksek iken görünüm “negatif” ise bir alt not grubuna düşme olasılığınız yükseliyor.

S&P bizi zaten yatırım yapılabilir seviyeye getirmemişti. En son S&P notumuz BB+ “durağan” şeklindeyken, S&P bunu BB+ “negatif” olarak değiştirdi. Yani bir sonraki not açıklama döneminde notumuzu  spekülatif seviyeye indirme olasılığı ortaya çıktı. FITCH ise cuma gününe kadar bizi yatırım yapılabilir not seviyesinin en altı olan BBB- seviyesinde tutarken, cuma günü bu notu BB+ “durağan” olarak değiştirdi. Böylece şu an hiç bir derecelendirme kuruluşu, Türkiye’Yi yatırım yapılabilir kategorisinde değerlendirmiyor. Eğer en az 2 tane derecelendirme kuruluşundan “yatırım yapılabilir” notu alırsanız, gelişmiş ülkelerdeki finansal kuruluşlar sizin ülkenize yatırım yapabiliyor. 2013 yılında Moodys ve Fitch bizi yatırım yapılabilir seviyeye yükseltmişti. Aşağıdaki grafikte notların tarihsel değişimi veriliyor.

Görüldüğü üzere, 2003 yılından itibaren notlarımız artış trendindeydi. Hatırlayacak olursanız, 2002 yılında Ak Parti iktidara gelmişti. O tarihten bugüne tek başına yönetimde bulunuyor. Özellikle, 2003 yılından itibaren Avrupa Birliğine giriş sürecinde müzakere tarihi alınması, IMF’nin 24 milyar dolar borcumuzu ötelemesi ve 2005 yılında da AB ile müzakerelerin başlaması olumlu etkiler yaptı. Bu dönemin tarihsel bir bilançosuna bakmakta fayda var. Kolay anlaşılsın diye maddeler halinde yazacağım. Kısa kısa hatırlayacak olursak;

  • S&P bu dönemde diğer derecelendirme kuruluşlarının önünde gitti ve diğerlerinden önce not artırdı.
  • Hafızamızı tazelemek adına 2001 yılındaki ekonomik kriz sonrasında, iç borcun Gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYH) oranı  %95 seviyelerine ulaşırken, bütçe açığının GSYH’nın %13-14 seviyesine geldiğini biliyoruz. 2002’de Ak parti iktidara gelir gelmez, ilk icraatı, yüksek kamu borcunun vadesini uzatmak ve GSYH’ya oranını düşürmek oldu.
  • 2001 sonrası dönemde, özerk kurumlar kuruldu. Bankacılık sistemini denetleyen ve gözetleyen hazine dairesi yeni bir yapı olarak tanımlandı ve BDDK doğdu. BDDK, çok daha etkin bir şekilde bankacılık sistemini kontrol altına aldı. Bankacılık yasasında önemli düzenlemeler yapılarak, bankaların ellerindeki kaynakları en etkin ve verimli şekilde kullanması sağlandı.
  • TMSF, halkın bankalara yatırdığı paraları çarçur eden bankalardan çok ciddi tahsilatlar yaptı.
  • Ali Babacan’nın liderliğindeki ekonomi yönetimi, uluslararası bir güven sağladı.
  • IMF ile yapılan gözden geçirmelerde hiç bir sıkıntı ile karşılaşılmadı ve sürekli olarak olumlu raporlar gördük.
  • 2003 ile 2007 arasında gelişmiş ülkelerden bizim gibi gelişmekte olan ülkelere  yaklaşık 270 milyar dolar para akarken, adımlarını çok doğru atan ve ekonomide önemli bir başarı hikayesi yazan Türkiye, yabancı para girişinden inanılmaz bir şekilde nasiplendi ve borsa 2002 ile 2007 arasında 8-9 bin seviyelerinden 58 bin seviyesine kadar yükselerek, 5 yıl içinde yaklaşık %600 getiri sağladı.
  • 2003-2007 arasında devletin borçlanma faizi %52-53 seviyelerinden %14-16 aralığına düştü ve borçlanma vadeleri 5 yıla kadar çıktı. Türkiye parlayan yıldız oldu.
  • Grafiğe dikkat ediniz, 2008’de tüm dünyada ülkeler birer birer çöp seviyesine düşerken, Türkiye’nin notları düşmedi. Bilakis 2009’da notumuz yükselmeye devam etti. Çünkü 2002 ile 2007 arasındaki mali ve kurumsal reformların, mali disiplinin, ekonomik büyümenin ve bankacılık sisteminin %15-16’lara varan sermaye yeterlilik oranlarının verdiği güçlü yapı ile Cumhurbaşkanımızın deyimiyle, dünyayı adeta hallaç pamuğu gibi atan 2008 krizi, Türkiye’yi  tam anlamıyla teğet geçti.
  • Önemli bir nokta daha var. En olumlu süreçte bile, cari açık hep başımızın ağrısı oldu. Yabancılardan para akıyordu ama bu durum, borç hanemizin gittikçe kabarmasına neden oluyordu. Dışarıdan borç alıyorduk. Bu paralar bankacılık kesimi vasıtasıyla tüketicilere kredi olarak gidiyor ve altımıza yabancı arabalar çekiyor, en son model telefonları kullanıyorduk. Doğal olarak cari açığımız artıyordu. Canlı olan iç talep o kadar canlıydı ki; bankacılık sisteminde kredilerin yıllık artış hızları %30’ları geçmişti. Ama bu böyle gitmezdi ve 2012 yılında ekonomiye fren yaptırırken, zamanın ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ile Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı arasında uçağın yere inmesi, yeniden kalkışa geçmesi konusunda polemikler yaşanmıştı. Yani cari açık yumuşak karnımız oldu.
  • Yüksek iç talep,  enflasyonu bir türlü hedeflenen seviyelere indiremememize neden oldu ve acısını şimdi çekiyoruz. Eğer enflasyon %3-5 aralığına indirilmiş olsaydı, şu an en yüksek faizimiz %6 civarında olurdu.
  • Fakat birçok şey 2015 seçimlerinden sonra değişmeye başladı. Belki de en önemli çıpalarımızdan biri olan ve uluslararası finans camiasına güven veren görünümüyle Ali Babacan’ın ekonomi yönetiminin dışında kalması ilk soru işaretlerini oluşturdu. Hatırlayacak olursanız, Ali Babacan’ın milletvekili olmak üzere karar aldığı duyulduğunda faizler gerilemiş borsada sert artış olmuştu.
  • 2016 yılının Temmuz ayında hain darbe girişimi sonrasında S&P hiç beklemeden notumuzu düşürürken, bir süre sonra Moodys bizi yatırım yapılabilir seviyenin altına çekti. Bence çok erken verilmiş kararlardı ve böyle bir darbe girişiminde insanların bankalara saldırmaması, marketlere hücum etmemesi, ülkesini savunması, doların 3.07 direncini aşmaması, borsanın 2 haftada düştüğü seviyeye yeniden yükselmesi çok önemli artılardı.

Derecelendirme  kuruluşlarının özellikle 2008 krizinden önceki ve sonraki performansı tüm dünyada ciddi eleştiri konusu oldu ve derecelendirme kuruluşlarının notlarına da güven azaldı. Aslında bir ülkenin genel gidişatı konusunda, o ülkeye yatırım yapan herkes her türlü veri ve bilgiye kolaylıkla ulaşabiliyor. Bir bakıma derecelendirme kuruluşlarının verdikleri notlar hem çok geriden geliyor hem de aslında bilinmeyen veya yeni bir şey söylemiyor. Yunanistan’ın borçlarını ödeyemeyeceği 2010 yılının Nisan ayında ortaya çıktı. Derecelendirme kuruluşları çok sonradan çok sert not düşüşleri yaptılar. Yani geleceğe dönük riskleri gerçekten de önceden haber verdiklerini söylemek zor. Yine de, bu notlar küresel yatırımcılar tarafından izleniyor. Fakat verilen notların ülkenin parametreleri (döviz kuru, faizleri ve borsası) üzerinde çok fazla kalıcı etkisi olmuyor. Aşağıda verdiğim bir seri grafiği incelediğinizde göreceksiniz ki; not düşüşleri sonrasında piyasaların verdiği tepkiler karışık bir görünüm arz ediyor.

Şimdi eğri oturup doğru konuşmak gerekiyor. 2002 ile 2015 arasında notlarımız sürekli artmış. O dönemde de Ak Parti iktidardaydı, şimdi de iktidarda. Ben derecelendirme kuruluşlarının not düşürme gerekçelerine girmeyeceğim, çünkü birçok web sitesinde bu gerekçeler zaten bulunuyor ve isteyen herkes internetten okuyabilir.  Şimdi, eğer bu not düşüşlerini sadece ve sadece Türkiye üzerine oynanan bir oyun olarak tanımlarsak, kendimizi kandırmış oluruz. Evet yatırım yapılabilir seviyenin altına düştük ama, o seviyenin üzerine çıkmak S&P, Moodys veya Fitch’in elinde değil, kendi elimizde. Biz doğruları yaparsak, onlar not artırmasa bile, uluslararası finans camiası, bizim notumuzu kendiliğinden artırır. Bu tür bir durumda da derecelendirme kuruluşları zaten artırmak zorunda kalırlar. Ne yapacağımız çok belli. 2002-2007 arası ne yapmışsak, nasıl amatör bir ruhla, tüm dünyanın dikkatini çekecek profesyonel işler yapmışsak aynısını yapacağız. Özellikle siyasilerin Merkez Bankası’nın kararları üzerinde olumlu ya da olumsuz yorumlar yapması, kredibiliteye ciddi zarar verdi. Eğer geçen hafta MB’nın faizleri artırması operasyonunu Erdem Başçı yapmış olsaydı, eminim siyasilerden çok sert eleştiriler gelirdi. Geçenlerde yazdığım yazıda da belirttiğim üzere, faiz artışının dolambaçlı yollardan, (geç likidite penceresi kullanılarak) yapılması inanın çok olumsuz bir görüntü oluşturduğu gibi, her ne kadar siyasiler MB kararlarında bağımsızdır deseler de inandırıcı olamazlar.

Faizleri düşürmenin sadece ve sadece bir tane yolu vardır. Enflasyonu düşürmektir. Enflasyonu %3-5 aralığına düşürdüğünüzde faizler de kendiliğinden %6’lara iner. Ama hiç bir ekonomi yönetimi veya hükumet bunu yapmaz veya yapamaz. Çünkü oy kaybı demektir. Enflasyonu düşürmenin en etkin yolu bir süreliğine büyümeyi de aşağı çekmektir. 1980’li yıllarda ABD’nin enflasyonu %12-14 seviyelerine ulaştığında ve geleceğe ilişkin enflasyon beklentileri alıp başını gitmişti. Enflasyon canavarı kendi kendini besleyen bir sürece dönüşmüş ve yükseldikçe yükselmeye başlamıştı. O dönemin FED başkanı Paul Volcker,  şunu gördü; enflasyon yüksek kaldıkça ve bu beklentiler aşağı düşmedikçe, iş dünyası önünü göremiyor ve üreteceği mal veya hizmete fiyat belirleyemiyordu. Bir süre sonra zaten büyüme hızla aşağı gidiyordu (stagflasyon).  Enflasyonun yükselmesi ABD’deki faizlerin de %18’leri aşmasına neden olmuştu. Yatırım ortamı bozulmuştu. Paul Volcker o meşhur düğmesine bastı ve faizleri çok sert bir şekilde yükselterek, ekonomiyi bilinçli olarak resesyona soktu. Aşağıdaki ilk grafikte FED faizlerinin %20’lere yaklaştığını, ikinci grafikte de 1 yıllık ve 10 yıllık devlet tahvili faizlerinin %17’lere yaklaştığı görülüyor.  Gri alanlar ise resesyon zamanlarını gösteriyor.

Paul Volcker’ın yaptığı sert faiz artışları ABD ekonomisi için kısa vadede ekonomiyi daraltmıştı ve istenmeyen türdendi. Ama 1985’lerden sonra ABD ekonomisi muazzam bir büyüme trendine girdi ve özellikle 1990’larda ABD ekonomisi ortalama olarak %4.5 civarında büyüdü.  Çünkü enflasyon %2’lere inmiş, faizler de %2-3 civarına düşmüştü. Geleceğe ilişkin belirsizlikler kaybolmuştu.

Bu ülkeye gerçekten tüm dünyayı kıskandıracak bir büyüme başarısı yazmak istiyorsak, iş dünyasının önünü açmak istiyorsak, yatırımların artmasını istiyorsak, işsizlerimize iş bulmak istiyorsak cesaretle enflasyon denilen canavarın tepesine binmeliyiz. Eğer insanlarımıza, acı ilacı içirirken “çocuklarımız için bu acı ilacı içiriyoruz” dersek, bu ülkede darbecilere karşı canını hiçe saymış bu ülke insanı, fedakarlıktan kaçmaz. Eğer enflasyonu düşürürken, bir de  hukukun üstünlüğünü, vergi ve ihale yasalarını yasalarının uluslararası normlara gelmesini sağlayıp, demokrasiyi ve şeffaflığı bütün kurumlarıyla hayata geçirirsek, 2023’e girerken notumuz inanın yatırım yapılabilir kademenin çok çok üzerine çıkar. Şu an aslında bunu yapabilecek siyasi güç var. Ama, maalesef sayın Cumhurbaşkanımızın yanlış yönlendirildiğini düşünüyorum. Bu ülkenin insanlarının vergileriyle, devletim beni  yurt dışına gönderdi ve “ekonomi politikaları konusunu öğren gel ve ülkene hizmet et” dedi.  Bu yüzden doğru bildiğim bu şeyleri yazmak bilgimin zekatı ve boynumun borcudur. İğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batırmamız lazım. Başımızı kuma gömmeyelim.

S&P ve FITCH kararları Sonrası Borsa Ve Dolar Ne Olur?

Bu soru çok soruluyor. George Santayana diyor ki “Yeni olan hiç bir şey yoktur, sadece tarih okumamışsınızdır.” Bırakalım grafikler cevap versin. Benim  kısa cevabım ise “dolarda fazla bir hareket olmayacağı” yönündedir. Bu yazının yazıldığı sırada FX piyasalarında işlemler oluyor ama dolarda bir hareket yok ve dolar/TL 3.8665 seviyesinden işlem görüyor. Zaten cuma günü  S&P haberi geldiğinde de pek bir hareket olmamıştı. Dolarda not düşüşü yüzünden sert bir artış beklenmemeli ama daha sonra başka bir sebepten artış olursa (örneğn DXY endeksinin yükselmesi gibi) bilemem. Dikkat edilecek nokta şudur; eğer önümüzdeki birkaç gün içinde dolar herhangi bir sebep olmasa bile 3.92 seviyesini aşarsa , spekülatif atak altındayız demektir ve gün içinde sert artışlar ve hareketler olabilir.  Borsada ise önemli bir sert düşüş beklemiyorum. Hatta yukarı yönlü hareketler bile görebiliriz. Sabah açılışta eğer sert bir düşüş olursa satış tarafında olunmasını önermem. Fakat sabah ilk yarım saatte gördüğü dibin altına düşüş olur ve hacim artarsa, o zaman iş ciddi olur ve işte o zaman satış yapıp alttan alım düşünülebilir. Ama ben, gerekli görürsem seans içinden yorum geçerim.

Derecelendirme kuruluşlarının not değiştirmeleri sonrasında borsada neler olmuş? 

1994 KRİZİ DÖNEMLERİ

bist-not-dususu-1

1996 ve 1997 YILLARINDAKİ NOT DÜŞÜŞLERİ

bist-not-dususu-2

Yukarıdaki grafikte gerekli açıklamalar yapılmıştır. Bu grafikte görüldüğü üzere, not düşüşleri sonrasında sadece 1-2 gün düşüş olduktan sonra borsanın düşüş öncesi seviyeye çok kısa sürede (2-3 gün) yükseldiğini ve yükselişini devam ettirdiğini görüyoruz.

2001 KRİZİ ve NOT DÜŞÜŞLERİ

Destici Kızdı.. ‘Atla Deve Değil ki’ Destici Kızdı.. ‘Atla Deve Değil ki’

bist-not-dususu-3

Yukarıdaki grafikte 2001 krizi var. Aslında grafikte bir hata yapmışım. Kurlar 21 şubat’ta dalgalanmaya bırakıldı ama 19 Şubat tarihinden başlayarak Merkez Bankası’ndan çok yüksek seviyelerde döviz kaçışı oluyordu. 21 Şubata kadar  döviz kurları bant içinde dalgalanırken, 21 Şubatta serbest dalgalanmaya geçildi ve 23 Şubat 2001’de yine S&P en erken davranarak notumuzu düşürdü. Ama beklenen olmuş ve serbest dalgalı kura geçmiştik. S&P not düşürse de izleyen 5 gün içinde borsa %15’in üzerinde değer kazandı. Daha sonra, bankalara el koymalar başlayınca borsa yeniden düşüşe geçti ve 7000 seviyelerine kadar geriledi. Dip görüldükten 2 gün sonra bu sefer FITCH notumuzu düşürdü. Ama izleyen 7-8 günde borsa yükselişine devam etti. S&P boş durmadı ve 17 Nisan 2001’de notumuzu tekrar düşürdü. Borsa bunu da takmadı. Sadece bir gün düşüş yaşadıktan sonra izleyen 10 işlem gününde 9 bin seviyelerinden 13 bin seviyesine çıktı ki; yüzde 40’a yakın artıştan bahsediyoruz. O yıllarda enflasyon %50 civarlarında seyrettiği için borsanın kısa sürede %40 yükselmesi garip değildi. 2 Ağustos 2001’de FITCH yeniden not düşürdü. Borsa 2 hafta içinde 10 binden 9 bine düştü. Bu seviyede dip yaptı. Yani %11 civarında gerileme vardı. Fakat dip görüldükten sonraki 2 hafta içinde düşüşün tamamı geri alındı.  O günleri hatırlayanlar vardı. Kriz sonrası 60 bin bankacı işsiz kalmış, işsizlik %15’lere yükselmiş ve seçim tartışmaları başlamıştı. Kimse önünü göremiyordu. Bu grafikte 4 adet not düşüşü var. Bunların ilk üçünde borsa sert yükselişler yapmış, sadece son FITCH kararından sonra 2 hafta gerileyip sonraki  2 haftada eski seviyesine gelmişti (Bu grafiklere bakınca insanın “notumuz düşse de mal alsak” diyesi geliyor:)) )

MART 2003 TEZKERE KRİZİ

bist-not-dususu-4

Ak Parti henüz yeni iktidar olmuş ve kucağında tezkereyi bulmuştu. 2 Mart 2003 pazar günü Mecliste ABD askerlerinin Türkiye topraklarından Kuzey Irak’a geçmesi konusundaki tezkere oylandı ve Meclis tezkereye izin vermedi. O sırada Türkiye’ye ABD tarafından 26 milyar dolar yardım yapılması bekleniyordu. Uluslararası arenada Türkiye’nin bu pazarlığı eleştiriliyordu. Hatta ABD Başkanı George Bush, 26 milyar dolarlık anlaşma konusunda “Teksas’a pazarlığa gelenler, donunu bırakıp giderler” mealinde bir laf etmişti.  Piyasalar ve kamuoyu tezkerenin geçeceğine kesin gözüyle bakıyordu. Ama Meclisten geçmemesi, borsanın 1 günde 11.500 seviyesinden 10 bine kadar %15 düşmesine neden olmuştu. Ardından yeni bir tezkerenin Meclise gönderileceği sepkülasyonları yapılırken, borsa yükselmeye başladı. Fakat Türkiye’nin 5 katrilyon (şimdiki para ile 5 milyar TL) tutarında borç geri ödemesi vardı. Hatta o sırada rahmetli Salih Neftçi, parayı bankada tutmak bile riskli diye yazmış ve daha sonra hakkında soruşturma açılmıştı. Yani Türkiye default olabilirdi. Fakat ihale sabahı sayın Ali Babacan bir açıklama yaparak ABD ile 26 milyar dolarlık anlaşmanın hala masada olduğunu söyleyince, borsa yükseldi ve o gün saat 14:00’de ihale sorunsuz geçti. Ama Türkiye ile ABD arasında 7 saat fark vardı ve biz ihaleyi yaparken ABD’de sabah 07:00 idi. Saat 10:00’a doğru ABD savunma bakanı Ali Babacan’ın açıklamalarına karşılık, “ne anlaşması, anlaşma falan yok” dedi. Bunun üzerine borsa düşüşe geçti ve 10.500 seviyelerinden 9 bin seviyelerine kadar geriledi (şimdiki rakamlarla 105 binden 90 bine gerilemiş gibi…) 25 Mart 2003’de FITCH notumuzu düşürdü ama her türlü olumsuz beklenti zaten fiyatların içindeydi. Borsa sert bir artış yaparak 10 işlem gününde verdiğinin tamamını geri aldı. Bu arada S&P ve Moodys’in hiç bir şey yapmadan beklemesi ilginçtir. Borsanın yükselişine sebep olan en önemli gelişme ise ABD’nin 1 milyar dolar hibe vereceği veya 7 milyar dolar kredi açacağının açıklanmasıydı. Türkiye istediğini seçecekti. Uluslararası fonlar mesajı almıştı. Üstelik Moodys ve S&P’den ses çıkmamasının sebebi bence ABD yönetiminin onların kulaklarına bir şeyler fısıldamasıydı. Türkiye’nin hala jeopolitik önemi ortadaydı ve ilerleyen zamanlarda Türkiye’ye çok ihtiyaçları olacaktı. Moody’s ve S&P’nin o sırada susmasının tamamıyla siyasi çıkarlar için olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak bu grafikte bir tane not indirimi var ve bu not indiriminden sonra borsa çok sert yükselmiş.

2001 KRİZİ DÖNEMİNDE DOLAR/TL KURU

dolar-not-dususu-4

TEZKERE KRİZİ DÖNEMİNDE DOLAR/TL KURU 

dolar-not-dususu-3

15 TEMMUZ SONRASI DOLAR/TL KURU

Aşağıdaki not Reklamdır…

Firmalarımız zor zamanlardan geçiyor. Özellikle 2017’de dış kaynaklı riskler de artış bekleniyor. Bu bağlamda firmalara özellikle kur riski yönetimi, finansal tabloların analizi ve geleceğe ilişkin strateji oluşturmaları konusunda danışmanlık veriyorum. 3 ayda bir (Yılda 4 defa) şirkete gelip şirketin gidişatı, makro ekonomik gelişmeler ve şirketin çeşitli sağlık ve risk testlerinin yapılmasını içeren bir danışmanlığı içeriyor. 

Toplantı içeriği şöyle oluyor

– Makro gelişmeler – küresel ve yerel ölçekte

– Finansal piyasalardaki gelişmeler – ağırlıklı olarak döviz kurları ve faizlere ilişkin öngörülerim 

– Firma verileri ne anlatıyor?  Şirketinizi kan ve idrar testleri

– Yatırım kararlarınız varsa, değerlendirilmesi (özkaynak ve yabancı kaynak oranı ve kaynak maliyetiniz)

– Eğer kurs riskine maruz iseniz, bunun yönetimi konusunda stareji oluşturma ve bilgilendirme

– Şirketinizin tahmini değeri

– Soru-Cevap 

İlgilenenler [email protected] adresine mail gönderebilirler.


(Kaynak: bilgeyatırımcı.com)


Editör: TE Bilisim