Müslümanların faiz sorunu Müslümanların faiz sorunu
Yaklaşan Ekonomik Kriz ve Yapısal Reformlar
Elif Gökdemir

Bir ekonomist olarak son 14 senenin ekonomik yapısını oldukça eksik ama hızlı bir şekilde anlatmak istiyorum. Zira bu aralar bana sık sık “kriz mi geliyor?” diye soruluyor. Muhtemelen herkesin aklında aşağı yukarı aynı sorular vardır.

Yıllardır dilimizde kriz geliyor, kriz geliyor diye. İlk kez 2008 senesinde Amerika’da mortgage krizi patlak verdiğinde çıkan dedikodular şimdiki Cumhurbaşkanımız o zamanki Başbakanımız tarafından “teğet geçti” şeklinde değerlendirilmişti, hatırlarsınız. Oysaki 2008 yılında %0,7 gibi Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkeler için korkutucu derecede düşük bir büyüme oranının ardından krizin etkileri 2009’da çok net hissedilmişti; %4,8 küçülme! Kimse çaktırmıyordu ama ülke ekonomik buhranın etkilerini sonuna kadar hissediyordu.

Amerika’nın kendi ekonomisini kurtarma adına parasal genişlemeye gitmesi yani amiyane tabirle bol bol para basması ve likiditenin etkisiyle toparlandık, 2010’da rekor büyüme yakaladık hatta dünyada en hızlı büyüyen ülkeleri arasında Çin’in ardından ikinci olduk.

O sıralarda Japonya’da eğitimimi sürdürüyordum, bölümüm de ekonomi olduğundan Avrupalı arkadaşlarıma hava bile atıyordum. Zira Avrupa’dan kaçan fonlar Türkiye’ye giriş yapıp ekonomimizi canlandırmaya devam ediyordu. Ne yalan söyleyim çok gurur vericiydi.

Peki bütün bunları bir kenara bırakıp şu soruyu soralım: bu parasal genişleme ve yapay refah ortamını iyi değerlendirdik mi?

Pek sayılmaz.

Kamu borç stoğunu eritmek,  IMF borçlarını ödemek hariç, tabiri caizse bize doğru akan yabancı fonları bir güzel betona gömdük.  İnşaattaki yüksek karlılık sadece bu yapay refah ortamına katkı sağlamakla kalmadı, aynı zamanda araştırma-geliştirme gerektiren, yüksek katma değerli sektörlere yapılan yatırımların gerilemesine yol açtı.

Daha anlaşılır haliyle bir yatırımcı düşünün, AR-GE’ye yaptığı yatırım da inşaata yaptığı yatırım da 10x maliyetli ama AR-GE’de yatırımın dönüşü olur mu olmaz mı belli değil. Öte yandan inşaat sektöründe aynı maliyetle 100x ciroyu çok rahat elde edebilir. Risksiz. Bütün yatırımcılar elbette ki inşaata yönelir.

Hatta bunun sonucu olarak Dünya Bankasının verilerine göre yüksek katma değerli, yani yüksek teknolojili ürün ihracatımız toplam ihracatın 2000 yılında %5’ini oluştururken 2012’ye geldiğimizde %2’ye geriliyor.

Peki buraya nasıl geldik?

2011 yılında bahsettiğim bol paranın ve mali disiplinin de etkisiyle AKP rekor oyla tekrar iktidara oturduğunda, Türkiye büyüme rakamlarında her çeyrek yeni bir rekor tazeliyordu. Zaten üniversitede ülkelerin ekonomik büyümeleri ve oy dağılımının arasındaki bağlantı üzerine hazırladığım tezin konusuna da öncülük etmişti bütün bu veriler.

Özellikle AKP dönemindeki veriler çok ilgi çekiciydi. 2009 yılındaki dramatik oy düşüşünün (yüzde 38,8) ekonominin küçüldüğü yılla aynı olması tesadüf değildi. 2011 yılındaki rekor büyüme ve %50’nin üzerine çıkan oy oranı da tesadüf değildi. Demek ki halk kime ne zaman oy vereceğini biliyordu ve aslında beklentiler rasyoneldi.

Ve sonra beklenen oldu; FED piyasaya sıcak para pompalamayı durduracağını açıkladı. Türkiye orta gelir tuzağına düştü. Yani; belli bir gayrisafi milli hasılanın üzerine çıkamadı, orada takıldı. Zamanla bütün gelişmekte olan ülkelerde kırılganlık ve CDS yani Kredi Risk Swapı tavan yaptı.

Basitleştirirsek, Türkiye’ye yatırım yapma riski yükseldi. Yatırım yapılabilirliğini kaybetti. Buna yabancı yatırımcıya fabrika kurması için verilen teşviklerin de sonuçsuz kalması eklenince, krizin içeriği büyümeye başladı. Bunun sebebi de büyük ölçüde bir önceki yazımda bahsettiğim hukuk devleti ilkelerini kaybetmek kaynaklıydı. Yabancı yatırımcı, işlerin kötüye gitmeye başladığı, bir de üstüne hukukun üstün olmadığı bir ülkeye yüksek miktarda para bağlamak istemedi.

Peki sonra ne oldu? Türkiye yaptığı ekonomik hataların farkına varıp yapısal reform yapma yoluna mı gitti?

2001 krizinin ardından bankaların işleyişini değiştirip hızlı bir toparlanma sürecine girmiştik. Belki bundan ders alıp yine mali reformlar yaparız dedik mi?

Ne yazık ki hayır! Kamu harcamaları arttırıldı, iç talebi arttırmak için faizlerle oynandı, kolay kredi imkanı sağlandı. Yani iç talebi arttırıp kör topal ekonominin çarklarını döndürmeye çalıştı politika yapıcılar.

2016 yılına geldiğimizde, gerek komşularla aramızdaki büyük sorunlar, gerek korkunç bir vatan hainliği kalkışması olan darbe girişimi, gerek FED’in faizi ha arttırdım ha arttıracağım tavırları, gerekse kredi notu düşürmeleriyle paralel olarak, doların tarihi rekorlarını test edercesine yükselmesini sürdürmesi bu çıkmazı daha da keskin kılıyor.

Bizimle aynı kaderi paylaşan, ekonomik dinamikleri de benzer sayılabilecek bir ülke var: Brezilya. Bizden 1 sene önce 2 derecelendirme kuruluşu tarafından birkaç ay arayla notu indirilen ve görünümü durağana çevrilen Brezilya borsasındaki şiddetli düşüş grafiği, kuvvetle muhtemel bizi de bekliyor. Sözgelimi şu an 77.000 seviyelerinde seyreden BIST (Borsa İstanbul) endeksi, Brezilya senaryosuyla paralel giderse 60.000’leri görebilir.

Borsa toplumumuzda çoğunlukla “şans oyunu” kategorisinde görülse de bir ülkenin iktisadi anlamda başarılı olup olmadığının en iyi göstergelerinden biridir. Yatırımcı en ufak bir sıkıntıda, en ufak bir istikrarsızlıkta direkt fon satışına yönelir.

Kıssadan hisse; Hillary Clinton, Trump’a karşı kaybedip de bütün ekonomik varsayımlar tepetaklak olmazsa, yani mucizeler gerçekleşmezse kriz daha da derinleşecektir. Bundan sonra bol bol sıfır faizli konut reklamı göreceğiz sanırım.

 

Editör: TE Bilisim