Milli kimlik, bir kişinin veya toplumun diğerlerinden ayrılmasını ve tanınmasını sağlar.Bu özellik,onu diğerleri içinde fark edilmesini ve bilinmesini sağlayan özelliktir.

              Milli kimlik; oluşan  milli kültüre bağlılığın ifadesidir...

              Esasen, her kültürün diğer kültürlerden ayrılan özellikleri mevcuttur.Kişide hayatın ilk safhasından itibaren var olduğu çevre dışında ki, toplumlarla temasa geçildiğinde kendisini daha çok hissettiren bir olgudur.

              Başka kültürlerle tanışılıp temasa geçildiğinde, kendi kültür ayrıcalığının farkına varma şuuru gelişir.Zamanla bu kültür farklılığından oluşan milli kimlik  oluşumu, kendisini korumaya ve geliştirmeye yönelir.

              İşte milliyetçilik duygusu, gelişen ve farklılaşan milli kimlik olgusunu koruma,yüceltme ve zirveye taşıma  isteğinden başka bir şey değildir.

              Bir milletin yaşayabilmesi için toplumu oluşturan fertlerin ortak üstün bir inanç birliğine ve bir fikre inanarak birleşmesi gereklidir. Tarihte ki büyük hareketleri yapanlar ve büyük zafer kazanan milletler hepsi müşterek bir fikre ve inanca inanmış milletlerdir.

               Başarının sırrı bu inanç değerlerinden geçmektedir. Atalarımızın, dünyayı sarsan kuvvet ve kudret duygusunun en önemli kaynağı, üstün değerlere iman etmiş olmalarıdır.

               İman duygusu ile yoğunlaşmış MİLLİYETÇİLİK toplumu harekete geçiren en büyük güç ve manevi kuvvettir.

               İman denilen şey sadece dini mahiyette değildir...

               Vatan sevgisi  imandandır ve insan kavmini sevmekle suçlandırılamaz. Kişinin milletine ve onun milli değerlerine bağlılığı, bir tefrikacılık değil aksine  bağlı olduğu topluma karşı en başta gelen görevleridir.

               Türk milletine mensup olma şuuru ile,İslam alemine mensubiyet,biribirlerine rakip değil,aksine biri diğerini tamamlayan unsurlar olarak görülmelidir.

               Bu açıdan, milletsiz, milli kimliksiz, vatansız ve bayraksız Müslümanlık olunamayacağını da idrak etmektir.”..Her seccadenin serildiği yer vatan anlayışı...”, İslam’ın  CİHAT emri ile bağdaşmayacağı ortadadır...

                Milliyet prensibinin çok çeşitli tarifleri mevcuttur. Her millet, milliyet tarifini kendi bünyesine ve kendi menfaatlerine göre tefsir eder.

                Mesela: ALMANLAR, genellikle IRK TEORİSİNİ kabulederler. Bunlara göre; aynı ırktan gelen insanlar bir milleti oluştururlar.Milliyetçilikte bu ırka mensup olma şuuru olarak tarif edilir.
                FRANSIZLAR ise milletin varlığını aynı KÜLTÜRE sahipinsanların topluluğu olarak kabul ederler. Onlara göre de bu kültüre sahip olma şuuruna erişmeyi ve aidiyet olarak kabullenmeyi milliyetçilik olarak  kabul ederler.

                Bu iki millet arasında ki çekişme ve millete dayalı tarif farklılığı şuradan gelmektedir. Almanlarla, Fransızlar arasında kalan meşhur ALSAS LOREN bölgesi iki millet için ihtilaflı bölgedir.

                 ALSAS ırk bakımından CERMEN, fakat kültür itibarıyla da  Fransız’dır. Buraya sahip olmak için mücadele eden bu iki milletin burada yaşayan insanları kendi milliyetlerinden sayabilmeleri için kendi menfaatlerine uygun düşen, IRK ve KÜLTÜR tanımını milletin unsuru olarak esas almışlardır.

                  İsviçre’de millet tanımı şu şekilde yapılmaktadır:

                  Ortak vatanda yaşayan  insanların oluşturduğu topluluğa millet denir. Neden milliyetçilik tanımında ortak vatan tarifi esas alınmıştır?

                   Çünkü; İsviçre’de bir çok farklı diller ve farklı kültürler bir arada yaşamaktadır. Başka unsurlara dayalı bir millet tarifi,bu milletin yani İsviçre Milleti’nin kendi kendisini inkar anlamına gelmektedir.

                   Romanyalılar için milletin tarifinde DİL unsuru ön plandadır. Çünkü bu millet daha yenidir. Millet olarak oluşumunu ortak dile bağlamış olmalarıdır.

                   Avusturya ise; Alman Protestanlığına karşı kendi, mensup  oldukları  KATOLİK mezhebini korumak için, millet tarifini MEZHEP esası üzerine kurmuşlardır. Yani Avusturyalıları, Almanlardan ayıran  temel unsur mezhep olduğu için, milliyetlerini mezhep tarifi üzerinden yapmışlardır.

                   ABD’de millet tanımına esas olan tek unsur vatandaşlık bağıdır. Çünkü bu kıtada, dünyanın dört bir tarafından gelen çeşitli ırklardan, çeşitli kültür ve mezheplerden gelen bir çok insan olduğu için, en geçerli millet tanımı ABD için vatandaşlık bağıdır.

                  Fakat,ABD küreselleşme ile ve tek kutupla kalınan dünyada, sömürü çarklarının geliştirdiği ve yaydığı  argümanlar,bilim ve teknikteki gelişmeler,İngilizce dilinin dünya’ya egemen olması,..gibi unsurlarla artık bir ABD kültüründen bahsedilebilir hale gelinmiştir...
                  Yine, Çin kıtasında millet tanımı olarak kültür unsuru hedef alınmışken; Arap ve Afrika aleminde ise dil unsuru milliyetin tarifinde öne çıkmış en önemli amillerdir.

                  Bu farklı unsurlara atıf yapan milliyet tariflerinin teşekkülünde tarihi gerçekler ve tarihi şartlar ön planda gelmektedir.

                  Mesela Fransız milliyeti  belirli bir ırk temeline dayanmayıp, çeşitli ırkların biribirine karışmasından hasıl olduğu için, Fransız milliyetçilerinin ırk esasına dayanmaları mümkün değildir...

                  Türk Milleti olarak bizde ise; milli kimlik ve kültürü oluşturan dil ve dinin, örf ve adetlerin,tarih birliğinin ve ortak kültürün,Türk kimliğinin oluşmasında ayrı bir yeri ve önemi vardır.

                   Ne tek başına dil, ne tek başına din, ne de tek başına soy birliği millet olma vasfımızın yeterli öğeleri olamaz. Tüm bu değerleri içine alan ve ortak bir kültür birliğine dayanan ve kendisini Türk olarak hissedebilme varlığıdır.

                   Bir toplumun kimliği onun milliyetidir. Bizim milliyetimiz ise, kendisini Türk olarak kabul edebilme ve Türk kimliğine mensup olma şurana erişebilmedir.Millet olarak üst kimliğimiz de TÜRK kimliğidir.

                  O halde millet tanımı genel olar şu şekilde de vasıflandırılabilir.

                  Millet herhangi bir inanç etrafında toplanmış ve bu esas etrafında bütünleşmiş biri birine bağlı insanlardan oluşmuş topluluk olarak addedilebilir.

                  Fakat sosyolojik vakıaların gelişimi ve bir kalıp olarak ortaya çıkması uzun bir süreç gerektirdiğinden her toplumda ayrı ayrı şekillenmiş olması doğaldır.

                  Millet oluşumunu etkileyen unsurların özelliği birisi diğerine göre daha baskın olabilmiştir. Ama yeterli değildir.

                   Türk Milletini millet yapan ve birlik çimentosunu oluşturan unsurların hiç birisi tek başına yeterli olmadığı yaşanan tarih süreçte ortaya çıkmıştır.Ne soy birliği tek başına millet olmaya yeterlidir.Ne de tek başına din birliği yeterli unsurdur.

                    Hepsi birlikte ve bir arada ortak inanç birliğine ve ortak kültür değerlerine şuurlu olarak bağlı olabilmeden müteşekkil insanların oluşturduğu topluluk ayrı vasıfta bir millettir.

                 Milliyetçilik de, milletini sevme,kabullenme ve her daim yaşatma ülküsüdür.

                 Milliyetçiliğin hedef tahtasına oturtulduğu,horlandığı ”AYAKLAR ALTINA ALINMAK İSTENİLDİĞİ”  etnik bölücülüğün revaçta olunduğu bu zamanda aydınlarımıza büyük işler düşmektedir.

                 Öyle ki milliyetçiliğe,”ASRIN İDRAKİNE” uygun bir anlayış kazandırılmalıdır. Bu açıdan sadece, subjektif görüşlerin ve hamasi nutukların,toplumun milliyetçilik anlayışına etkili olamayacağı ve olmadığı da kanaatindeyiz...


                  Milliyetçilik en başta, milletimizi tüm fertleriyle sevmek ve ona vücut veren,dil,din,tarih ve kültürümüzün değerlerini paylaşmak ve taşımaktır.Milliyetçilik,mensup olma şuurudur ve bu şuuru taşımaktır.Bu duygu ve inanç önce aileden başlayarak,sosyal çevrede güçlenir,okullarda terbiye edilmelidir.

                  Tarihini, coğrafyasını, birlikte yaşadığı vatan toprağını sevmesini ve bu uğurda ölmesini de bilmektir. Türk milleyetçiliğinin; var olma,var kalma ve  her ne pahasına olursa olsun yaşatma ülküsü yeniden genç nesillerin idrakine giydirilmelidir...

                   Günümüz Türkiye’sinde; şu sıralarda milliyetçilik itibarsız kılınmak istenmektedir. Vatan severliğin çağ dışı bir anlayış olduğu zihinlere yerleştirilmek için yoğun bir çaba harcanmaktadır.

                  Çağımızın gerçeklerine uygun, objektif veriler ışığında bilinen milliyetçilik anlayışımıza yeni bir idrak kabiliyeti kazandırılmalıdır.
                  
                   Yeni bir aşk,yeni bir istek,yeniden motivasyonla şevke getirilmenin yolları aranmalıdır.

                    Etnik bölücülük ve Türk’e karşı ırkçılık yapanların, zihin arkasında ki sis perdeleri anlaşılmış olmasına rağmen, tam manası ile deşifre edilmelidir.

                 OSMANLI’DAN BU GÜNE MİLLİYETÇİLİĞİN
                                        TARİHİ  SEYRİ

                     Bu günkü devletimiz,yıkılan Osmanlı Devletinin varisi, Osmanlı’da Selçuklu Devletinin devamıdır.Bu silsile,biribiri ardına Büyük HUN Devleti’ne kadar gider...

                     Türkiye Cumhuriyeti Devleti,tarihte kurulan 16 büyük imparatorluğun son varisidir.
                       Osmanlı, dış güçlerin teşvik ve etkileri ile, etnik milliyetçiliklerle, parçalanmış, küçülmüş, yıkılmıştır.Ardından  yeni bir ruhla, yeni bir  şuur hamlesiyle dirilerek saltanattan Cumhuriyet’i kurmuştur...
                       Bu ruhtan doğan milliyetçilik anlayışı kasıtlı olarak,imparatorluktan ayrılmak istenen etnik milliyetçiliklere bahane olarak gösterilmiştir.

                       Halbuki ve bir gerçektir ki; Türk milliyetçiliği en son olarak ortaya çıkmış,kendi varlığını koruma ve yaşatma iç güdüsü olarak,Birinci Dünya Savaşı sonunda şartların getirdiği zaruretten doğmuştur...

                       Öyle ki Türkler, Devlet’i Ali’yi korumak uğruna kendilerine Türk’üm  bile demekten imtina etmişlerdir. Devletlerine TÜRKİYE bile demediler.Selçuklu,Osmanlı dediler.Fakat batılılarca Türkiye denildi.

                       O hale gelendi ki; Balkanlarda, Müslüman olan birisine,” TÜRK OLDU” denildi ve Türk sözü, Türkiye topraklarında yaşayan bir ümmetin  adı oldu.Türk sözü zaman içerisinde,”İlay-ı Kelimetullah”   ve “Nizam-ı Alem” için savaş veren bir milletin ortak adı olarak hafızalara kazındı.
                       
                               ÜÇ TARZ-I  SİYASET

                        1904 yılında, Kahire’de yayımlanan Türk gazetesinde, Yusuf Akçura’nın Üç tarz-ı Siyaset makalesi yayımlanmış ve büyük yankı uyandırmıştır.

                        Yayımlanan bu  makalede, Osmanlı’da o zamana kadar tatbik edilen,  “Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük” düşüncelerinden bahsedilerek,bu düşüncelerden hangisinin,Osmanlı Devleti’nin çöküşünü durduracağı ve hangi düşüncenin, Osmanlı’nın,Müslümanlığın ve Türklüğün menfaatine olacağı sorusuna cevap aranmak istenmiştir.

                          İşte aranan bu cevap üç tarz-ı siyaset olarak makalede vücut bulmuştur.Yani hangi beşeri topluluğa hizmet etmek gerektiğini sorgulamıştır.Osmanlı’ya mı? Müslüman’a mı?, yoksa Türk’e mi?..

                          Sonuçta,Osmanlı’ya hizmet edenin her üç topluluğa da hizmet etmiş olacağını açıklar.Osmanlı’yı güçlendirmek için de hangi siyasetin takip edilmesi gerektiğini sorar.Bu siyaset Osmanlıcılık mı?, İslamcılık mı? Yoksa Türkçülük mü ?.diye sorgulanmıştır.

                           Osmanlı milleti oluşturmak siyaseti ilk defa İkinci Mahmut zamanında doğdu. “...Ben tebaamda ki din farkını ancak cami,havra ve kiliselerine girdikleri zaman görmek isterim...” dediği meşhurdur.

                           Fakat o zaman Avrapa’da ki milliyetçilik düşünceleri, imparatorluk coğrafyasını da etkisine aldığından, “Osmanlı Milleti” denilen siyasi görüş başarıya ulaşmadı. Osmanlı milleti fikri çürüdü,Avrupa’dan gelen milliyetçilik hareketleri karşısında,Rum,Sırp,Makedon,Bulgar,...gibi tebaanın ayrılıkçı hareketleri engellenemedi...

                 Osmanlı  milliyeti  siyasetinin başarısızlığı üzerine; bu politika yerini “İSLAMCILIK” politikasına bıraktı.

                 Bu politika birkaç asır evvel de,Osmanlı tarafından takip edilen politika olmuştur.Yıldırım Bayezid, Fatih Sultan Mehmet ve Sokullu Mehmet de bu politikaya hizmet etmişlerdir.Birinci Sultan Selim ise,İslam Alemini birleştirmek arzusunda olmuştur..

                 Fakat Balkan Harbi’ne gelindiği sırada; İslamcılığın, artık Osmanlı toplumu içerisinde, birliği sağlayamadığı, Müslüman tebaanın arasında hızla milliyetçilik fikirlerinin güçlendiği ve kök salmaya başlandığı görüldü.

                 Osmanlıcılık Milliyet fikri nasıl, imparatorluk içerisinde, gayrımüslim azınlığın ayrılıkçı hareketlerini önlemeye yetmemişse,İslamcılık ve  İSLAM MİLLİYETİ fikri de bir zaman sonra,Devlet’i Ali’de ki,Müslümanlar arasında ayrılık ve milliyetçilik hareketlerini önlemeye yetmemiştir...

                 İşte bu gelişmelerden sonra,Osmanlı’da Türkçülük ve milliyetçilik  hareketleri bir savunma ve varlığını devam ettirmeden kaynaklanan zaruret olarak ortaya çıkmıştır...

                 Osmanlı’nın hakim unsuru olan Türkler,zorunlu olarak batıdan kaynaklanan milliyetçi rüzgarlara karşı etnik gurupları devlete bağlı tutabilmek için milliyetçilik yapamamışlardır.

                   Devletin asli unsuru olan Türkler, elde kalan toprakları ve milleti bir arada tutabilmek için, kendilerini aynı bu günkü olduğu gibi gündeme getirmemişlerdir.

                   Osmanlıcılık ve İslamcılık siyaset anlayışı; Birinci Dünya savaşının aleyhimize sonuçlanması üzerine, bu akidelerin siyasal ömürlerini de fiilen ortadan kalkması sonucunu doğurmuştur.
                        
                    O zamana kadar Osmanlıcılık denmiş, sadece Türkler Osmanlı olmuştur. Yine İslamcılık denilmiş,sadece Türkler ÜMMET olarak kalmıştır...

                   İmparatorluk içerisinde; Müslim ve gayrı Müslim topluluklar, Osmanlı aleyhine harekete geçerek,İslam alemini ve Osmanlı’yı parçaladılar...

                   Bu durumu artık, geriye çevirmek,ayrılan toplulukları yeniden Osmanlı’ya bağlamak mümkün olmadığından;Devlet’i Ali’nin dayanabileceği tek kuvvet olarak kurucu asli unsur Türkler kalmıştır.
                   Artık yapılabilecek tek şey ve tek alternatif olarak,Türk Milletinde var olan potansiyel milliyet duygusunu işleyip geliştirmek, canlandırmak ve buradan doğacak olan milli güç ile devleti ayakta tutmaktan başka çare kalmamış olduğudur...

                   İşte bu anlayış ve zaruretten doğan Türk milliyetçiliği, herhangi bir başka millete karşı mücadele ve düşmanlık duygusundan doğmamıştır.

                    İmparatorluk içerisinde bağımsızlık savaşı da vermiyordu. Çünkü sahip olduğu bir devleti vardı ve bunu korumak için, içinde ki ayrılıkçılara ve batılı güçlere karşı var olma refleksinden doğmuş olan bir milliyetçilik anlayışı vücuda gelmiştir.

                      Hatta, milliyetçilik Devlet’i Ali’nin yıkılmasından sonra Türkler için bir tercih meselesi değil mecburiyet olmuştur.Gökalp’ın deyişiyle; “...milliyetçilik bizim için imparatorluğumuzun parçalanmasına sebep olan bir ‘zehir’ iken, şimdi bu zehirden,artık devletimizi korumak için ‘panzehir’ olarak istifa etmek gerekir..”

                         MİLLİYETÇİLİK  HATA MIDIR?

                    Maalesef Türkiye’de,ideolojik sebeplerden, cehaletten ve de kasten,milliyetçilik hakkında yanlış düşünceler yayılmıştır.Bu düşüncede olanlar,milliyetçilik gelişiminin tarihi serüvenini bilmedikleri için ya da bilmek istemedikleri için,milliyetçileri kafatasçı ve ırkçı olarak da değerlendirmişlerdir.Milliyetçilik teorisi hakkında bilgisi olmayanlar,Türk Milliyetçilik kaynağını,Avrupa’dan yayılan kavmiyetçilik ve ırkçılık hareketleri ile bir tutmuşlardır.

                     Avrupa’dan yayılan milliyetçilik damarı genellikle ırkçı şablona oturduğu halde,Türk milliyetçiliği kendisini savunma ve millet olarak hayatiyetini devam ettirme iç güdüsünden doğmuş olduğu gerçektir.Bu manada Türk milliyetçiliğinin ana damarı ırkçı değildir...

                    Kendi topraklarını koruma ve bağımsızlığını yitirmeme düşüncesini hedef alan,Türkçülük ve milliyetçilik bir siyasi mefküre olarak doğmuştur.

                    Türk milliyetçiliği,herhangi bir şahıs ve topluluğu değil,topyekün milleti ve millet hakimiyetini temelde esas almıştır.

                     Bu açıdan milli mücadele dönemi milliyetçiliği de her konuda millet iradesini savunmuştur.Milliyetçiler devletin EBED-MÜDDET olduğuna inanırlar ve bu anlayış içerisinde varlığını savunurlar.

                     Milliyetçiliğin bir hata ve menfi olarak algılanmasının bir sebebi olarak;küreselleşme olgusu ve emperyalist güçlerin yaydığı siyasi propagandadır.Kültür erozyonuna uğramış kişi ve kitlelerce bunun kabullenilmesi de zor olmamıştır..

                      Küreselcilerin önünde ki en büyük engel güç milliyetçilerdir. Milliyetçilik,topluma milli hassasiyet kazandıran duygudur.Bu duygu,toplumları sömürmek isteyen emperyalist güçlerin önünde bir kalkandır.
                      Bu sebeple, milli direnişin kaynağını çökertmek için milliyetçiliğe yüklenmek onların vazifesidir. (İslam’a  göre  milliyetçilik anlayışı yazısı ile konu devam edecek) 06.03.2013
                      
TÜRK OCAKLARI
ÜMRANİYE ŞUBESİ BAŞKANI
AV.Faruk ÜLKER