Suudi Arabistan Petrol Bakanı Zeki Yamani 90’lı yıllarda,  “Osmanlı 400 yıl bizi sömürdü”  demişti. “Petrolün ham madde olarak insan hayatına girmediği o dört yüz senede Osmanlı, Arabistan’ın veya Orta Doğu’nun nesini sömürdü, üç beş tane devesini mi?” diye sormuştuk. 

Filistin’i Osmanlı’dan siyaset ve para ile koparamayan Yahudiler, İngiliz savaş kabinesindeki Dışişleri Bakanı olan Arthur Balfour’un girişimleriyle 1917’de imzalanan ‘Balfour Deklarasyonu’nun ardından Filistin’deki toprak sahibi Arapların, mülklerinin değerinin çok üzerindeki astronomik teklifler karşısında İngiliz altınlarının câzibesine kapılarak sattığı topraklarda 1948’de İsrail devleti kuruldu.
Mekke Şerifi Hüseyin ile Mısır’daki İngiliz Yüksek Komutanı Mc Mahon arasında gizlice imzalanan ‘Mc Mahon Anlaşması’yla Osmanlı’nın Filistin ve Irak topraklarında kendisine bağlı bir devlet kurulmasının önüne Fransa ve Rusya geçti ve ardından çok bilinen ‘Sykes-Picot Anlaşması’ imzalandı ve Orta Doğu toprakları paylaşıldı...

Bugün Filistin’de ve tüm Orta Doğu’da yaşanan kanlı trajedinin sebebi Batı’nın petrole ihtiyacı ve Mekke Şerifi Hüseyin ve şürekâsının Osmanlı’ya ihânetidir. 
Orta Doğu, Osmanlı’ya ihânetinin bedelini ödemektedir ve Osmanlı’ya ihânet eden hiçbir coğrafya yüz yılı aşkın süredir iflah olmamıştır.
Ve aslında asıl işgâl altında olan Hicaz’dır, Hicaz işgâl altında olduğu için, Mekke ve Medine Suudi Arabistan’ın yönetiminde işgâl altında olduğu için Filistin işgâl altındadır, İsrail’in katliamları altındadır, bugün Gazze’de çocuklar İsrail’in devlet terörüyle paramparça oluyorsa, bunun sebebi aslında Hicaz’ın işgâl altında olmasıdır.

Hicaz’ın işgâl altında olması demek Müslümanların imanlarının, ahlâklarının zihinlerinin, gönüllerinin, merhametlerinin, vicdanlarının, cesâretlerinin işgâl altında olması demektir.
Orta Doğu’da oluk oluk akan Müslüman kanının sıçradığı yer evvelen ne Amerika, ne Batı ne de İsrail’dir, o kanın sıçradığı yer evvelen İslâm dünyasıdır... O kan evvelen Müslümanların vicdânına, Müslümanların ahlâkına ve imanına sıçramaktadır. 

İslâm dünyasının tam de merkezinde paramparça edilen Gazze çocuklarının mâsum bedenlerinin muazzez parçaları evvelen Suudi saraylarına, Ürdün saraylarına, Katar saraylarına, Kuveyt saraylarına, cümle Arap emirliklerinin saraylarına, evvelen Ankara’ya, evvelen âlimlerin rahlelerine, evvelen meşâyıhın sarıklarına ve evvelen tüm Müslümanların secdelerine savrulmaktadır. 

Suriye’de ve Irak’ta oluk oluk Müslüman kanı akıtan, kelle koparan, insanları uçurumlardan atan sözde İslâmcı örgütlerin ve onların arkasındaki devletlerin elindedir Gazze’de akan Müslüman kanı.
İsrail ile ticâretinde rekor üstüne rekor kıran, Barzani’nin petrolünü İsrail’e taşıyan fakat İsrail ile diplomatik münâsebetini kesmeyip, Venezuela kadar, Şili kadar, Küba kadar bile olamayan ve “Orta Doğu’da bizden habersiz yaprak kıpırdamaz” gibi asrın yalanının sâhibi Türkiye’nin vebâlidir Gazze’de akan Müslüman kanı. 

Kerkük’te katledilen yüzlerce Türkmen için sesini bile çıkarmayarak Gazze’ye müdahale etme ihtimalini sıfırlayan ve ciddiye bile alınmayan Ankara’nın siciline eklenen bir günahtır Gazze’de akan Müslüman kanı...
Türk patronajından mahrum bir Orta Doğu’da ve İslâm dünyasında huzur hayaldir. 
Türk adâletinden mahrum bir Orta Doğu’da ve İslâm dünyasında huzur hayaldir. 
Türk kuvvetinden mahrum bir Orta Doğu’da ve İslâm dünyasında huzur hayaldir.
Türk hâkimiyetinden mahrum bir Orta Doğu’da ve İslâm dünyasında huzur hayaldir.
Federasyonun ve özerkliğin konuşulabildiği, terör örgütünün paçavralarının ve eli kanlı liderinin posterlerinin yasak olmaktan çıkarıldığı, terör örgütü ile pazarlıkların yapıldığı altı oyulan bir Türkiye’nin böyle bir gücü de tabii olarak muhayyeldir...