Evliya Çelebi’yi tanımayanınız yoktur. 10 ciltlik seyahatnamesini okumamış bile olsanız onu tanıyacak kadar fikir sahibisinizdir. Rivayete göre Çelebi bir gece rüyasında Peygamber efendimiz ve sahabesini görür. Güçlükle yanına yaklaşır, amacı Peygamber efendimizin şefaatini dilemektir. Ancak o heyecanla “şefaat ya Resulullah” diyeceğine ağzından “seyahat ya Resulullah” sözcüklükleri dökülür. Böylece Evliya Çelebinin ömrünün geri kalanını dolduran seyahat macerası da başlar.  

Evliya Çelebi aslen Kütahyalıdır babasının köyü ata ocağımız Demirci’ye çok yakındır. Kim bilir, belki benim gezginliğim ve araştırmacılığım da bölge insanının gezginci kültüründen kaynaklanıyordur. Evliya Çelebi gezdiği yerlerin ekonomik, sosyal, kültürel, doğal, tarihi, etnolojik ve mimari özelliklerini eserinde anlattığı kadar acayip ve garaip (gariplikler) yönlerini de yazmıştır. Öyle ki onun bu özelliği edebiyat araştırmacılarına tez konusu bile olmuştur. Yaşadığımız birçok acayip ve garaip olayları gördükçe ben de Evliya Çelebi gibi bu hafta onları yazmayı düşündüm. Acayip ve de garaip işler oluyor vesselam! Görelim ne acayiplikler ve gariplikler oluyormuş.

Önce şu Çin’e kalkan konteyner katarından söz edelim. Katar deyince sakın günümüzün yeni polemik konusu olan Katar Emirliğinden söz ettiğim anlaşılmasın, ben Çine buzdolabı taşıdığı söylenen tren katarını söylüyorum. Duyunca ne kadar sevindik, ama yolu Maltepe’ye kadarmış. Ben söyleyenlerin yalancısıyım, koskoca demir yollarının sendika başkanı söylüyor. TCDD yalanladı, gümrük işlemleri için Halkalı’ya geldiği söylendi. Bana pek inandırıcı gelmedi Sayın Bakan’a gümrüklemesi yapılmamış trenin hareket izni nasıl verdirilir? Sakın koskoca bakanlar da kandırılmış olmasın, o daha da vahim olur. Peki böyle bir senaryoya ne gerek vardı? Tahminimi söyleyeyim: Ağabeyimiz, dostumuz, mesai arkadaşımız, ömrünün önemli bir bölümünü Manisa OSB’ye ve Manisa ekonomisine adayan Manisa T.S.O Başkanı merhum Bülent Koşmaz’ın başardığı büyük bir hizmete mukabil “daha büyüğünü biz de yaparız” ihtirası olmalı. Merhum Koşmaz Manisa OSB’den Avrupa’nın kalbine kesintisiz, aktarmasız trenle büyük bir lojistik projesini gerçekleştirmişti (BALO). Her safhasına tanığım. Maalesef ölümünden sonra, başlattığı devrim niteliğindeki proje ilk günkü faaliyetinin fersah, fersah gerisinde. Sektör temsilcilerinin ifadesine göre sıradan bir forward işletmesine dönüşmüş. Bugün sahneye konulan senaryonun konusu ise 12 günde Çin’e gideceği söylenen benzeri bir proje. Ne yazık ki; yolu Maltepe’ye kadarmış. Devrim arabasına benzin konulması unutulduğu gibi herhalde törenle kaldırılan bu katarın da gümrüklemesi unutulmuş (!). Sizce de acayip ve de garaip görünmüyor mu?

Burası Türkiye burada acayiplikler ve gariplikler bitmez. Şu korona kısıtlamaları başlı başına acayip ve de garaip. Herkes zaten evdeyken, uyku saatinde sokağa çıkmayı yasaklayan başka ülke herhalde yoktur. Hizmet sektörü işletmelerinin neredeyse tamamına yakını kapalı ya da sadece paket servisi yapabiliyorlar. Tabi sinemalar da kapalı, olması gereken de odur zaten. Peki tiyatrolar neden açık? İzmir Devlet Tiyatrosu dekor ve kostüm tasarımcısı Ali Cem Köroğlu koronadan ölmese tiyatroların açık olduğundan haberim bile olmayacaktı. Garip gerçekten de garip. Biraz araştırınca daha ne gariplikler çıktı ortaya. Yazılanlara göre DT Genel Müdürü’nün oğlu Akın Kurt’un oynadığı tek kişilik “Karıncalar/Bir Savaş Vardı” oyununun prömiyerinin yapıldığı günün ertesi günü yapılan test sonucunda sanatçının pozitif olduğu anlaşılmış. Ali Cem Köroğlu da birkaç gün sonra hayatını kaybetmiş. İzmir Devlet Tiyatrosunda sanatçı ve teknik ekipten elli dolayında pozitif vaka olduğu da belirtiliyor. İddiaya göre karantinada olması gereken sanatçının annesi oğlunun prömiyerini izlemek için Ankara’dan İzmir’e gelerek oğluna da virüs bulaştırmış, sonra da neredeyse bütün ekip korona olmuş.  Sanatçılar, tüm dünyada ve Türkiye’de ölümlerin en üst seviyeye çıkması nedeniyle çok ciddi kısıtlamalar uygulamaya konulurken, tiyatro, opera ve orkestraların açık tutulmaya devam edilmesine ve bu nedenle yaşanan ölümlere isyan etti. Tiyatro birlikleri ve sendikalarından da peş peşe açıklamalar geldi ve detaylar ürkütücü tabloyu ortaya koydu. Karantinada olan bir kişi nasıl Ankara’dan İzmir’e gelebiliyor? Prömiyer neden ertelenmiyor? Sadece sanatçı ve teknik ekibin değil, izleyicilerin hayatlarının da riske edileceğini bir Allah’ın kulu düşünemiyor mu? Ne diyelim baştan aşağı acayip ve garaip.

Milli egemenliğimiz kaldı mı? Milli egemenliğimiz kaldı mı?

Bir başka acayip olay da Gaziantep’ten. Sokağa çıkma yasağı olduğu günde bir ayakkabı boyacısı her zaman durduğu köşede durmuş müşteri beklemeye başlamış. Tabi gelen giden yok, sokaklar bomboş ama bir anlam verememiş. Polisler gelmiş, sokağa çıkma yasağını hatırlatarak cezaya yeltenmişler. Ancak adamın haberi yok, çünkü evinde ne televizyon var ne de cep telefonu. Dört yavrusunun olduğunu, yiyecek ekmeğe muhtaç olduklarını, rızkını temin için çalışmak zorunda olduğunu beyan etmiş. Tabi bu cevap karşısında ceza kesilmemiş, zaten evinde herhangi bir kamu duyurusunu öğrenmeye yarayan bir araç yoksa ve resmen yasak tebliğ edilmemişse ceza da kesilmemesi gerekir. Bu olay televizyonlarda yer aldı ve herkesi de üzdü. Şehrin emini, en büyük seçilmiş kişisi de üzülmüş elbette. Sayın Fatma Şahin hemen bu garibanın evine son model bir televizyon hediye etmiş. Peki bunda acayiplik, gariplik nerede? Diyeceksiniz değil mi? Evet belki gariplik yok aksine hayır işlemiş görünüyor değil mi? Yahu! Adam açım diyor, çocuklarıma ekmek götüremiyorum, çalışmak, evimin rızkını temin etmek zorundayım diyor, siz televizyon hediye ediyorsunuz. İşte acayiplik de gariplik de burada. Televizyona ödenen parayla belki o gariban üç, dört ay evin geçimini sağlayabilirdi. Bizim o taraflarda bir söz vardır: “Ben diyorum hadımın, sen diyorsun çoluk çocuk kaç tane”.

Daha çok acayip ve garaip işler oluyor vesselam, ama hepsine bu köşe yetmez. Hem hepsini saymaya kalksak belki zülfüyare de dokunabilir…

Kalın sağlıcakla…

Naci AKIN

Editör: TE Bilisim