Değerli Dostlar,

Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti arasında 1998 yılında imzalanan Adana Mutabakatı’nın yeniden gündeme geldiği görülmektedir. Adana Protokolü’nü, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin gündeme getirmiştir. Rus liderin amacının; Türkiye’nin Şam Yönetimi ile bağlantı kurmasını, böylelikle Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yeni bir sınır ötesi operasyonunu önlemek olduğu söylenebilir. Görüleceği üzere, her ülkenin kendisine göre menfaatleri ve öncelikleri olduğu, her ne kadar Suriye konusunda Türkiye ile Rusya ve İran ortak hareket etme kararı almışlarsa da, iş pratiğe geldiğinde öncelikler değişebilmekte ve menfaat çatışmaları yaşanabilmektedir. Ancak Suriye’nin istikrarsızlığından bugüne kadar en ciddi mağduriyeti Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşadığı da bir gerçektir.

Türkiye Cumhuriyeti; milli güvenliğini ve toprak bütünlüğünü korumak amacıyla, “meşru savunma” adlı uluslararası hukuka uygunluk kuralı çerçevesinde, Suriye Arap Cumhuriyeti’nin toprağı olan Fırat’ın Doğusuna müdahale edebileceği tezini ciddi olarak ortaya koymaktadır.

Amerika Birleşik Devletleri; hiçbir hukuki gerekçe göstermeden Türkiye Cumhuriyeti’nin PKK/PYD terör örgütüne müdahale etmemesini, 1991 yılından itibaren Irak Cumhuriyeti’nin kuzeyinde oluşturulan Irak’ın müdahalesine yasaklanmış bir Kürt bölgesinin burada kurulmasını, bu kapsamda güvenli veya tampon bölge fikrini desteklediğini, bunun da Türkiye ve Suriye sınırından içeri doğru 20 mil, yani 32,18 km olmasını,

Rusya ve İran ve bu ülkeleri topraklarına davet eden Suriye Arap Cumhuriyeti, toprağına müdahale edilen devletin daveti ve izni olmaksızın BM m.51’de düzenlenen “meşru savunma” şartları oluşmadan Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriye Arap Cumhuriyeti’nin topraklarına giremeyeceğini,

Türkiye Cumhuriyeti ise; kendi güvenliğini tehdit eden ve Suriye’nin kontrolünden çıkmış Menbiç ve Fırat’ın doğusuna “işgal” maksatlı değil, kendi ülkesini korumak amacıyla girip, oluşturulacak güvenli/tampon bölgede kontrolü ele alıp, düzeni sağlayacağını, bunun da kendisinin ve Suriye’nin yararına olacağını ısrarla, belirtmektedir.

1998 Adana Mutabakatı 5 maddeden oluşmaktadır. Buna göre;

1. Suriye; mütekabiliyet ilkesine dayanarak, kendi sınırları içerisinde meydana gelip Türkiye’nin güvenliği ve düzenini tehlikeye sokmayı hedef alan herhangi bir faaliyete izin vermeyecektir. Suriye; kendi sınırları içerisinde PKK’ya silah, lojistik, finansal destek sağlanmasına ve PKK’nın propaganda yapmasına izin vermeyecektir.

2. Suriye, PKK’nın bir terörist organizasyonu olduğunu kabul etmektedir. Suriye; kendi sınırında mevcut olan öteki terörist organizasyonların yanı sıra, PKK’nın ve ona bağlı tüm organizasyonların faaliyetlerini yasaklamıştır.

3. Suriye, PKK’nın eğitim, barınma veya reklam kampanyaları düzenlemek için kamplar veya başka tesisler kurmasına izin vermeyecektir.

4. Suriye, PKK üyelerinin üçüncü bir ülkeye transit geçiş yapmak için kendi ülkesinden geçmesine izin vermeyecektir.

5. Suriye, PKK terörist organizasyonu liderinin Suriye’ye girmesini engellemek için gereken tüm önlemleri alacak ve sınır noktalarına bu hususta yetkililer görevlendirecektir.

Yukarıda yer verilen hükümler ışığında; Sözleşmenin doğrudan Türkiye'ye güç kullanma yetkisi tanımadığı görülmektedir. Suriye’nin, resmi olarak PKK’yı bir terör örgütü olarak kabul etmesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin PKK ile mücadelesinde işbirliği sağlaması, bu noktada ortak bir mücadele etrafında birleşilmesi ve işbirliğinin somut olarak hangi strateji ve taahhütler etrafında somutlaşacağının belirlenmesi bakımından önem taşımaktadır.

Yeni bir milliyetçilik yaklaşımı arayanlara! Yeni bir milliyetçilik yaklaşımı arayanlara!

Netice itibariyle, Türkiye Cumhuriyeti; 932 km’lik Suriye Arap Cumhuriyeti ile olan sınırına yakın bölgelerde ABD, İsrail Devleti ve yandaşları tarafından kurulması hedeflenen bir garnizon veya uydu devlete izin vermeyecektir. Mesele Bölgenin; bu kapsamda Türkmenlerin, Kürtlerin ve Arapların güvenliğini sağlayarak, Suriye’de devam eden otorite boşluğuna son verip, hukuk düzeninin tekrar tesis edilmesi, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ise, bu iş kimse tarafından oldubittiye getirilemez. Gerek Irak’da ve gerekse Suriye’de devam eden ulusal güvenlik sorunları, bu ülkelerin toprak bütünlüklerinin korunması suretiyle sorun çözülmelidir. Aksi halde, deyim yerindeyse ateş topuna dönmüş bölgenin devam eden sarsıcı etkisi Türkiye Cumhuriyeti’ni ve vatandaşlarını ateş çemberi içinde bırakacaktır.

Çözüm ise din, mezhep, etkin kimlik ve ırk ayırımı gözetilmeksizin Bölge Devletlerin parçalanmadan demokratik hukuk devleti olma niteliklerini kazandırmaktır. Bu da ancak bölgede bulunan devletlerin iyiniyetli, planlı ve kararlı işbirliği ile mümkündür.

Saygılarımla…

Av. Hakan Yalçın

Editör: TE Bilisim