Son yazımda vatana ihanetten yargılanan ABD’nin 3. Başkan Yardımcısının hikayesini anlatmıştım. ABD’nin bağımsızlık savaşı kahramanlarından ve kurucu babalardan Aaron Burr ABD topraklarının bir bölümünde kendi devletini kurmak için harekete geçtiği sırada tutuklanmıştı. ABD Başkanının infaz edilmesi için yaptığı baskılara rağmen Mahkeme, 1807 yılında yapılan yargılama sonunda, dosya kapsamında “yeterli delil olmadığı” gerekçesiyle beraat kararı vermişti.

Bu olayın bir benzeri sayabileceğimiz bir yargılama da bizim tarihimizde 1935 yılında yaşanmıştı.

Atatürk’e karşı düzenlenen 11 suikast girişiminden en ciddisinin sorumluları yakalanır.

Yakalanan ve suikasttan sorumlu tutulanlardan biri Millî Mücadele kahramanlarından Ali Saib Ursavaş’tır.

Dönemin Adalet Bakanı Şükrü Saraçoğlu, Cumhuriyet Başsavcısı ise Baha Arıkan’dır.

Dokunulmazlığı kaldırılan Ali Saib’in yargılanması esnasında çok ağır bir baskı vardır. Adalet Bakanı her duruşmadan sonra Gazi’ye dava hakkında bilgi vermektedir.

Ali Saib iddiaları reddeder ve suçsuz olduğunu söyler.

*  *  *

Olayın en önemli kısmını Elif Çakır’ın (Karar Gazetesi) köşe yazısından alıntı yapalım:

Bir gün Atatürk’ün yaveri Başsavcı Baha Arıkan’ı arar, Gazi’nin Karpiç lokantasında kendisini beklediğini söyler. Başsavcı Karpiç’e gider, lokantaya birazdan kopacak fırtınanın sessizliği hakimdir.

Atatürk direkt sorar:

Ali Saib davasının sonu ne olacak?”

Başsavcı Arıkan, “Mahkemenin kararını beklemek gerek” deyince Atatürk hiddetlenir ve “Mahkemenin kararı ne demek? Mahkemeni de kapatırım, hakimleri de atarım, seni de atarım!” der.

Başsavcı önce ne diyeceğini bilemez, heyecanlanır, kendisini toparlar ve Atatürk’e şöyle der:

Mahkemeyi de kapatabilirsiniz, hakimleri de beni de atarsınız efendim. Ama adınız tarihe Mustafa Kemal olarak geçmez.”

Görüyor musunuz? Yıl 1935. Tek Parti Dönemi, bir başsavcı çıkıyor ve Atatürk’e bunları söyleyebiliyor. “Buyurun efendim” demiyor, “dava sizin hoşnut olacağınız şekilde sonuçlanır” demiyor.

İnsan okurken nasıl da heyecanlanıyor değil mi?

Devlet Bahçeli’den Mehmet Şimşek’e sert çıkış: Müfsit Devlet Bahçeli’den Mehmet Şimşek’e sert çıkış: Müfsit

Nitekim dava sonuçlanıyor, Ali Saib beraat ediyor, mahkeme kararın temyiz edilmesini kabul ediyor ve milletvekilliğinin devamı için Meclis’e tezkere gönderiliyor. (Kemal Arıburnu, Atatürk ve Çevresindekiler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1994)

*  *  *

SAĞLAM TEMELLERİ BİLE ÇÖKERTTİLER

ABD’de Burr davası bugün emsal vaka olarak değerlendiriliyor. Bugün dahi ABD vatandaşları Birleşik Devletlerin mahkemelerine güveniyorsa Burr Davasının Hâkimi John Marshall’ın ve jürinin tavrının attığı temel sayesindedir. ABD yargısının bağımsız ve tarafsız olması, onların bağımsız yargı düzenine inancı ve kendilerini sadece yasalarla bağlı hissetmesinin sonucudur.

Atatürk de duygusal olarak bir milletvekilinin kendisine suikast olayına karışmasından etkilenmiştir. “Suikastçı” olduğuna inandığı milletvekilini cezalandırmaları için yargıya baskı yapmıştı.

Fakat O’nun yaptığı baskıya direnen hukuk adamlarımızın olması Türkiye’nin şansı idi. Kendisine hukuk ve adalet adına direnen yargı mensuplarına saygı duyan Atatürk’ün devlet başkanımız olması da şansımızdı.

Başsavcı Baha Arıkan’ın ve mahkeme hakiminin bu davranışı göstermesinde, Cumhuriyet dönemi öncesinden hukuk tarihimize geçen başka örnekler cesaret vermiş olmalıdır.

Mesela, Abdülhamit’in emrini dinlemeyerek, “Hürriyet Kahramanı” Namık Kemal hakkında beraat kararı veren Mahkeme Reisi Abdüllatif Suphi Paşa’nın manevi mirası etkili olmuş olabilir.

Mahkemelerin devlet başkanının beklentilerini karşılama endişesini taşımaksızın, elindeki delillere, kanunlara ve vicdanlarına göre karar vermesinin kolay olmadığını bugün daha iyi anlıyoruz.

Birinci Cumhurbaşkanımızın talimatına karşı tam bir hukuk adamı gibi davranan Başsavcı Baha Arıkan savcılarımız ve beraat kararı veren gibi hakimlerimizin olması, uzun yıllar “Ankara’da hâkimler var” sözüne sebep oldu.

Bu ve benzeri vakalar vatandaşlarımızın “adaletin kestiği parmak acımaz” ve “adalet devletin temelidir” sözlerine inancı yerleştirdi.

Bu ne kutsal bir inanç, bu inancın yarattığı güven ne güzel duygudur.

Günümüzde “Ankara’da hakimler var” sözüne inanan vatandaşlarımız ne kadar azaldı.

Yargı bağımsızlığına böylesine güvenebilmeyi nicedir unuttuk. Bu güzel duyguyu kuruttuk.

“Vicdanları ile cüzdanları (ve korkuları) arasına sıkışmış” olan yargı mensuplarından kaç tane Baha Arıkan çıkabilir?

Muhalif gazetecilere ve siyasetçilere saldıran, iktidar veya iktidar ortağı partinin mensubu olduğu anlaşılan magandaların hiç cezalandırılmaması tesadüf değil. Siyasi davalarda mahkemelerin sürekli iktidarın beklentilerini karşılayan kararlar vermesi yargının siyasallaştığının işaretleri olarak görülüyor.

Zaman zaman AİHM standartlarında karar verilen Anayasa Mahkemesi kararlarının alt mahkeme tarafından uygulanmaması hukuk devletinin çöküş belirtileri olarak algılanıyor.

Şimdi de İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan çok zorlama ve sıradışı bir seçim yöntemiyle önce Yargıtay hemen akabinde de Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçtirildi. Bu operasyon yüksek yargının da “iktidara müzahir” veya yandaş hale getirildiği şeklinde değerlendiriliyor.

Kendi içinden birini Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçerken, 107 Yargıtay üyesinin kendilerine empoze edilen şahsa oy vermesi bağımsız ve tarafsız yargıya güveni dibe vurdurmuştur.

Editör: TE Bilisim