Babamın ölümünden sonra bir de Türkeş öldüğünde bir ölüme ağlamıştım.

43 yaşında sokak ortasında gözümde yaşlarla uğurladım Barış Manço’yu.

Levent Camii’nin bahçesinde öğle namazını ve cenaze namazını saçları atkuyruklu gençlerle, kulağı küpeli gençlerle, yakası Bozkurt rozetli gençlerle ve beyaz sakallı yaşlılarla, çeşit çeşit binlerce insanla saf tutarak kıldık.

Belki başka ülkelerden insanlar da vardı. Malezyalılar ve Türkmenistanlılar mesela.

Galiba Çuvaş’lardı, pankart açmışlardı kortejde, sevgi ve minnetlerini ifade ediyorlardı ve kendi bayraklarını da taşıyorlardı Barış’ın arkasında yürürken.

Barış’ın arkasında yürümek…

Barış için yürümek…

Mecazla gerçek nasıl da iç içe geçmiş, örtüşmüş bu sözün mânasında.

Devlet Bahçeli’den Mehmet Şimşek’e sert çıkış: Müfsit Devlet Bahçeli’den Mehmet Şimşek’e sert çıkış: Müfsit

Farklı gelir gruplarından, farklı sosyal ve kültürel yapılardan, farklı ideolojilerden oldukları belli olan onbinlerce insan aynı anda aynı hüznü yaşıyorlardı.

Kimi tekbirlerle uğurluyordu Barış’ı, kimi alkışlarla. Ama herkesin katıldığı Barış’ın şarkılarıydı.

Camiden otoyola birkaç yüz metreyi santim milim yürüdük, yaklaşık bir saatte. Yanından geçtiğimiz bazı evlerin açık pencerelerinden, sesi sonuna kaçlar açılmış müzik setleri Barış’ın şarkılarını çalıyordu.

En çok da “Gülpembe” ve “Dağlar Dağlar”

Ve herkes, hepimiz bu hüzünlü melodilere iştirak ediyorduk. Farklı gelir gruplarından, farklı kültür yapılarından, farklı ideolojilerden insanlar, hepimiz aynı şarkıyı aynı duygularla söylüyorduk.

“Barış”a yürüyorduk.

Hem bütün ömrünü Türk Milletine vakfetmiş olan “Barış”’ın na’şına doğru, onun ardından yürüyorduk, hem de böyle bir “asgari müşterek”te yan yana gelip, aslında başka birçok konuda da iyi niyet taşıyan insanlar doğru üslubu yakalarsak yan yana gelebileceğimizi, “Barış”ı yakalayabileceğimizi görmüş oluyorduk.

Öldüğünde bile Türk insanına hizmet etmiş olmak Barış’ın ruhuna daha bir huzur vermiş olmalı.

O ki, bütün ömrünü bir Türk Milliyetçisi olarak yaşamış olan, içinden fışkıran Türkçülüğü şahsına yönelik toplumsal kabulleri engellemesin diye nispeten saklı gizli tutmağa çalıştığı halde, coşkuların zirveye çıktığı “Gülhane Konseri”nde ve Türk’ün anayurdu olan Ötüken yaylalarında, Tanrı Dağı’nın eteklerinde, Türk Milletine Türk tarihinin o başlangıç yıllarını anlatırken, ideolojisini saklayamamıştı.

Evet, o bir “Türkçü”ydü.

O bütün ömrünü idealleri uğruna yaşamış bir “ülkücü”ydü.

Ne mutlu ki, Diyanet İşleri Başkanı’nın onu anlatırken müftülerin dahi ondan örnek alabilecekleri özelliklerinin olduğunu söyleyebildiği çok iyi bir insan ve dini bütün bir Müslümandı.

Kalabalık yüzünden cami avlusuna duvarından tırmanarak girmek zorunda kalmıştım. Çıkışta çokça beklediğim halde ancak kapının hemen dışında bir duvar dibinde sıkışacak bir yer bulmuştum. Naaşı önümden geçerken de göremedim, görenlerin ellerindeki çiçekleri üzerine attığından anladım.

Sevgi sel olmuştu, Duaları düşündüm. Onbinlerce insanın bir ağızdan ona şefaat dilemesini, “Bizimki ne ki?…” dedim kendime. “Denizde kum tanesi gibi. Asıl o kimler için dua etmişse ne mutlu onlara. Ne mutlu Barış’ın ve Barış gibilerin dualarını alanlara”..

Bu çok kişisel bir yazı ama medyaya iki satır gönderme yapmaktan kendimi alıkoymayacağım.

Bir müzik kanalının müdiresinin bir tartışma programında itiraf ettiği üzre, yapımcı firmanın kendileriyle ilişkilerine (!) öncelik vererek belirledikleri “top 10” listelerinde pek rastlamadığımız Barış’ın şarkılarını farklı yaş kuşaklarından insanların hepsinin nasıl da ezbere bildiği herkesçe görüldü.

Ve bunları tartışıp konuşanlar Barış’ın aslında bir düşünür, bir felsefe adamı olduğunu, şarkılarını şimdi daha dikkatle dinledikleri için yeni fark ettiklerini de söylediler.

Aslında o, şarkılarının sözleri ile bir çok doğru ve güzel düşünceyi zihinlerimize nakşetmişti ki gönüllerimizde böylesine müstesna bir yer bulmuştu.

Ben onu televizyonlarda seyrederek tanımıştım taze gençlik yıllarımda. On yıllarca televizyonlarda -daha çok kendi hazırladığı programlarda-  izleyerek ona sevgimi ve saygımı büyüttüm, onunla böyle yaşadım.

O şimdi yine televizyonlarda. Ben onu yine eskiden gördüğüm gibi görüyorum, aramızdaki iletişim yine aynı, tek taraflı. Bu yine var, devam ediyor, hep devam edebilir. Öldüğünü unutursam o hep benimle yaşayabilir..

Ama “raiting canavarı” izin verirse.

Son satırda yine Barış’ın Türkçülüğüne takılacağım.

Ben de bir ömrü bu uğurda yaşamış ve yaşayacak olan insanlardan biriyim. Ama Barış’ın bu ülke ve bu ülkü uğruna yaptıklarını yapabilmem için bana otuz-kırk daha ömür lazım.

Unutulmasın diye bir daha söylüyorum…

O, yakın tarihin bize tanıttığı en büyük Türkçülerden biriydi.

Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin!

Ali BAYKAN

Editör: TE Bilisim