BASKIN SEÇİM DE YOK, REFERANDUM DA!...

(STATÜKONUN SON İKİ YILI...)

Rubil GÖKDEMİR

Dr. Sakin Öner “Ergenekon’dan Çanakkale’ye Türk Ruhu”nu anlattı Dr. Sakin Öner “Ergenekon’dan Çanakkale’ye Türk Ruhu”nu anlattı

Ben bu ülkeyi çok seviyorum...

Her şey ne kadar da çok çabuk değişiyor… başka ülkelerde yıllar içinde yaşanmayacak bir çok heyecan verici gelişmeyi, haftalar içinde yaşıyoruz.

Hepimiz daha on beş gün öncesine kadar, bir sürü karanlık kâbus senaryolarıyla meşguldük. Hızlı bir şekilde tek adam yönetimine sürüklendiğimize esef ediyorduk. İki yüz yıllık tarihi medeniyet yolculuğumuzu terk ederek, Ortadoğu rejimlerine benzer otoriter tek adam yönetimine benzer bir yapıya doğru sürüklenmekte olduğumuzu düşünüyorduk.

Son iki haftada Ocak ayından bu yana öngördüğümüz senaryo, hızlı bir şekilde yol değiştirdi ve sistem, yeni paradigması üzerinde anlaştı.

İlk senaryoya göre, hızlı bir şekilde harekete geçmezsek; bir kaç ay içinde "baskın bir seçim veya başkanlık referandumuna" sürükleneceğimizi, bu durumun kabul edilebilir olmadığını ve bir an önce harekete geçmek zorunda olduğumuzu  derin endişelerle iliklerimize kadar hissediyorduk.

MHP'deki değişim taleplerinin motivasyon kaynaklarından en önemlisi de, ‘bu gidişe dur demek’ şeklinde özetleniyordu.

Türk Milliyetçileri olarak, bahse konu sebeplerle acelemizin olduğunu, yegane siyasi organizasyonumuz durumunda bulunan MHP'de demokratik bir değişimi gerçekleştiremezsek, ve siyasetin mekanizmalarına milleti dahil edemezsek, öngörülen mukadder akıbetin bizi beklediğini düşünürken; kendimizi tahmin etmediğimiz hızlı gelişmelerin ve gündemlerin ortasında bulduk..

Sayın Cumhurbaşkanının ortaya koyduğu irade(!) ve beyanlarından anladık ki,

İsrail'le Roma'da anlaşma imzalamışız, Rusya'dan özür dileyerek, ilişkilerimizi normalleştiriyormuşuz, Mısır'la önümüzdeki günlerde bir araya gelecekmişiz. Avrupa Birliği müzakerelerinde yeni fasılların açılması haberleriyle sevinç yaşayacakmışız.

Kanlı havalimanı baskınları sonrasında kıvama gelen kamuoyumuzla, muhtemelen IŞİD'le topyekûn mücadeleye girişecek ve batılı dostlarımızı kaybetmeyerek, o dünyanın parçası olmaya devam edeceğiz, öyle görünüyor.

Bütün bunlara karşılık olarak da, tek şefimize verilecek hukuki güvenceler ile PKK'ya karşı Güneydoğu'da yürüttüğümüz mücadelenin içte ve dışarıda meşruiyetini elde etmiş olacaktık.

Bu gelişmeler karşısında başta İslamcılar olmak üzere, liberali, solcusu herkes ‘ne oluyor?’ sorularıyla şaşkınlığını atlatmaya çalışıyor.

Farklı ihtiyaç ve bağlantılardan bahseden; radikal İslamcı STK'lara fırça atan, ırkçılık ölçüsünde milliyetçi söylemlere sarılan bir Cumhurbaşkanı portresi, herkesi bir kez daha şaşırtmaya devam ediyor.

Şaşkınlık sebeplerimizden birisi de; Hükümet ve Cumhurbaşkanı'nın gündeminden başkanlık ve anayasa değişikliği konusunun düşmüş gibi durmasıdır..

Bütünüyle meydana gelen bu gelişmelerden hareketle yapmaya çalıştığımız analiz gösteriyor ki, aktörleri tarafından bu statükonun hiç değilse iki yıl daha sürmesi hedeflenmektedir.

Türk milliyetçileri olarak bizler ise, bu süreçte bütün enerjimizi ve dikkatimizi yoğunlaştırdığımız partimizde, şimdilik demokratik bir değişimi gerçekleştiremediğimizi;

Fakat bu hızlı gelişmeleri etkileyen ve karşılaştığımız tehlikeleri şimdilik önleyen, en önemli faktörlerden biri olduğumuzu hissediyoruz.

Bu hislerle teselli olmanın bedeli olarak da, milyonlarca Türk insanının derin hüznünü şimdilik hazmetmeye çalışıyoruz.

Bu aşamada; partimizdeki değişimin bir hakimin(!) iki dudağı arasına sıkışmış TEDBİR kararıyla engellenmiş olunması sebebiyle ortaya çıkan derin hüznün tesellisi olarak, "sistem" bize diyor ki;

"Sizin sıcak nefesiniz birilerinin ensesinde hissedilmeseydi, bu gelişmeleri ve değişimi nasıl sağlardık? Bu durumda yine fedakârlık size düşüyor; partinizi kaybediyorsunuz ama ülkenizi kazanıyorsunuz.”

“Sizin Türkiye'yi ayağa kaldıran bu milli enerjiniz olmasa idi, biz mevcut statükonun devam etmesinin zorunlu olduğunu nasıl kabul ettirir, başkanlık ve baskın seçim kararlarından vazgeçilmesi gerektiğinin anlaşmasını nasıl yapardık?"

“Dünyada yalnızlaşmaya doğru sürüklenen ülkemize nefes aldıracak dış politikadaki bu istikamet değişimlerini nasıl sağlardık? Siz bu ülkenin çağırdığımızda koşarak şehit olmaya gelen fedakar evlatları değil misiniz? Bu defa da fedakarlık göstermek ve tahammül etmek size düşüyor. Sizin kurultay yapmanızı engelleyen bir hakimin kararı değil, ülkenin ali menfaatleri yönünde alınmış bir kararın gereğidir".

Bilmem, bu ve benzeri teselli cümleleri sizi ne kadar ilgilendirir? Birilerinin hepimiz yerine kurtarıcılık rolünü devam ettirmeleri sizleri memnun eder mi? Bu milletin hala rüştünü ispat edememiş bir çocuk muamelesi görmesine rıza göstermeli miyiz?

"1 Kasım Seçimlerini kaybederek, vatanı bölünmekten kurtardığımız" şeklindeki gayri ciddi gerekçeler ne kadar inandırıcı ise, “sizi tek adam yönetimine sürüklenmekten kurtarıyoruz” gibi korkutmalarla, bu milletin çocuklarını yönetme ehliyetinden uzak gören anlayışları, milli fedakârlık refleksi içinde hazmedilebilir miyiz?

Bu soruların cevabını her arkadaşımız kendi meşrebine göre vermelidir.

BEN KENDİ ADIMA DİYORUM Kİ, BU MİLLETİN ÇOCUKLARI OLARAK; HİÇ BİR KOLAYCILIK TUZAĞINA DÜŞMEDEN, HAZIRLIKLARIMIZI İKMAL EDEREK, YÖNETİMDE VE MİLLETİN KADERİNDE SÖZ SAHİBİ OLMA İDDİAMIZI; EVRENSEL HUKUK İLKELERİ VE DEMOKRATİK USULLERİ ESAS ALARAK DEVAM ETTİRMELİYİZ.

Editör: TE Bilisim