Milli egemenliğimiz kaldı mı? Milli egemenliğimiz kaldı mı?
Otuz yıllık çok şeyler görmüş, yaşamış , tecrübeli hakim geriye yaslandı. Dosyayı kapattı, babacan tavrıyla bir daha göz altından tarafları iyice süzdü. Eminim bıyıkları olsaydı tıpkı rahmetli Hulusi Kentmen gibi bıyıklarını da yukarıya doğru bükecekti.
Gereği düşünüldü dedi. Hepimiz ayağa kalktık. Neredeyse tüm duruşmalarda sükünetini koruyan davalı Ayşe;
‘’ Evet efendim verin kararınızı ‘’ der demez, bizimki de hemen davalıya cevabını yetiştirdi.
‘’ Verecek verecek hiç merak etme....’’ demez mi! Avukatlar olarak, müvekkillerimize dava bitti, bundan sonra konuşulmaz kararı bekleyin anlamında ikazlarımızı yaptık.
Babacan hakimimiz de hiç tavrını bozmadı. Yine de tarafların son sözlerini söylemeleri için zaman tanıdı.
Hem davalıyı, hem de davacıyı çok iyi tanıdığından, psikolojik durumlarını da yargılama süresi boyunca yeterince tahlil etmiş olarak, bir müddet daha bu tiyatronun bu son raundunu da izlemek niyetinde olduğunu anladım.
GD: Dosya tekemmül etmiş olmakla, araştıracak sair hususların da olmadığına kanaat getirilmiş olduğundan, iş bu huzurda ikame edilen davanın REDDİNE, gerekçeli karardan itibaren iki haftalık süre içerisinde istinaf yolu açık olmak üzere karar ittihazına...
Hep birlikte çıktık salondan. Bizimkiler de ne bir üzüntü ne de bir sevinç...Birbirlerine aşağılama ve kırıcı sözler de yok. Sanki boşanma kararı verilse de , verilmese de onlar için fark etmez. Medeni insanlar derler ya, bu tarif bile onlara hafif kalır.
Neyse efendim hepimiz birer çay içmeyi hak ettik dedim. Oturduk çaylarımız geldi, keyfimiz yerinde, davalının avukatında sevinç var ama, üstadımın biraz kafası karışık... Halbuki davayı, görünürde biz kaybettik, onlar kazandı.
Taraflar vazifelerini yapmanın huzuru içinde, ağızlarından bal akıyor. Müvekkilim desen herkesten daha rahat. Ben de ona keza , kaybettiğim bir davada ilk defa bu kadar umursamaz ve rahatım.
Davalı da aldırış etmez bir tavırda. Avukat arkadaş davaya yetkiyle girdiğinden, dosyayı da tam okuyamamış olmasından, şaşkınlığı bir müddet daha devam etti.
Masanın altında elimle dizine , anlatırım sonra manasında hafif bir vurdum.
Sohbet derin, ikinci çaylar da geldi, kalkacağız artık. Davalı elini çantasına uzattığı zaman, bizimki zıpladı yerinden.
‘’ Olmaz çay paraların ben vereceğim, sana düşmez, sonradan adamların çay paralarını bile vermedin dedirtmem ben kendime anladın mı..’’ deyince filim başa sardı. Verirsin, vermezsin derken o sakin insanların inadı yine tuttu.
Avukat arkadaş:
‘’... Davayı onlar açtı, biz kazandık, parasını da biz verelim ne olur ki...’’ dedikten sonra orta yol bulundu. Üstad artık dayanamadı.
Abi bana müsaade ama mutlaka görüşelim, dedi ve ayrıldı.
Eee artık ikinizin de dediği oldu, hayırlısı olsun, arabanız var mı, nasıl gideceksiniz diye sordum.
Bizim emekli Öğretmen; ‘’ Canım bizim külüstüre binip, hanımla beraber geldik, yine beraber gideriz...’’ demesi üzerine, hanımı da baş işaretiyle onay verdi.
İkiniz de bir aradayken, İstinaf Mahkemesine gidecek miyiz, gerek var mı diye sordum.
Sen bilirsin manasında birbirlerine bakıştılar. Tamam dedim. Fakat kural gereği yine de Mustafa Bey hocam sizden bir feragat dilekçesi almam lazım dedim, hemen kalemi uzattı...
Daha şimdi değil, bir ay içinde karar yazılsın bakalım sizi çağırırım dedim ve masadan kalktık...
Bir müddet çaktırmadan arkalarından baktım. Sanki mübarekler ellisinden sonra yeni tanışıp, ikinci baharını yaşamak isteyenler gibi maşallah.
****
Avukat arkadaş da dayanamadı ikinci gün telefon açtı, anlattım kısaca...
‘’...Vay bee...’’ dedi.
-Abi bunlar doğru dürüst tanık manık da bildirmemişler, ortada görünen bir sebep de yok gibi, hatta şu ikinci duruşmada ki beyanları okuyunca, sizin müvekkil adeta geçmiş bizimkinin yerine onun söyleyeceklerini anlatıp durmuş, enteresan bir dava...
Dedim ki:
- Bu davayı dosyada ki taleplerden ve beyanlardan anlaman zor. Ama sağ olsun bizim hakim bey çok tecrübeli hemen çözdü olayı.
-Nasıl yani anlayamadım abi dedi.
- Ben de bak dedim. Bazı zaman, bilgi eksikliği veya mevzuat eksikliği okuyarak, sorarak, araştırarak öğrenilir ve telafi edilir. Ama tecrübe bizatihi yaşamakla öğrenilen bir ayrıcalıktır...
Hakim de anladı, tarafların arasında şiddetli bir geçimsizlik ve evlilik birliğini temelinden sarsan bir olay olmadığını ve her iki tarafında adeta mahkemeyi de oyalamak adına, avukatları da kullanarak şahsi egolarını tatmin etmek istediklerini..
-Sayın abim şu ikinci duruşmada sizin müvekkil bayağı içini boşaltmış, keşke ben de orada olmak isterdim.
- İyi ki olmadınız, yoksa dava çıkmaza girerdi. Zaten tabiri caizse dananın kuyruğu o zaman koptu.
-Yine tam anlayamadım abim!..
‘’ DANA’NIN KUYRUĞUNUN KOPTUĞU CELSE...’’
-Anlatayım bak , daha genç avukatsınız, bu tecrübeler ilerde lazım olur sizlere dedim ve başladım kısaca anlatmaya:
Ayşe Hanımın senden önceki avukatı o celsede mazeretliydi, bizde kabul ettik mazeretini.
Sözlü beyanlarımızı ve savunmalarımızı yaptık. Sıra sizinkine gelince hakim ; ‘’ evet ne diyorsun , bu anlatılanlara ‘’ diye sordu.
Zaten dava boyunca hiç konuşmayan davalı yine sustu. Bir şeyler söyledi ama ne kendisi anladı, ne de hakim!..
Bunun üzerine bizim müvekkil:
- Efendim müsaade buyurursanız o burada sizin karşınızda konuşamaz, süt dökmüş kedi gibi durduğuna bakmayın, evde zapt bedilmez dişi kaplan gibidir o. Şunları söylemek isteyeceğinden eminim...
Hakim biraz da sertçe usul kurallarını hatırlattı.
Davalı da, ‘’ Konuşsun Hakim Bey, bakalım ne diyecek ben de merek ettim doğrusu...’’ demesi üzerine, bizim ki kalktı , sesine de akort vererek başladı anlatmaya.
Müvekkilim:
-Efendim eşim de ben de emekli öğretmenleriz. 35 küsur yıldır evliyiz... Davalı birden sert bir tavırla 37 diye düzeltti dedi oturdu.
Bu oturuşta sanki 1-0 öne geçmiş gibi hissetti kendisini. Bizimki devam etti.
Sonra efendim, bizim maddi durumumuz çok şükür iyi sayılır. Üç, dört dairemiz, memlekette biraz fındık ve çay bahçelerimiz , iki çocuğumuz , iki de torunumuz var elhamdülillah...
Hakim maşallah dedi.
Muhterem eşim!, dört yıl önce, ben de bir yıl önce emekli oldum. Aslında biraz daha çalışacaktım ama eşim;
‘’...Yeter artık daha ne kadar çalışacaksın, emekli de ol emekli’’ diye tutturunca mecburen ben de artık emekli oldum. Aslında iyi bir insandır, yukarıda Allah var, yalan söyleyemem, bir de çok konuşması ve şu dili olmasa..
Keşke emekli olmaz olaydım.Bütün işler bundan sonra geldi başıma. Okuldayken de rahatım çok iyiydi, şimdi de iyi sayılır da, bu yaştan sonra artık laf, dır dır, çekemiyorum.
Kendisi benden 5-6 yaş küçüktür, hareketli, konuşmayı sever, imkanı olsa dünyayı bile gezer, para harcamasını da çok sever...
Davalı, yine karıştı, ‘’7 yaş küçüğüm dedi..’’ ve düzeltti kendileri.
Hoppala!..Davalı bir gol daha atarak puanları topladığı inancında.
Geçti mi 2-0 öne!.
Ben hikayeyi bildiğim için, ses çıkarmadan dinliyorum. Hakimin devam et demesi üzerine bizim ki yine aldı sazı eline:
- Efendim kendisi burada, 35 yıldır birbirimize, gözünün üzerinde kaşın mı var bile demedik ... Davalı yine biraz da sertçe, 37 yıl diye düzeltti.
Baktım durum kötüye gidiyor. Davalı devamlı düzelterek sağdan, soldan gol atıyor.
Kendi 3-0 öne geçtiği kanaatinde artık...
Sayın Hakim’im ne olduysa ben emekli olduktan sonra oldu. Emdiğim süt burnumdan geldi.
Yok evde terliksiz geziyormuşum da, bütün gün hiç dışarı çıkmadan evde oturarak sürekli kitap okuyormuşum da, dişlerimi fırçalamıyormuşum da, duvara çivi bile çakamazmışım da, komşular veya kendisi gibi emekli olan Öğretmen arkadaşları eve geldiğinde ayak altında dolaşıyormuşum da...
Sonra efendim, benim yüzümden arkadaşlarıyla telefonda ağız tadıyla konuşamıyormuş da, birde şu televizyonlarda ki çöp çatan veya dedikodu dizilerini seyredemiyormuş da, buna benzer daha neler, neler...
Kısacası emekli olduktan sonra aldığım nefes, attığım adım bile hanımın gözüne batar oldu.
İşte kendisi de burada, Allah şahit, sorun isterseniz . Benim, içkim, sigaram, kumarım, karı kız işim, kendisine bir hakaretim, kötü sözüm olmuş mu?.
Aslında onun da bana dava tarihine kadar kötü bir davranışı olmamıştır... Fakat nedense, ben emekli olduktan sonra bizimkinin huyu, suyu değişti, rahatı kaçtı.
Yaptığım her şey; iyi olsun , kötü olsun gözüne batar oldu.
‘’...Git bir yerde iş bul çalış. Çekemem seni her gün. Ayak altında gezmenden, dolaşmandan usandım, veya yarım gün git sağda solda dolaş...’’ demeye başladı.
Hakim döndü ne diyorsun hanım bu anlatılanlara diye sorunca;
Davalı da çoğu doğru ama hepsi değil demesi üzerine, bizimki yine atıldı. Sayın Hakim’im tam anlatacaklarım bitmedi diyerek başladı tekrar anlatmaya.
-Efendim, her gün , ondan, bundan, sudan, sebeplerle tartışmaya başladık. Bana, şöyle yapacaksın, böyle olacak diye talimatlarını sıralamaya başlayınca, ben de dayanamadım artık.
Yeter be, Ben senin esirin miyim, kölen miyim beğenmezsen istediğin yere çek git dedim.
Hanım da;
‘’... Bu ev benim, sen kimsin, istersem üzerinden affedersin donunu bile alırım, sen kimi kimin evinden kovuyorsun...’’ deyince artık dayanamadım, tepem attı iyice...
Ben de yeter artık, burama kadar geldi, seni boşamazsam şerefsizim dediğim doğrudur. O kızgınlık anında!..
Bizim hanım bunun üzerine yine açtı ağzını yumdu gözünü!...
‘’ Sen mi dava açacaksın sünepe, sende o yürek nerde, zaten işin bitmiş...’’ lafı çok zoruma gitti bundan sonra soluğu avukatımda aldım.
Avukatım da dinledi, dinledi, zaten kendisi de öğretmen kökenli ,
"Hallederiz hocam canını sıkma...’’ diyerek beni günlerce oyaladı işte kendisi de burada.
Hakim gülmeye başlayınca, bende biraz güldüm. O gün yine son celse bizim dava olduğu için, hakim rahat rahat, stres atarcasına sordu.
- Eee sonra ne oldu ?
Bizimki coştu...
-Efendim ben sabırlı adamım, hanım gibi çok konuşmam. O bağırır, çağırır bir saat sonra hiçbir şey olmamış gibi saman alevi gibi söner , sonra başlar konuşmaya.
Ama ben genelde çok geç kızarım, fakat kızınca da bir daha geri dönmem...
Sayın Hakimim, hiçbir şey zoruma gitmedi de, ‘’ hadi ordan sünepe, zaten işin bitmiş...’’ demesi çok zoruma gitti.
Ben de gör bakalım kimin işi bitmiş kimin pili, sana da bu lafları yedirtmesem bana da Mustafa Hoca demesinler... Açayım da davayı, gör bak o zaman Hanya’yı, Konya’yı dedim...
O da ne? Bizim ki durdu, durdu, tam penaltıdan sanki 3 puanlık gol atmış gibi rahatladı.
Görünen durum 3-3 berabere gibi!...
Bu sefer davalı kalktı ayağa.
Efendim ben onları laf olsun diye söyledim, o da ciddi zannetti söylediklerimi, o bağırdı ben bağırdım.
O gün bugündür aynı evde 6 aydır benimle konuşmadan odasında, benden çok sevdiği kitaplarını okuyup okuyup duruyor.
Bu sefer de müvekkilim hatırlattı. ‘’6 aydır değil hakim bey, bu günle tam 5 ay 35 gün oldu ..’’ dedi ve oturdu yerine.
Taraflara göre tabela yine değişti. 4-3 bizimki galip.
Hakim:
‘’ Siz aynı çatı altında mı oturuyorsunuz...’’ demesi üzerine ben artık davanın sonucunu gördüğümden, işin başını da sonunu da bıraktım.
Aslında niyetleri BOŞANMAK olmadığı için, bizim müvekkil kendi aleyhine delil teşkil edecek herşeyi bülbül gibi şakıya şakıya anlatmaya başladı mübarek!..
Bizimki yeniden söz aldı:
Efendim evet aynı evde birlikteyiz ama, kendisi burada sorun isterseniz, 6 aydır hiç konuşmuyoruz...
Arada bir bana telefon gelirse veya beni birisi kapıdan sorarsa yanıma gelir adım yokmuş gibi, HİŞŞTT, HİŞŞTT diye bağırır. O öyle deyince ben de kendisini hiişşt hişştt diyerek çağırmaya başladım..
Hakim bilgisayar ekranına dikkatlice baktı.
‘’Kızım doğru yazsana, " kışştt kışştt değil, hişştt hişştt " yazacaksın...’’ demesi üzerine, katip çaktırmadan gülmemek için dudaklarını ısırmaya başladı. Sonunda hakim de, biz de başladık gülmeye!.
Davalı:
-Efendim ben konuşuyorum ama asıl o konuşmuyor. ONUN İNADI KEÇİ İNADI SİZ BİLMEZSSİNİZ!.
Bütün direncinin kırıldığı intibasını vererek, pişmanlık emarelerini gösteren davalı, müvekkil adına kendi kalesine bir gol attı. Bizimki iyice kabardı.
İçinden işte ben adamı böyle yaparım, yalatırım, tükürdüklerini der gibi, bana yukardan aşağı şööylee bir baktı..1 puan daha aldığını düşündü..
Durum 5-3 müvekkil galip.
Müvekkil bu laftan sonra sanki intikamını almış da; ".. ha şöyle dine, imana, yola gel..." der cinsinden biraz daha kabarmaya başladı.
Söz aldı:
Hiç bile efendim bendeki keçi inadıysa ondaki de affedersiniz "KATIR İNADI KATIR...’’
Ooo, bu da ne?..Bu sefer bizimki attı kalesine golü. Davalı da tebessüm ederek içinden:
"Ben adamı işte böyle meletirim..." dercesine dört köşe adeta. Müvekkilime derin manâ içeren göz ucuyla bir kesik attı. 2 puanı birden aldı bu sefer...
Tarafların tatmin edilemeyen, duygu, düşünce ve EGO mantığına göre tabela sürekli değişmekte.
Şimdi durum 5- 5 berabere.
Yani sonuç olarak sahada 5-5 berabere fakat hakem kararıyla sizin müvekkil galip, bizimki de 1-0 mağlup...
****
Ya işte böyle üstad, daha bunun devamı da var, hepsini anlatsam inan bizim Yeşilçam filmlerine üç senaryoluk film daha çıkar..
-Abi o zaman biz boşuna kürek salladık desene, ikisi de seni de beni de kullandı.
-Yookk öyle deme. Biz işimizi yaptık, onlar da birbirlerine rüştlerini ispatladılar. Tavan yapmış egolarını da tatmin ettiler... Bunlar az iş mi?...
****
Aradan birkaç gün geçti, telefonum çaldı.
-Sevgili avukatım nasılsınız?..
- Oo Mustafa Bey Hocam, çok iyiyim sizler nasılsınız?
-Avukatım biz bir hafta sonra ikinci balayına çıkıyoruz, bir emriniz var mı.? Ha yolunuz düşerse Akçay’a bekliyoruz yengeyle birlikte.
- Çok teşekkür ederim, sağlıcakla gidip gelin..
-Avukatım ben sizi neden aradım biliyor musunuz. Bize çok emeğiniz geçti, bizim gibi iki deliyi idare ettiniz. Acaba bir borcumuz kaldı mı, söylemezsen gücenirim valla...
-Yok Mustafacığım bana borcunuz kalmadı, teşekkür ederim.
Düşündüm:
Hey Rabbil alemin dedim kendi kendime. Belki de çok bir iş yapmadan, bir de davayı bile kaybettiğimiz halde; müvekkilimden aldığım bu vekalet ücretini , acaba tüccar, esnaf veya iş adamı müvekkilim olsaydı bu kadar kolaylıkla alabilir miydim diye düşünmeden de edemedim.

AV. Faruk Ülker / 12.Aralık.2012/ Ümraniye

Editör: TE Bilisim