Antik çağdan bu yana bütün toplumlar bu özelliğinden ötürü eğitime büyük bir önem vermişler ve yer ayırmışlardır. Mesela Sofistler öncelikle insanın yetiştirilmesini eğitime bağlayarak liderleri olan ‘’Protogoras’’, ’’İnsan her şeyin ölçüsüdür’’ ifadesiyle yola çıkmıştır. Ardından atomcular ve rasyonalistler insanın yetiştirilmesi için eğitime gerekli değeri vermişler, bunu da ‘’hoşgörü ve tevazu” ile zenginleştirmişlerdir. Nitekim Sokrates ünlü savunmasında eğitimi esas alarak Atina Valisi’ne şöyle demiştir.  ‘’Ben çocukları etrafımda topluyormuşum, demek ki onlar benden sizin veremediklerinizi alıyorlar, görmüyor musun? Etrafındakiler mermerden insan heykeli yaparak buna ‘tanrı’ diye tapıyorlar. Bu kadar çok tanrı olur mu?  Onun için benim eğitimci özelliğim gençlerin etrafıma toplanmasına temel faktör oluyor…’’ Aynı ekolden olan Platon (Eflatun) ‘idealar’ görüşü ile ruh ve bedenin toplumun geleceği için önemini vurgulamaktadır. Yine Aristo ise;  ‘’madde ve suret'' görüşü ile  ‘’şekilsiz bir varlığın eğitilmemiş bir insana benzediğini’’ belirtmektedir.

Aydınlanmacıların lideri Kant’a göre eğitimin amacı insanları işleyerek mükemmelliğe ulaştırmaktır. Bu da toplum kalkınmasının temelidir.[1] Modern çağın kapısını aralayan yeniçağ rasyonalistleri yani Decartes, Spinoza ve Leibniz eğitimde temel unsurun insanın aklını esas almak olduğunu ısrarla vurgulamışlardır.

Sosyologların öncüsü kabul edilen İbn-i Haldun’a göre toplumların gelişmelerinde üç unsur önemlidir. Bunlardan ilki iklim ve Coğrafya, ikincisi ilmi ve yerleşik hayat üçüncüsü de göçebeliktir. Bunu esas alan pozitivizmin kurucusu A. Comte, Üç Hal Kanunu ile eğitime dikkat çekmiş ve bu durum daha sonraları E. Durkheim’e ilham  kaynağı olmuş; ideal, mükemmel, üniversal bir eğitimin toplumun geleceği açısından çok önemli olduğunu ifade etmiştir.

İslama göre eğitim, insanın hem dünyaya hem de ahirete hazırlığının temelidir. Nitekim Peygamberimiz (S.A.V)  kendisine gelen ilk vahiyden sonra okumanın ve öğrenmenin önemini evinin avlusuna topladığı  ‘ehli suffe’ ile perçinleyip o zamana göre hayli fazla olan servetini bu uğurda infak etmiş, hatta hastalığı esnasında kendisinin ‘’..Ya Aişe, o sekiz dinarı yoksullara dağıt, infak et, rabbimin huzuruna sekiz dinarla nasıl giderim ?’’ diye buyurduğu rivayet edilmektedir.

Bu anlayış toplumdan topluma ve devletten devlete aktarılarak, bazen zenginleşmiş bazen de ne yazık ki hurafe, sihir ve büyüye kapı açmıştır. Bunu önlemeye gayret eden devlet adamları eğitimi kurumlaştırmaya çalışmışlardır. Bunun ilk örneği Abbasilerle başlamış ve eğitimin temelinin hukukla zenginleşeceği düşünülerek fıkıh ilmine büyük önem verilmiştir. Daha sonra Osmanlı Devleti eğitimin, toplumun ve devletin geleceğinin teminatı olduğunu hissederek insanın yetişmesini üç temel kuruma atfetmişlerdir. Bunlar medrese, mektep ve okul olarak şekillenmiştir. Medreseler, halk tarafından kurulmuş kurumlardır. Mektep ise, öğretici ve öğrencinin yerini belirleyerek toplumun geleceğini teminat altına alma adımlarıdır. Daha sonra Okul döneminde kamu ve özel sektörün kalkınmadaki önemini anlayan fikir ise ilk defa II. Mahmut ile oluşmuştur.

Cumhuriyet’in kurulmasıyla beraber bizzat Atatürk’ün önderliğinde kalkınmayı esas alan bir eğitim sistemine geçilmesi için Dr. Rıza Nur görevlendirilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı, Ziya Gökalp’ in düşünceleri esas alınarak kurulup sistemleştirilmiştir.

Onun için öncelikle eğitimde ‘’cinsiyet ayrımına’’ son verilmiş ve kısa sürede kalkınabilmek için her kademedeki insana eğitim veren kurumlar açılmıştır. Özellikle ‘’milliliğin ‘’esas alınması muasır medeniyet seviyesine ulaşmanın temeli sayılmıştır. Bunu daha da ileri götürüp vatan sathına yayan  Mustafa Kemal, Türk Gençliğine yeni bir hedef göstererek kalkınmayı asil duygulara bağlamış ve buradan hareketle devletin kıt kaynaklarına rağmen Türk Tarih ve Dil Kurumu’nu kurmuştur. ‘Okula, camiye, kışlaya’ siyasetin girmesini önlemek için de tedbirler almıştır. “Fikri hür, vicdanı hür, zihni hür” nesillerin yetişmesini ilke haline getirmiştir. Bu ifadelerle Mustafa Kemal, ‘eğitimin verimliliğinin’ esas alınmasını hedefleyerek siyasileşmesinin önünü kesmeye çalışmıştır. Nitekim hazırlanan müfredat programlarında buna azami titizlik göstermiştir. Bunu da tarım ve endüstrinin birbirini tamamlamasıyla geleceğe güvenle adım atılacağını belirtmiştir. Bunun için ‘’Köylü, milletin efendisidir.’’ teziyle hareket ederek kalkınmanın temelinin önce tarım, sonra da endüstri olduğunu  ifade etmiştir. Köy Enstitülerinin kuruluşu bu amaca yöneliktir. Hem teori hem de ameli bilginin verildiği bu kurum ve alışkanlıklar devam ettirilse ve eğitim kurallarına uyulsa idi özellikle Dogu Anadolu’da  ve diğer yörelerimizde derme çatma  kerpiç evler yerine  depreme dayanıklı binalar yapılıp, binlerce can ve mal kaybımız önlenebilirdi. Yine tarımsal üretimle ülke sanayi hamlesiyle ilk 5 ülke arasına girmiş olacaktı. Ne yazık ki kalkınmayı köyden başlatan iradenin tavsiyelerine zamanla sırt çevrilerek eğitim gelir ve zenginlik gibi kriterlere göre düzenlenmeye başlanmıştır.

Lozan'ı çiğneyen bir “tarihi” tören Lozan'ı çiğneyen bir “tarihi” tören

Türk Eğitimi ve Ülke Kalkınmasında Öğretmen Faktörünün Önemi

Öğrenme ve öğretme faaliyeti insanın dünyaya gelişiyle başlar. Birey, çevresinde bulunan canlı cansız bütün varlıkları algılamaya başladığında eğitim de başlamış demektir. İnsan doğuştan itibaren sırasıyla;oral, anal ve fallik dönemlerinden geçer ve bundan sonra eğitime düzenli katılım başlar. Eğitimde sosyalleşme, okulla yani paylaşımın başladığı dönemde oluşur. Okuldaki rehber odak kişi de öğretmendir. Henry Ward: ’’Öğretmenler sonsuzluğu etkiler, bu etkilerinin nerede son bulacağını bilmezler.’’ demiştir. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk 1925’te İzmir Erkek Öğretmen Okulu’nda ‘’ Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır‘’ sözü ile konunun önemini belirtmiştir.[2]

Almanya’nın Fransa’ya karşı kazandığı zaferden sonra  (1870) Bismark: ‘’1866-1870’’  savaşlarının gerçek galibi Alman ilkokul öğretmenleridir‘’ diyerek Alman Birliğinin oluşumunda öğretmenin rolünü belirtmiştir.[3]

Daha önceleri öğretmenlik mesleğinin okumuş, aydın olan herkes tarafından icra edebilecek bir meslek olduğu fikri yaygındı. Bir meslek olarak kabul edilmesi 13 Mart 1924 Tarih ve 439 sayılı  Orta Tedrisat  Muallimleri Kanunu’nun 1.maddesinde ‘’Muallimlik, devletin umumi hizmetlerinden talim ve terbiye vazifesini üzerine alan müstakil sınıf ve ayrılan bir meslektir‘’ denilerek ortaya konmuştur.[4]

Köy Enstitüleri çeşitli mülahazalarla kapatılınca yerine İlk Öğretmen Okulları açıldı ve bunların faaliyetleri 1974’e kadar devam etti. Sonrasında da bu okullar Öğretmen Lisesi’ne dönüştü. İki yıllık yüksek okul bitirenler sınıf öğretmeni olabildi. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilkokul öğretmeni yetiştiren 2 yıllık Eğitim Enstitüleri, ortaokul öğretmeni yetiştiren 3 yıllık Eğitim Enstitüleri ile lise öğretmeni yetiştiren 4 yıllık Yüksek Öğretmen Okulları, 12 Eylül 1980’de kapatıldı. Bu görev, üniversite bünyelerindeki 4 yıllık Eğitim Fakülteleri’ne  bırakıldı. 2014 yılında da Öğretmen Liseleri maalesef kapatıldı. Öğretmen yetiştirme serüvenini özetlemeye çalıştığımız bu konu, halen çözüm beklemektedir. Öğretmenlik, özel ihtisas isteyen ve sevilerek özveriyle yapılan bir meslek olduğundan ilkokul veya ortaokul bitince sınavla yatılı olarak öğrenci alımı üniversite de aynen devam ettirilmelidir. Yine önceden olduğu gibi köy ve şehir okullarında da staja devam ederek, donanımlı halde göreve başlamalıdır.

Öğrencilerimizin Durumu

Eğitimde, daha önce belirtilen kurallara uyulmadığından her kademe de sıkıntılar belirmiştir. Kısa bir süre önce YKS sonuçları açıklandı. Bir örnek verecek olursak, liseyi bitiren gençlerimizin 40 sorudan ibaret matematik test ortalamaları 5,5. Yine yakın tarihte açıklanan ortaokul mezunlarının girdiği LGS sonuçlarına göre 20 soruluk matematik testi ortalaması 4,5 olduğu, diğer derslerin de aynı şekilde bulunduğu göz önüne alındığında başarı genelde düşük görülmektedir. Bu sebeple kendisine verilen önemden dolayı öğretmenin kendini sık sık yenilemesi için ilmi gelişmeleri takip etmelidir. MEB, üniversite-özel sektör işbirliği ile öğretmenin aktif öğrenmede kalması, serbest zamanlarını (rekreasyon) bu gelişmelere ayırması uygun olacaktır. Bundan dolayı eğitimin her kademesinde  öğrenciler ilgi ve yeteneklerine göre sınıflandırılmalı ve eğitimin bir usta çırak ilişkisi olduğu asla unutulmamalıdır. Yani eğitim bir çile işidir. Bunun için iktisadın temeli olan; ‘’Kolay kazananların kolay harcayacağı ‘’ ilkesinden hareketle önüne hiçbir engel konulmadan her türlü insanın okullardan mezun edilmesi toplumun geleceğinin adeta ipotek altına alınması demektir.

Günümüzde dünyanın her tarafına yayılan Covid-19 pandemi süreci, eğitimde verimlilik ve kaliteyi olumsuz yönde etkilemiştir. Ülkemizde pandemi bahane edilerek her kademedeki öğrencilerin bir üst sınıfa geçirilmesi şayet tedbir alınıp telafi edilmez ise toplumumuzun geleceği sıkıntıya sokulabilir.

Yapılan sınavlarda diğer derslerin yanında Türkçe dersinden de yeterli puan alınamaması geleceğimiz açısından düşündürücüdür. Yabancı dilin bir araç olduğu tezi yerine amaç haline getirilmesi  ‘’Kendi diline yabancılaşan ‘’nesilleri doğurmuştur.

Tarihin birçok döneminde bulaşıcı ve salgın hastalıklar yayılmış, ama bu durum eğitimin önemini azaltamamıştır. Nitekim Büyük İskender 33 yaşında hayatını kaybetmiş, aynı şekilde  Cihan Hükümdarı Yavuz Sultan Selim  henüz 50 yaşlarında  en verimli döneminde ‘Şir-i Pençe’ adlı cilt hastalığına yakalanarak hayatını kaybetmiştir. Nihayet Mustafa Kemal de insan hayatının toplumun devamında önemli bir yeri olmadığını, ancak kurulan sistemin devam etmesinin önemini vurgulayarak: ‘’Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacak, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.’’ diyerek belirtmiştir.

Eğitim de Çözülmesi Gereken Problemler

Eğitimin insan zekası, kabiliyeti ve beden özelliklerine göre düzenlemesi gelecek için önem arz etmektedir. Psikoloji Bölümü mezunlarının karşı çıkışları ile bu branşın Açık Öğretim yoluyla okutulmasından vazgeçilmiştir. Zira, saha çalışması gerektiren bir bilim dalıdır.

Fizyoterapistlerin sıkıntıları devam etmekte olup bazıları şunlardır; alanda (sahada) çalışmalar engellenmekte, sağlık, terapi, kelimelerinin kullanılmasına göz yumularak mezunlar atanmamaktadır. Özel sektörde ‘mobbing’ yanında asgari ücret altında istihdam edilmektedir. Kanuni mevzuat eksik olup meslek odası ve temsilcisinden yoksunlar. Aynı ve benzer problemlerin  Sosyal Hizmetler ve Çocuk Gelişimi Bölümleriyle birçok bölümlerde de devam ettiğini basından okuyup duymaktayız.

Çare Ne Olabilir? Hem devlet hem de kamuoyunda temkin ve tedbirin önemi belirlenmeli. Kalkınmanın temeli, ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynakları ile beşeri kapitalinin değerlendirilmesidir. Hemen her dalda ve alanda mezunlar oldukça fazla. Bütün kaynaklar değerlendirilmeli ve asla ümitsizliğe kapılmamalı, acilen kaliteyi düşürmeden yetenekli gençler mesleki bilgilerinin yanı sıra başta Türk dili olmak üzere, diğer yabancı dilleri de  iyi derecede konuşma durumuna gelmeli.

Zira; demografik (nüfus ) ve teknik donanım bakımından yetersiz olan  beş Türk  Cumhuriyetleri ile ellinin üzerindeki  Türk Topluluklarının Adriyatik’ ten Çin ‘e kadar  olan alanlarda bakir yeraltı, yerüstü kaynaklarıyla  eğitilmiş müteşebbisleri beklemektedir. Aynı durum dünyanın her yanında söz konusudur. Nitekim son günlerde alınan kararlarla artık Akdeniz hatta Okyanus ötesi coğrafi alanlarda hem askeri hem ekonomik-kültürel, sosyal operasyonlar yapmak mecburiyeti doğmaktadır. ‘’En iyi savunma taarruzdur ‘’sözünü esas alınarak muasır  medeniyet seviyesinin üstüne çıkma fikri  genç nesillere kavratılmalıdır. Bütün bu gerçekler ışığında, yeni nesillere ve gençlere  hedef göstermek için  ‘’Müfredat ‘’programlarına  ‘’Milli çıkarlarımız ‘’doğrultusunda yeniden şekil verilmeli ve gençlerimizin dünyada cereyan eden olaylardan haberdar olmaları ve tedbir almaları için her konuda bilgi sahibi olmalarının önü açılmalıdır. Bu hususta birkaç  gün önce YÖK ‘ün bazı alanlarda üniversitelere müfredatlarını yerel ihtiyaçlara göre hazırlamaları için yetki devrettiği duyumları alınmaktadır. İlmi gelişme ve savunma da bu çerçevenin dışında değildir.

Dijital  bilgi araç gereçleri ile yaşamak ve ilim yapmak durumunda kalan gençlerimize bu gelişmelerden anında haberdar olmak için imkanlar tanınmalıdır. ‘’Evrensel Hizmet Fonu’’ nun eğitimdeki dijital eşitsizliklerin giderilmesi açısından fırsata dönüştürülmelidir.

Sektörler içinde en çok etkilenen eğitim sektörü oldu. Üniversite öncesi eğitimde 18 milyon, yüksek öğretimde ise 5 milyon öğrenci, geçen yıl sıkıntılı eğitim gördü. Sağlık Bakanlığı Bilim Danışma Kurulu gibi MEB’de Eğitim Danışma Kurulu oluşturmalıdır. Paydaş olarak da veli-öğretmen-öğrenci temsilcileri eğitim ile ilgili STK’ ler, basın-meslek odası temsilcileri davet edilerek ortak akılla çözüm aranmalıdır. 

Öğretmen yetiştirilirken ciddi ve uzun süreli yatılı okuyup ilmi gelişmelere açık eğitim ve pedagojik formasyondan geçirilmesi önemsenmelidir. Kapatılan Öğretmen Sosyal Tesislerinden  onlarcasından sadece bir örnek olarak daha önce de belirttiğimiz Gökçeada Sosyal Tesisleri uzun süredir kapalı olup sadece bir bekçi maaşı verilerek binlerce öğretmeni hem dinlendiren hem de eğitip sosyalleştiren bu kamp atıl durumda ve yıkımını beklemektedir. Acilen burada isimlerini  sayamadığımız bu tesisler tekrar öğretmenlerin hizmetine sunulmalıdır. Keza 2016 yılında KHK  ile havuza alınan MEB merkez taşra teşkilatı üst seviye kadrosundaki on bine yakın idareciler daha önce de belirttiğimiz üzere çalışmadan ‘’Bankamatik ‘’memuru olarak maaşlarını almaktadır. Bu israfa dağlar dayanmaz. Acilen bu uygulamaya  son verilip müsebbiplerinden hesap sorulmalıdır.

1 A.Kurtkan Bilgiseven, Eğitim Sosyolojisi, Filiz Kitabevi, İstanbul,1992  s.14-15- 1
2 Ahmet Köklügiller, Atatürk’ten Düşünceler, Yuva Yay., İstanbul, 2009, s.67
3 Yahya Akyüz, Türkiye ‘de Öğretmenlerin  Toplumsal Değişimdeki Etkileri, Ankara 1978, sayfa 26
4 Cemil Öztürk Atatürk Devri Öğretmen Yetiştirme Politikası, Önsöz, Ankara 1996

Kaynaklar

A.Kurtkan Bilgiseven, Eğitim Sosyolojisi, Filiz Kitabevi, İstanbul,1992  s.14-15- 1

Ahmet Köklügiller, Atatürk’ten Düşünceler, Yuva Yay., İstanbul, 2009, s.67

Ahmet  Orhan, Cumhuriyet Dönemi Öğretmen Örgütlenmesi ve Huk.Dayanakları,TDAV,2001

Avni Akyol, MEB’ nı, Hodri Meydan ve Yankıları,2 Mart 1991 M. Eğitim Basımevi İstanbul s.5-6

Cemil Öztürk, Atatürk Devri Öğretmen Yetiştirme Politikası, Önsöz, Ankara 1996

Cevdet Aşkın, Öğretmenlerin  Serbest  Zaman  Eğitimi ve  Rekreasyon Etkinliklerine  Katılımlarındaki Sosyo Ekonomik, Kültürel Etkenler – Düzce  Örneği, MEB Dergisi sayı 209, s.160, 2016

Eyyüp Sanay, İbni Haldun ve Düşünceleri, Gün Yayıncılık, Ankara 2007

Yahya Akyüz, Türkiye ‘de  Öğretmenlerin Toplumsal Değişimdeki Etkileri, Ankara,1978 s.261-226

[1] A.Kurtkan Bilgiseven, Eğitim Sosyolojisi, Filiz Kitabevi, İstanbul,1992  s.14-15- 1

[2] Ahmet Köklügiller, Atatürk’ten Düşünceler, Yuva Yay., İstanbul, 2009, s.67

3 Yahya Akyüz, Türkiye ‘de Öğretmenlerin  Toplumsal Değişimdeki Etkileri, Ankara 1978, sayfa 26

4 Cemil Öztürk Atatürk Devri Öğretmen Yetiştirme Politikası, Önsöz, Ankara 1996

Kaynak Yeniçağ: Dr. Cevdet AŞKIN 

Editör: TE Bilisim