Yeni Anayasa devleti yıkmaksa ne yapmalı? Yeni Anayasa devleti yıkmaksa ne yapmalı?
 1982-83 yıllarında yaşanmış bir olaydan bahsetmek istiyorum. Mamak Askeri Cezaevinde yaşanmış bir olaydan…
12 Eylül darbesinin zulmü devam ediyordu. Zulmün en şiddetli yaşandığı yerler askeri cezaevleriydi. Askeri Cezaevleri içinde ise Mamak…
Mamak’ta, yurdun dört bir tarafından getirilmiş ‘’MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’’ sanıkları yatmaktaydı. 587 sanıklı davada 287 sanığın idamı isteniyordu. Davanın görülmekte olduğu Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 no’lu Askeri Mahkemesi, Mamak Cezaevi’nin hemen yanındaydı. Sanıklar, Mahkemeye cezaevinden getiriliyordu.
Aynı Mamak’ta işkence, eskilerin tabiriyle vaka-yı adiyedendi yani sıradan olaydı. Mahkumlara dayak için idari bir gerekçe aranmazdı. Sayımda dayak, sporda dayak, görüşte dayak vardı.
Mahkumlar için en özel günler ise, görüş günleriydi. Yakınlarını görmek, onlarla az da olsa sohbet edebilmek, sevdiklerinden haber alabilmek tarifsiz bir duyguydu. Yaşadıkları kesintisiz zulme, davalarına olan bağlılıkları ve sevdiklerinin onlara verdiği manevi destek sayesinde direniyorlardı
Yazının konusu olan hadisenin yaşandığı gün Samet heyecanlıydı. Çünkü uzun zamandır göremediği annesini görecekti. Görüş kabinine, askeri gardiyanların dipçik darbeleri eşliğinde gideceğini tahmin etse de umursamıyordu. Çünkü annesi onu görmek için uzaklardan, Muş’taki köylerinden gelmişti.
Görüş saatinde Samet’in tahmini gerçekleşti. Gardiyanlar onu dipçik darbeleri vura vura görüş kabinine götürdüler. Kabin, iki tarafında karşılıklı telefon ahizesi bulunan, ortası kalın bir camla kaplı, dar bir alandı. Görüş esnasında bir gardiyan konuşulanları dinlemek ve gerektiğinde müdahale etmek üzere hazır bekliyordu.
Meryem Teyze, belki de hayatında ilk kez telefon ahizesi görüyordu. Ahizenin nasıl çalıştığını öğrenmesi için bir süre uğraşması gerekti. Sonunda oğluna sesini, konuşabildiği tek dilde duyurmayı başardı. ‘’ Tu çawa yi, kure?’’ (Nasılsın oğlum?)
Sahneyi gözünüzün önüne getirin, kabinin bir tarafında MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davasından idam istemiyle yargılanan bir Türk Milliyetçisi var. Karşısında ise Türkçe bilmeyen bir anne. Oğlu belki idam edilecek. Belki birbirlerini son kez görüyorlar. Tek isteği oğlunun yüzünü görmek, sesini duymak…
Samet, annesine anladığı dilde ‘’iyiyim anne’’ diye cevap veriyor. O anda, annesinin gözü önünde sırtına bir dipçik darbesi iniyor. Zebani gibi başında dikilen gardiyan, ‘’Kürtçe konuşamazsın’’ diyerek Samet’i yaka paça kabinden çıkarmaya çalışıyor. Sesi duyan diğer gardiyanların da gelmesiyle birlikte Samet’in direnişi kırılıyor ve dipçik darbeleri altında tekrar koğuşuna atılıyor.
Tıpkı, ilk yakalandığında (Harbiye’de) kendisine işkence edenlerin, ‘’sen Kürtsün ne işin var bu Türk Milliyetçileri’nin içinde?’’ dedikleri gibi bu kez de annesiyle Kürtçe konuştuğu için işkenceye maruz kalmıştı.
Ben yazarken ve inanıyorum ki siz okurken hüzne ve öfkeye boğuldunuz. Peki bu olayı yaşayanlar neler hissetti dersiniz? Meryem Teyze nasıl dönebildi köyüne, Samet nasıl yatabildi o cezaevinde?
Darbe böyle alçakça bir şeydir işte!
Olaydan birkaç gün sonra Samet ve arkadaşları, bir sonuç alamayacaklarını bildikleri halde idareye dilekçe yazdılar.
‘’Biz Türk Milliyetçisiyiz. Bize yaptığınız bu zulme boyun eğmeyeceğiz!’’
O dilekçeler ülkücü/milliyetçi hareketin ortak metnidir.
O dilekçeler ülkücü/milliyetçi hareketin tarihidir.
O dilekçeler ülkücü/milliyetçi hareketin onurudur.
Dün de bugün de zulme boyun eğmeyenlere selam olsun…
Av. Uğur TARHAN

Editör: TE Bilisim