Suriyeli ve İranlıların nasıl üniversite hocası yapıldığı ortaya çıktı Suriyeli ve İranlıların nasıl üniversite hocası yapıldığı ortaya çıktı
Sayın Genel Başkanımız nerelidir?
Osmaniye ilimizin Bahçe İlçesi’nde doğduğunu, köklü ve yaygın bir Türkmen-Yörük Aşireti Olan Fettahoğulları’ndan olduğunu biliyoruz. Onun kripto Ermeni olduğunu söyleyenler iftira atıyorlar. Devlet Bey, halis ve katıksız bir Türkmen-Yörük evladıdır.

Siyasete girmeden önce ne iş yapıyordu?
     
Gazi Üniversitesi’nin İktisadi ve Ticari İlimler Fakültesi’nde Doçent Dr. Ünvanlı bir öğretim görevlisiydi. Üniversitedeki mesaisinin haricinde, Sıhhiye’de Necatibey Caddesi üzerinde bulunan MAYAŞ adlı bir yayın basım şirketine uğrar ve orada başta Ali Güngör, Taha Akyol, Alper Aksoy, Muhtar Tevfik, Enis Öksüz gibi ağır abilerle derin sohbetler eder, ayrıca TÖRE Dergisi’ne yazı verirdi. Bunun yanısıra, Başbuğ henüz tutuklu olduğundan, Ülkücüleri toparlamak için bazı kıpırdanışlara ön ayak olurdu. MAYAŞ’ın 100-150 metre aşağısında da Bizim Ocak Dergisi ve Muhafazakâr Parti Genel Merkezini karargâh yapan Muharrem Şemsek grubu faaliyet gösterirdi. Bu grup,  o günlerde Başbuğ’a daha yakın olan ve onunla direkt görüşen ama sonraki yıllarda meydanı Devlet Bahçeli’ye bırakmak zorunda kalan ekipti. Aralarında sert bir rekabet vardı ve bu yüzden çatıştıkları da olmuştur.

Devlet Bahçeli nasıl bir siyasetçidir?

Son derece nazik, namuslu  ve dürüst bir siyasetçidir. Adab-ı muaşerete, salon kurallarına,  görgüye, terbiyeye çok önem verir... Pasaklı, pespaye kılıklılardan, bakımsız, dağınık, yalak yaltak, geveze, cıvık ve yavşak tiplerden hazzetmezler. Asla yalan söylemez… Ar, haya ve hicap sahibi, ağırbaşlı bir kişidir.  Çizgisine çok sadık, düzgün çalışan, titiz, kuralcı, yönetmelikçi, namuslu bir devlet adamıdır ama bu erdem ve meziyetler, yerli politika geleneğine ve alışkanlıklarına uymadığı için aynı zamanda büyük bir dezavantaj  da teşkil etmektedir. Bu sebeplefırıldak ve fırsatçı bir politikacı olması asla mümkün görünmemektedir.
    Devlet Bahçeli iktidarı bütün kurumlarıyla ele geçirdiğinde çalar, çırpar mı? Hazineyi soyar mı? Parayı çok sever mi mesela?
   Devlet bey dünyanın en ahlâklı siyasetçisidir. Bu nedenle asla yalan söylemez, riya yapmaz, ikili oynamaz. Haketmediği tek bir kuruşa, tek bir santim arsaya, toprağa bile göz koymaz. Genetik olarak çok zengin olmasına rağmen lüks ve debdebeli eğlenmeyi, aşırı para harcamayı, yurt dışına eğlenme amaçlı seyahatler yapmayı, israfı hiç sevmez. Zaten atalarından intikal eden genetik bir zenginliği vardır.
Bunun dışında para parayı çeker diye düşünüp daha fazla para ve iktidar gücü kazanmak gibi bir hırsı hiç yoktur. Ancak atalarından genetik olarak gelen taşınmaz mülk varlıkları nedeniyle, para ve servet, sessizce ve hiç dikkat çekmeden ısrarla ve gösterişsiz bir şekilde onun ayağına gelir. Gelen bu parayı ne yapar, nereye koyar, kimlere dağıtır ya da nasıl harcar bilmiyorum.  Bir klasik araba toplama merakı başladı. 15-20 yıl önce bu merakını hiç duymamıştım.
Büyük bir ihtimalle ona bu hevesi lüks ve pahalı arabalara düşkünlüğüyle bilinen, yine genetik zengin partililerden olan Murat Şevkatli aşıladı… Buraya para tahsis etse bile bu, onun varlıkları içinde sadece devede kulak bir miktar olabilir. Ancak ne yaparsa yapsın, sahip olduğu para ve servetin tamamı kendi kaynaklarından gelen temiz ve helal paradır. Hilesi, entrikası ve bir kuruş bile haramı yoktur. Bu husus onun mahremiyetine girdiği için kapatıyorum.
Sayın Bahçeli, memleketin milli varlıklarını, ormanlarını, kıyılarını, parklarını, yaylalarını yağmalayan, yağmalatan, çalan, çaldıran ve talan edenlerden hiç hazetmez. Bunu yapanlardan iğrenme derecesinde tiksinir ve nefret duyar. Bencil, çalan, çırpan, yolsuzluğa adı karışan kişileri, en yakın dava arkadaşı bile olsa affetmez. Affeder belki ama asla unutmaz.Kinci midir? Değildir ama birine kızdı mı onu artık o anda çizmiştir ve katiyen de bağışlamaz. Bağışlasa bile asla unutmaz. Devlet Bey hakkında en iyi bildiğim husus budur.

Devlet Bahçeli vefakâr mıdır?
   
Bildiğim kadarıyla öyledir. Kendisine yanlış yapıldığına inanmadığı sürece öyledir. Ancak burada hemen, rahmetli Ali GÜNGÖR ile ilgili, 57. Hükümet döneminde yaşanan üzücü olaylar hatırlatılacaktır. Bu mesele nasıl başladı? Araları neden ve nasıl açıldı? Devlet Bey, en zor zamanlarda yanında olan, siyasete beraber girdiği 40 yıllık dava arkadaşıyla neden böyle yollarını ayırdı ve onu dostluğundan sildi ya da gerçekten sildi mi bilmiyorum. Geçtiğimiz aylarda kanserden kaybettiğimiz Ali Güngör Bey haksızlığa ve vefasızlığa maruz kalmış görünmekle beraber hiçbir şey dışardan gördüğümüz gibi olmayabilir… Bu mesele çok karışık ve muğlaktır.
Kendi adıyla yayınlanmış ve bilimsel olarak takdir ve ilgi görmüş bir makalesi veya kitabı var mıdır?
Belki vardır ama Türkiye’nin bütün sahaf ve kütüphanelerinde  nelerin bulunduğunu çok iyi bildiğim halde  onun adıyla yayınlanmış herhangi bir kitaba rastlamadım. Töre Dergisi’nin 1981 sonrasında MAYAŞ idaresinde çıkarılan sayılarında, gündeme dair birkaç makalesi yayınlanmıştı. Bu makalelerin son imla düzeltmelerine ben bakardım. Ancak hayret verici bir şeydir ki, sayfalar dolusu yazılarında tek bir virgül hatası bile bulamazdım. Temizlik ve bakımlı görünmek konusundaki titizliği her eylemine yansırdı çünkü… Bazı akademik dergilerde birkaç makalesi vardır. Ancak daha fazla yazmadı ve muhtemelen siyaset meşgalesi fazla zaman bırakmadığından kendini ilerletemedi.
Parti ve protokol işlerinden artan zamanlarda  ne yapıyor?
Bilmiyorum. Yakın korumaları ya da özel kalemi dışında bunu fazla bilen olduğunu sanmıyorum. Partideki mesai saatleri herkesin gözü önünde iken, evine döndüğü saatlerden sonra ne yaptığı, nasıl yaşadığı, neyle oyalandığı sadece onun ve sırdaşı olan 2-3 kişinin bildiği bir husus… Partide mesaisi bitince, bir eskortla genel merkez binasından çıktıktan sonra Ankara dışında, Çay Yolu tepelerinde bir yerde yaptırdığı şatovarî evine gittiğini görüyoruz. Zorunlu olmadıkça hiçbir yere sapmadan evine gider. Tandoğan’daki evini boşaltmamıştır. Öğrencilik yıllarımda TÖRE dergisinin provalarını göstermek için sık sık uğradığım ve eliyle ikram ettiği çayları içme şansına bile sahip olduğum bu evde hatırladığım tek şey, dikkat çekici bir temizlik, muntazam bir tertip ve sadelikti.

Devlet Bey, çok konuşmayı ve halkın önüne çıkmayı sever mi?

Onu tanıdığım ve gözlemlediğim  kadarıyla sevmiyor ve hoşlanmıyor. Olmadık zamanlarda, zırt pırt her yerde mikrofonu eline alıp konuşmayı, gazetecilere ayak üstü demeç vermeyi, gazetecilerle yüz göz olmayı, gevezelik yapmayı ve böyle yapanları hiç sevmiyor. Yetkisi olmadığı halde, kendisine haber vermeden basın önünde partiyi bağlayacak olan konuşmalar yapan akademisyen kökenli parti görevlilerini sevmiyor.  Onlara fena halde gıcık oluyor. Bu nedenle pek çok milletvekilini ve divan üyesini, çok yakın arkadaşı bile olsa hiç tereddüt etmeden biçmiş veya adını çizmiştir.

Kitap okuyor mu? En son hangi kitabı okumuştur?

80’li yıllarda çok okuyordu. Türkiye’de ‘Megatrends 2000’ adlı kitabı anlayarak okuyan ilk karilerdendir. Ekonomi-politik kitapları işi icabı okuyordu zaten. Marksizmi sevmez ama çok iyi anlamıştır. Erol Güngör’e müthiş hayran ve saygılıydı. Tüm eserlerinden bana da bir takım alıp okutmuştur. Gazali’yi ve Muhyittin Arabi’yi de okumuştur. Bir gün Töre’de sohbet ederken İbn-i Haldun hakkında bize çok uzun bir konuşma yapmıştı. Taha Akyol’un yazılarını severdi.

Şimdi yine çok yoğun bir şekilde okuduğunu, buna zaman ayırabildiğini sanmam.  Ancak 5-6 yıl önce benim yazdığım “Kayıp BOZKURTLAR” adlı kitabımı makamında dikkatle okurken gördüğünü, ardından kitapta yazdıklarım nedeniyle katiyen kılıma dokunulmaması için Ülkü Ocakları’na sıkı talimat verdiğini söyleyen, yakın çevresindenbir tanığım var.Tanığım doğru söylüyor olmalı. Zira bazı yazar kılığına girmiş konuşma ve yazma özürlü,  geri zekalı hasımlarımın dışında, bu kitabı yazdığım için Ülkü Ocakları’ndan bana tek bir olumsuz söz ve hareket gelmedi. Bunun haricinde belki evinde kitap okuyordur. Okuyorsa da kimi okuduğunu bilmiyorum. Ha az daha unutuyordum. Gogol'u da çok sever… Özellikle Taras Bulba’sını…

Spor yapıyor mu? Hangi takımı tutuyor?

Elbette ki bir vücut geliştirme salonuna falan gidip spor yapmıyor. Ancak evinin altında belki bir jimnastik salonu vardır ve orada yürüyüş bantlarında falan yürüyor olabilir. Evinin içini  medyadan ve halktan  ısrarla sakladığı ve şu saate kadar tek bir gazeteciyi bile evine sokmadığı için, içeride ne var nasıl yaşıyor bilmiyoruz. Boğaziçi, viski, yat ve  şeref kelimelerini bir araya getirerek gösterdiği çok sert bir tepkiden sonra, evinde bir Amerikan bar köşesi olmadığı, bira, şarap ve viski gibi müskirat bulundurmadığı, yatı sevmediği  ve bunları kullananlara da hiç hoş bakmadığı net bir şekilde kesinleşmiştir.
Sanırım ki koyu bir BJK taraftarı ve galiba maçları hiç kaçırmadan izliyor. Parti programlarını maç saatlerini atlamayacak şekilde ayarlattığı da söyleniyor. Fanatik midir? Güya ülkücülerin yeni Galip Erdem’i sayılan Suat BAŞARAN’ın adını aslında aşırı Trabzonsporlu oluşuna gıcık olduğu için çizmiş… Koray Aydın ile yıldızının pek barışmaması da bu yüzden olabilirmiş. Koray Bey de Trabzonludur ve koyu Trabzonsporludur.
Takım elbise giymediği, kravat takmadığı bir gün ya da saat var mıdır?
Evinden çıktığı sürece, hiçbir gün ve saatte onu takım elbisesiz ve kravatsız gören yok… Gizli çekim yapılmadığı sürece onu kravatsız, takımsız yakalayamazsınız. Evine gidince onları çıkarıp pijama, siyah Adana şalvarı  ya da eşofman gibi rahat bir şeyler giyiniyor olabilir ama bunu  yapıp yapmadığı da dabilinmiyor. Ancak yine de uyumak için yatağa girdiğinde takım elbisesini, nasıl başarıyorsa her zaman parlak tuttuğu ayakkabılarını ve kravatını çıkarıyor olması çok yüksek bir ihtimal… Zira aynı takım elbise ve gömlekler ertesi gün nasıl jilet gibi ütülü ve bakımlı olabilir ki?

Hayatında hiç aşık olmuş mudur?

Bilmiyoruz. Kesinlikle çok tabu ve onu çok öfkelendirecek olan mahrem bir konudur. Bu soruyu sormamış olun…
   Ferdi Tayfur’u neden çok sevmektedir ve ondan başka bir sanatçıyı dinliyor mu?
   Ferdi Tayfur’u gerçekten çok seviyor ama onu neden çok sevdiğini bilmiyoruz. Ancak ondan başka pek çok sanatçıyı da zevk duyarak dinlediğini biliyoruz. Özellikle klasik Türk Müziği’ne, Türk Sanat Müziği’ne ait ağır abi tarzı parçaları severek dinliyor. Bir festivalde mi neydi, Zara’nın söylediği türküleri çok beğenmiş ve onu ayakta alkışlamıştı. Bunu her sanatçıya yapmaz aslında… Bir söylentiye göre, çözüm sürecini anlatması için  Ferdi Tayfur’a da akil adam ol teklifi  yapılmış. Ancak Devlet Bahçeli’nin kendisine hayran olduğunu ve şayet bu teklifi kabul ederse kendisini hemen çizeceğini bildiği  için bu teklifi nazikçe reddetmiş.

Hayatı boyunca hiç pazara, markete, cafeye, plaja, sinemaya, tiyatroya, operaya gitmiş midir?

Ben şahsen onu öyle yerlerde hiç görmedim… Belki gitmiştir ve oralarda bir gören olmuştur. Dokuz sene önce galiba Ankara’dan Polatlı’ya giderlerken  birbenzin istasyonundaki  marketten onu sigara alırken görenler olmuş… Bu durum aslında Rambo’yu oynayan Sylvester Stallone’nun Ulus Çıkrıkçılar Çarşısında görülmesinden daha mümkün bir rastlantı değil ama nasıl olduysa görülmüş işte… Bir de bir kamyoncular dinlenme tesisinde mola verdiklerinde görülmüştü. O anlar televizyon haberlerine de yansımıştı. Orada şoförlere espriler yaparken, tebessüm ederken görülmesi,halkı çok şaşırtmış ama herkesin çok hoşuna gitmişti.

Çocukları seviyor mu?

Seviyormuş gibi yapıyor ama galiba pek sevmiyor.  Zaman zaman, onun bu meselesini bilmeyenler, oldu bittiye getirerek,  kucağına bir bebek ya da şirin bir kız çocuğu tutuşturmak istiyorlar. Kucağına bir çocuk bırakıldığında bundan ne hissediyor? Şefkat mi yoksa anlık bir sıkıntıyı, kimseyi kırmadan bir an önce savma isteği mi bilmiyorum. Son şık ağır basıyor gibi görünüyor…

Arabasının bagajında çocuklara dağıtmak için oyuncak taşıyor mu?

Kesinlikle taşımıyor…  Bu işleri ucuz ve popülist  birşov olarak gördüğünden eminim. Ancak Sedat PEKER’in yıllardır yaptığı, hatta bir kısmını benim vasıtamla yaptığı gibi, çocuk yuvalarına, talebe evlerine, gecekondularda oturan ailelere çok gizli kalması şartıyla koliler dolusu oyuncaklar, erzaklar, yakacak ve kitaplar gönderdiğini, bunu yıllardır yaptığını, ona çok yakın olan bir dostumdan dinlemiştim. Ancak doğrulatıp emin olamadım. Fakat öğrencilik yıllarımızda bana ve bazı arkadaşlarıma öğrenime destek veya harçlık kabilinden bazı para yardımları yapmıştı.
Hayatında hiç denize girmiş midir? Paçalarını sıvayıp, çıplak ayakla kumsalda yürümüş müdür?

Çocukluğunda Osmaniye’nin Bahçe kasabasında, dereciklere ve su arıklarına girdiğini ve suda el çırpıştırdığını görenler olmuş… Ondan sonra bir daha da denize girdiği ve yüzdüğü hiç görülmemiş. Bunu köpekbalığı ya da yengeç korkusuna bağlayanlar oldu. Uçağa binme korkusu olduğu için hiç uçağa binmezdi. Neyse ki, son seçim çalışmalarında, kendisine muhtemelen hipnozla telkin yapılarak bu korkusu yok edildi ve nihayet uçağa binmesi sağlandı.  Bilmiyorum uçakta otururken  görüntülenmiş haline dikkat ettiniz mi? Donmuş sabit bakışlar, sapsarı bir yüz… Uçuş korkusunu unutması için ona hipnoz yapıldığını, muhtemelen de bu nedenle sonnambul veya kataleptik aşamada olduğu yani o anda olayların içinde  olmadığını hissettim.Sahillere defalarca, 15-20metre kadaryaklaştığını, ancak 48 derece kavurucu sıcakta bile takım elbisesini ve kravatını çıkarmadan ve denize dönüp bakmadan,  yanından teğet geçtiğini biliyorum.
Sevmiyor nedense denize girmeyi… Şöyle, resmiyeti birkaç saat bir tarafa bırakmayı, çıplak ayakla kumsala, köpüklere basmayı, balık tutmayı, su savaşı yapmayı, kumlara gömülüp, ansızın  “Böööö” diye fırlayıp insanları korkutmayı, ay ışığı altında yakamozları seyretmeyi… Nedendir bilmiyor ve anlayamıyorum,sevmiyor işte.  Mesela çok isterdim… Devlet Bahçeli, Semih Yalçın ve Oktay Vural, korumalarını ve katiplerini alarak hep beraber ile bir plaja gitmişler…
Hep birlikte, kravatları ve takım elbiseleri çıkarıp altlarına Bermuda plaj şortları geçirmişler… Orada eğlenirken birden coşuyorlar. Devlet Bey ile Semih Bey aniden fırlayarak Oktay Bey’i yakalıyorlar. Onun ellerinden ve ayaklarından sallayarak hooop diye denize fırlatıveriyorlar ya da onlar Devlet Bey’i fırlatıyorlar… Bir neşe, bir eğlence, kahkahalar falan… Ne gezer, hayali bile mümkün değil. Hoşuna gidip yüzünü güldürecekse ben razıyım valla…
Devlet Bey böyle eğlenmek isterse ve çok hoşuna gidecekse vallahi çağırsın, beni isterse Fatih Köprüsü’nden boğaza fırlatıversinler… Yeter ki, resmi ve ciddi olmak uğruna,  içinde yıllardır hapsettiği eğlenme ve mutlu olma enerjisini  artık dışarı çıkarsın… Yeter ki o yıllardır özgürce gülmeyen asık yüzü gülsün, kahkahaları ortalığı çınlatsın. Siz gülünce çok güzel oluyorsunuz… Sizi eğlendirip güldürecekse gelin  beni köprüden atın Sayın Genel Başkanım…

En çok hangi yemekleri sever? Evde yemeklerini kim hazırlıyor?

Galiba güney kebaplarını… Evdeki hayatıyla ilgili hiçbir bilgimiz olmadığı için, evde yemekleri kimin hazırladığını, dışarıdan mı getirttiğini, özel aşçısı mı olduğunu ya da hazır konserve mi yediğini bilmiyoruz. Yürüyen tüm canlıları yiyeceğe dönüştüren Çin tarzından nefret ediyor. Adana mahalli yemeklerini çok sevdiği söyleniyor. Hamur işlerini ağzına koymamaya çalışır… Onu sevmez bunu sevmez ama  barizdir ki, bir şekilde karnını doyuruyor ve hayatta kalmayı başarabiliyor…

En çok hangi köşe yazarlarını okuyor ya da seviyor?

Ahmet Hakan, Ertuğrul Özkök, Mete Yarar, Uğur Dündar, Selahattin Duman Ahmet Turan Alkan severek okuduğu yazarlar arasındaymış…
Neden hep koyu lacivert takım elbise tercih ediyor ve bu takımları hangi terziye yaptırıyor?

Hiç birini bilmiyorum. Her halde bir zevk ve tutku meselesi… Terzisinin kim olduğuna gelince Pahalı işler yapan hususi bir terzi olduğunu sanmıyorum.  Belki de Ulus İş Merkezinde  dükkanı olan, bu zanaatı iyi bilen mahir,  ülkücü bir terzi de olabilir.

Takım elbiselerini 2-3 günde bir temizletiyormuş. Takımlarını nerede kime temizletiyor?

Bilmiyorum. Ancak bu işi her kim yapıyorsa lütfen adresini bana da bildirsinler. Zira o kuru temizlemeci her kimse çok temiz ve itinalı bir iş yapıyor ve Devlet Bahçeli’yi her sabah pırıl pırıl temiz ve bakımlı takımlarla halkın önüne çıkarıyor. Ben de takım elbisemi aynı yere vermeyi düşünüyorum..

Askerlik anılarını biliyor musunuz?

Bilmiyorum. Askerliğiyle ve anılarıyla ilgili hiçbir kaynağa ve bilgiye rastlamadım.   Ancak askerliğini Ege’de bir birlikte yedek subay olarak yapmış olduğunu söyleyen aynı devreden bir akademisyenle karşılaştım. Fakat o da fazla bir detay veremedi…
Yabancı dil biliyor mu?
Nerede, nasıl öğrenip geliştirdiğini hiçbir zaman çözemedim ama son derece akıcı ve kitap çevirecek düzeyde İngilizce biliyor. Öğrenci iken çevirmekte zorlandığımız oldukça zor ve karmaşık bir makale metnini ona çevirttirmiştim. Şak diye çevirip vermişti.Ancak bu yönünü hiç ortaya koymuyor. Gerektiği zamanlarda, yabancı misafirleriyle İngilizce konuşup gayet kolay anlaşabilecekken, tam aksine karşısındaki yabancıları Türkçe tercüman kullanmaya zorluyor. Tuhaf bir durum tabii...

Partide en çok kimi sevip takdir ediyor?

Birini imtiyazlı bir şekilde takdir edip sevdiğine dair bir bilgim yok. Yakınındaki A takımından herkesi sevip takdir ediyor olabilir. Zannımca, Oktay Vural’a, Semih Yalçın’a ve Şefkat Çetin’e çok  önem ve değer  veriyor, siyasal sırlarını onlarla paylaşıyor…Neden onlar, bilmiyorum…
Kitleler önünde eğlence olsun diye herhangi bir şarkı, marş ya da türkü söyleyebilir mi?
Katiyen söylemez. Bilse bile söylemez. Bunu hafiflik olarak görür. Belki evde ut, keman ya da piyano çalıyor bile olabilir ama bu yönü tamamen muamma. Bir eğlence ortamında şarkıya eşlik etsin diye mikrofon uzatılmasına acayip derecede uyuz olur ve bunu da asılan, gerilen yüzüyle hemen belli eder.

Temizlik takıntısı varmış, doğru mudur?

Öyle diyen çok. Güya insanlarla tokalaştıktan sonra, masa altında ya da onları gönderdikten sonra ıslak mendille ellerini siliyormuş. 13 yıl önce, 57. Hükümeti tarihe gömüp partiye kapandığı ve artık yalnız kaldığı günlerinden birinde eşim ve bebeğimle birlikte kendisini makamında ziyaret ettiğimde böyle bir şey yaptığına şahit olmadım.

Gayet misafirperver, son derece nazik ve kibardı. Tam bir asilzade zarafetiyle ağırlayıp sohbet etmiş, ikramlarda bulunmuştu bize… Yeni doğan çocuğumuza, çekmecesinde sakladığı nazar boncuklu bir yarım altın takmış ama ona dokunup sevmemişti.

Bunu hem kendisini hem de bebeği hijyenik kaygılarla korumak için yaptığından eminim. Fakat yüzüne bakıp şefkatle  tebessüm etmişti. Sonra da makam kapısına kadar gelip büyük bir nezaketle uğurlamıştı bizi. Bu onunla yüz yüze son görüşmemiz oldu. Daha sonraki yıllarda hazırladığım bir çok proje ve raporu, etrafını kuşatan kalın koruma ve özel kalem duvarlarını aşamadığım için kendilerine takdim etme imkanı bulamadım.

Evlilikle ilgili ne düşünüyor? Evlenmeyi düşünüyor mu?

Bu soruyu hiç sormadınız sayalım.Tabu ve asla konuşulamaz bir meseledir. Bunu hemen geçelim.

Sonuç olarak;

İlk kez 1982’de Ankara’da MAYAŞ Bürosunda karşılaşıp tanıştığımız, Tandoğan’daki evine kadar birkaç defa  gidip çayını içebildiğim, 1997’den beri arkasından gittiğim ve partisine onurla oy verdiğim ve dünya yansa da yine vereceğim liderim hakkında, halâ  cevap veremediğim pek çok soru olmasını,  genel merkez oligarşisinin ve abartılı ketumiyet saplantısının büyük bir halkla ilişkiler başarısı  (!) olarak sayabilirsiniz efendim… 


Tuncer GÜNAY 
Editör: TE Bilisim