‘Millî Mücadele’nin Dinci Muhalifleri’ ‘Millî Mücadele’nin Dinci Muhalifleri’
Şu soru hep aklıma gelmiş; ama sonucu düşündüğümde benliğimi hep büyük bir korku ve şiddetli bir ürperti sarmıştır:
Eğer ilahî takdir gereği ben tarih 61 hicrî yılında dünyaya gelmiş olsaydım ve İmam Hüseyin (a.s) ile aynı dönemde yaşamış olsaydım, acaba ne yapardım?!
Cereyan eden olaylar karşısında benim tavrım ne olurdu?
Acaba Yezit taraftarı Şamlılar gibi asiler güruhuna katılıp İmam'a kılıç mı çekerdim?
Veya Medineliler gibi eli kolu bağlı oturup hiçbir şeye karışmaz, tarafsızlığa ve sessizliğe bürünüp Hüseyin'e (a.s) yardım eli uzatmaz ve onu yalnız mı bırakırdım?
Yahut Mekkeliler gibi Kâbe'ye sığınıp, kendimi ibadete adama adı altında, Allah'ın evini ve Hüseyin'i (a.s) kendi arzu ve isteklerime siper mi edinirdim?
Ya da Kûfeliler gibi onu aldatır ve ona ihanet mi ederdim?
Yoksa tüm dünyayı ve dünyamı elimin tersiyle itip, işimi, ticaretimi, evimi-barkımı, ailemi, çoluk-çocuğumu, sahibi olduğum her şeyi bırakıp kupkuru bir çöle, sıcaklığın ve susuzluğun kol gezdiği ıssız sahraya mı koşardım?
Siz de bu soruya çok rahat ve kolaylıkla cevap verebilecek güçte olmadığınızı biliyorsunuz!
İşte bu sorunun cevabının kolay ve belli olduğunu düşünen herkes yanılıyordur bence.
Böyle bir sözü olaydan sonra söylemek iddiadan başka olamaz!
Çünkü imtihan anında nasıl bir tepki vereceğini hiç kimse kestiremez, bilemez!
Nitekim büyük arif Merhum Seyyid İsmail Dulabî şöyle buyurur:
Hürr-i Riyahî suyu İmam Hüseyin (a.s) ve yarenlerinin üzerine bağlayan ilk kimse idi. Ancak İmam’ın uğrunda kanını ilk akıtan da yine Hür oldu...
Ömer Sa’d da Kûfe’den İmam Hüseyin’e (a.s) mektup yazan ve önderlik için davet eden ilk kimse idi. Fakat İmam’a ilk ok atan da yine Ömer Sa’d oldu...
Yüce Allah, Şeytan’ın öyküsünü çok defa Kur’ân’da anlattı ki kimse konumuna, ibadetine, meleklerin arasında olup Allah’a yakınlığına güvenmesin...
Allah, herkesin bulunduğu yerde kalacağına dair bir taahhütte bulunmamıştır...
Dünya imtihan dünyasıdır ve her bir imtihan sonucu bizim bir çehremiz ortaya çıkar. Öyle bir çehre ki, bazen kendimizde bile şaşkınlık yaratır...
İşte imtihan anında nasıl bir tepki vereceğimiz kesin belli olmadığı için, kimse kendisinden emin konuşamaz, kesinlikle Hüseyin'in (a.s) yanında ve safında yer alacağını söyleyemez!
*     *     *
Şimdi sizce:
Gecenin bir yarısında tatlı uykunun içinde yatağından uyanıp da sabah namazına kalkmaya üşenen bir kimse, nasıl İmam Hüseyin'in (a.s) yanında yer alabilir?
Günler, aylar, hatta yıllar geçtiği hâlde bir defa olsun Kur'ân'ı açıp okuyamayan kimse, nasıl İmam Hüseyin'in (a.s) yolunda olabilir?
Şahsi çıkarları için batıla karşı hakkın yanında yer alamayan kimse, nasıl Hüseyin'in (a.s) birlikte olabilir?
Etrafında cereyan eden zulümlere, yanlışlara ve münkerlere karşı umursamaz olup sessiz kalan kimse, nasıl İmam Hüseyin (a.s) ile beraber olabilir?
Yazın yakıcı sıcaklığında İslamî tesettür gereği örtünmenin sıcaklığına dayanamayan bayan, bu Hüseynî kıyamda nasıl Hz. Zeyneb'e (s.a) eşlik edebilir?
Gözünü, dilini, elini, ayağını günaha bulaşmaktan alıkoyamayan genç, nasıl Ali Ekber (s.a) ile birlikte olabilir?
Kendi akraba, kardeş ve dostlarını kendisinden zerre öne geçirmeyen ve onların yardımına koşmayan kimse, nasıl Ebulfazl Abbas (s.a) ile birlikte olabilir?
Eline geçen her fırsatı sadece kendisi ve yakınları için değerlendiren kimse, nasıl Züheyir (r.a) ile birlikte olabilir?
Dünya malına dört elle sarılan, yemediği kul hakkı ve yapmadığı haksızlık, hırsızlık olmayan kimse, nasıl Müslim ve Habib'in (r.a) yanında yer alabilir?
Hayatında, kendisini yanlıştan döndürecek, cehennemden çıkarıp cennete götürecek kesin kararlar almaktan aciz olan biri, nasıl Hür (r.a) ile beraber olabilir?
Hüseynî olmak, Zeynebî olmak, Kerbelaî olmak o kadar da kolay olmasa gerek. Dilde denilen ki iddiadan başka değil. Eylemde sine vurup gözyaşı dökmek kutsal olmakla birlikte- görüntüden öte değil. Çünkü İmam Hüseyin'e (a.s) yas ve matem tutmak hedef değil, vesiledir; Aşura'nın ilahî ve evrensel mesajlarını alıp Hüseynî renge bürünmek için, Hüseyin'in (a.s) yolunda yürümek için... Ağlayıp gözden yaş akıtmak değil asıl maksat ağlamaktan. Ağlamakla kalbi yumuşatıp Hüseynî mesajları daha kolay almak, yaşamak, yaşatmak ve hayata geçirmektir...
*     *     *
İstersen, İmam Hüseyin'in (a.s) bizzat kendi döneminde yaşanan ve Aşura'nın son saatlerinde İmam'ı yalnız bırakan adamın öyküsünü birlikte hatırlayalım:
Hüseynî harekette Aşk ve Şehadet yoluna gönül veremeyen imanı zayıf veya basiretsiz kimselerin bir kısmı Medine'de kalırken, bazıları Mekke'de kaldı. Bir kısmı nefsine yenik düşüp Kerbela yolunda İmam'dan ayrılırken, diğer bir kısmı Kerbela'da Aşura günü İmam'ı terk edip ebedî saadetten mahrum kalmayı tercih etti...
Ama ayrılanlar içerisinde öyle birisi de vardı ki, Aşura gününün büyük bölümüne kadar İmam'ın safındaydı; ancak öğle sonra şehadeti göze alıp da İmam'ın yanında kalmaya bir türlü cesaret edemedi...
Bu aşk kervanıyla Kerbela yolunda karşılaşan Dahhak bin Abdullah el-Meşrikî, İmam'ın yanına gelmiş, İmam'la uzunca bir konuşma yaptıktan sonra bir şartla Hüseynî kafileye katılma kararı almıştı: İmam yenilgiye uğramaya başladığında ve artık yardımının ona bir fayda sağlamayacağını gördüğünde Kerbela'yı terk edecekti...
Aşura sabahı İmam'ın ve fedakâr ashabının yanında var gücüyle Yezid ordusuna karşı savaşan ve bundan dolayı da İmam'ın duasına mazhar olan Dahhak, öğle namazını İmam'ın arkasında kıldı. Ancak öğle sonra İmam'ın yâreninin hemen hepsinin şehit düşüp cesetlerinin savaş meydanında parçalandığını görünce artık gitme zamanının geldiğini düşündü, böylece İmam'ın yanına gitti ve şartını hatırlatarak gitmek istediğini söyledi. İmam, onca kalabalık düşman ordusunun arasından nasıl kaçabileceğini sorunca da, atını çadırlardan birinde sakladığını ve o sebeple de hep piyade savaştığını söyledi, ardından da atına binip Kerbela'yı terk etti ve bir ömür boyu perişan ve sefalet içinde yaşadı...
İşte şartlı itaat ve teslimiyet dünyada da ahirette de büyük hüsrana, ebedî mahrumiyete neden olur...
O nedenle diyorum:
Önce Hüseyin'in (a.s) namazı, sonra Hüseyin'in (a.s) matemi...
Önce Hüseynî şuur ve bilinç, sonra Hüseynî his ve duygu...
Önce Hüseynî eylem, sonra Hüseynî söylem...
Önce Hüseynî ahlak, sonra Hüseynî yas...
Çünkü:
Muharrem ayı Hüseyin (a.s) ile, yaptıkları ve mesajları ile övünme ayıdır, sadece dövünme ve ağıt yakma ayı değildir...
Hüseyin'i (a.s) anmak, olaylara iyi bakmayı temrin etmek ve basiretli olmaya çalışmaktır, sadece iyi ağlamaya çalışmak değildir...
*     *     *
Kerbela hadisesinde üç şahsiyetle karşılaşıyoruz:
1- Hüseyin bin Ali (a.s):
Zulüm ve haksızlığa teslim olmuyor...
Sonuna kadar direniyor...
Din uğruna her türlü fedakârlığa katlanıyor...
İnancı uğruna gereken her şeyi hiç tereddüt etmeden yapıyor...
Hem kendisi, hem de evlatları hak ve adalet yolunda şehit oluyor...
Sudan geçiyor, serden geçiyor; ama izzet ve haysiyetinden asla!

2- Yezid bin Muaviye (l.a):
Herkesi teslim almak istiyor...
Muhalefete tahammül edemiyor...
Dediğini ve dilediğini her şey pahasına yapıyor...
Peygamber'in (a.s) torununun başını kesip ailesini esir alıyor...
Allah'ın evini, Kâbe'yi yıkıyor...
Resulullah'ın (s.a.a) mescidinde at koşturuyor...
Haysiyetsizliği canla başla alıyor...
Ve istediğini elde ediyor...

3- Ömer bin Sa'd:
Tarihin rivayetine göre 8 Muharrem'e kadar savaş konusunda kararsızdı...
Çünkü hem Huda'yı (Allah'ı) istiyordu, hem hurmayı...
Hem dünyayı kazanmak istiyordu, hem ahireti...
Hem Hüseyin'i razı etmek istiyordu, hem Yezid'i...
Hem Rey bölgesinde emirlik istiyordu, hem halk arasında saygınlık...
Ne güçten geçebiliyordu, ne de halk tarafından sayılıp sevilmekten...
Hem su istiyordu, hem itibar ve haysiyet...
Hem şan istiyordu, hem saltanat...
Sonuç itibariyle bu hadisede istediği hiçbir şeyi elde edemeyen tek şahıs, Ömer bin Sa'd'dı. Ne güç ve iktidardan yana herhangi bir nasibi oldu, ne de halk nezdinde saygınlıktan yana bir nam elde edebildi...
Sonuç itibariyle: Biz normal insanlar ne İMAM HÜSEYİN (s.a) gibi olmaya cesaret edebiliriz, ne de ahmaklık edip YEZİD gibi olmaya yelteniriz. Ama her birimizin içinde bir ÖMER SA'D olmasından korkarım!...
*     *     *
Öyleyse:
Artık sadece su içerken "Selam Hüseyin'e" demeyelim...
Çünkü İmam Hüseyin (a.s) sadece suya susayan biri değildi...
O, daha çok insanlık ve özgürlük için susamıştı...
Bir yerde zulüm görüp de susmadığımızda "Selam Hüseyin'e" diyelim...
Aç bir yoksulu görüp de doyurduğumuzda "Selam Hüseyin'e" diyelim...
İşte böyle bir düşünce ve bakış açısıyla yas tutar, ağlarsan Hüseyin'e (a.s), o zaman sen de İmam Hüseyin (a.s) rengine bürünür, olursun Hüseynî. Her zorluğa rağmen zulme karşı durur, olursun Kerbelaî. Bu durumda artık ağlaman ibadet olur, bir gözyaşın cenneti satın alır. Üstad Ayetullah Cevadî Amulî ne de güzel beyan etmiştir:
"Gözyaşı dökmeye, matem meclisleri düzenlemeye bunca önem verilip tavsiye edilmesinin sebebi şudur:
 Şehide ağlamak; şehadet şevki ile birliktedir. Şehide ağlamak insanı şehadete müştak kılar, onda hamaset ve yiğitlik duygusunu canlandırır, onun canında şehadeti leziz bir tada dönüştürür. *Çünkü GÖZYAŞI, KENDİSİNE GÖZYAŞI AKITILAN KİMSENİN RENGİNE BÜRÜNÜR
ve bu rengi gözyaşının sahibine de verir. HÜSEYNÎ RENK ve huya sahip olan kimse de ne zulmeder, ne zulme teslim olur."

Editör: TE Bilisim