İstanbul'da iki bakanlık karşı karşıya geldi... İstanbul'da iki bakanlık karşı karşıya geldi...
 27 Mayıs 1960 darbesinin 60. yılı ve 29 Mayıs 1453 yılı  İstanbul'un Fethinin 567 yıl dönümünü anma vesilesiyle tarih tartışmaları tekrar gündemimize girdi.

Tarih tartışmaları ve değerlendirmelerinin önündeki en önemli iki düşünce hastalığı ise; 

1-Dogmatizm, 
2-Anakronizmdir.

Dogmatizm; değerlendirmeye tabi tuttuğumuz vakıaları, çoğunlukla "akıl ve bilim" dışı, gerçeklik olduğunu varsaydığımız kabullerimizle incelememiz veya bu şekilde önceden oluşturulmuş tezleri esas alarak, düşünüş biçimi geliştirmemiz ve bu şekilde eski savunmaları devam ettirmemizdir. 

Anakronizm ise; esas itibariyle geçmişi, tarihi hadiseleri kendi koşulları ve nesnel şartları içinde değerlendirmek  yerine, bugünün düşünüş biçimi ve bilinç düzeyiyle düşünmek veya geleceği de bugünün bilinç ve düşünüş biçimiyle kurgulamaya çalışmaktır. Yani, anakronizm "zamanda algı şaşkınlığı" yaşamak demektir...

Teorik tartışmaları uzatmamak adına özetle ifade etmek gerekirse; tarihsel olayları ne kendi dönemleri veya şimdiki dönemde laboratuvar ortamında test ederek, zaten mutlak doğrulara ulaşmak mümkün olmadığından, hiç değilse "dogmatizm" ve "anakronizm" gibi düşünüş hastalıkları veya değerlendirme hatalarına düşmemek gerekir.

Bu anlamda Türk milletinin tarihinde parlak bir sayfa olarak bize ait 1453 tarihli Fetih; kaynağında derin bir dini motivasyona ve bu yönüyle sağlam bir meşruiyete sahip fetih ve cihad fikri bulunan, fethedilen topraklardan elde edilecek ganimet ve vergi toplama anlayışına dayalı veya en fazla tarım ve ticaret ekonomisini temsil eden ekonomik bir düzenin ve siyasi olarak da imparatorluk geleneğiyle kurulmuş o dönemin medeniyetine ait belki de en son parlak bir zaferin örneğini oluşturur. 

Başka bir yazının konusu olmakla birlikte, bu tarihten sonraki medeniyetlerin misyon ve motivasyon kaynağı artık farklılaşmış ve İstanbul'un Fethi, eski medeniyetin itici gücü olan fikirlerin zafere dönüştüğü belki de son örnek olarak kalmıştır. 

Bu sebeple 567 yıl sonra bile Fethi, o dönemin hâkim medeniyet değerleri veya motivasyon kaynaklarıyla algılamaya ve değerlendirmeye çalışmak ne kadar doğru ise; zamanda saşkınlık göstererek, bugün için aynı misyonu temsil etmek iddiası dogmatik olduğu kadar, anokranizm hastalığına düşmek demektir.

Aynı şekilde 1960 darbesini meşrulaştırmak adına, Demokrat Parti'nin bir çok icraatını bugün için hukuk ve demokrasi dışı görsek bile; hiç kimsenin aklına nedense ülkenin o dönem yürürlükte bulunan 1924 Anayasası'na, yani "Kuvvetler Birliği" esasına göre yönetilmekte olduğu gelmiyor. 

1950'ye kadar 1924 Anayasası'nın bütün hukuki imkanlarını tepe tepe kullananlar, çok partili hayata geçerken bile bu Anayasayı değiştirmediler. Çünkü seçimi kaybedeceklerini hiç düşünmemişlerdi.

Yani 1924 tarihinden itibaren Türkiye'de "bağımsız ve tarafsız yargı veya Kanunların Anayasaya uygunluğunu denetleyecek bir Anayasa Mahkemesi ve yürütmenin iş ve işlemlerini hukuki denetim altına alacak anayasal mekanizmaların olmadığını unutuyoruz. 

O tarihe kadar seçim sandığından çıkan hükümetin her şeye yetkili sayıldığı bir anayasal düzende, sanki kuvvetler ayrılığına dayalı bir anayasamız ve demokrasimiz varmış gibi, hükümetçe demokrasi ve hukuka aykırı davranıldığı iddialarını, lütfen "dogmatizm ve anokranizm" dediğimiz düşünce hastalıklarına düşmeden, serinkanlı bir şekilde ve birlikte bir daha gözden geçirelim mi ?

Selam ve sevgilerimle, 

Editör: TE Bilisim