Bir milletin yükselişi ve gelişmesi için gençlerin eğitimi neden önemlidir? sorusu aslında bir tarih metafiziği sorusudur. Bir millet kendini var ettiği değerler manzumesi ile geçmişten geleceğe yürür. Bu bakımdan eğitim bir milletin gençlerine köklerini öğretmek, daha önemlisi eğitimleri yolu ile bunu anlamaları ve o yolda eylemeleri için var olması düşünülen bir zemindir. Bu zeminde millet hayatı binlerce yıla ulaşırken, ferdin yaşı da bir anda 10, 20’den 900, 1000, 2000’e ulaşır. Bu yolla millet çocukları niçinlerini kökenlerinden gelen bir süreklilik içinde özümseyerek güncel zamanda yeniden var ederler. Bu bakımdan eğitim aynı zamanda millet için var olduğu süreçlerin de eğitimini vermektir. Bir genç mitolojik zamanlardan ayaklarının üzerinden durduğu ana kadar kendisi olmanın ne demek olduğu ve nasılını da bu yolla bilir, anlar ve bu yolda eyler.  Nihayet eğitim insanın bütünlüğünü, nizam düşüncesinin, varoluş hakikatinin hangi amaç yani anlam uğruna geliştiğini bilerek geleceğe bu mananın devamı için yaşama bilincini kazanır. Bu yolla güncel mesele küreselleşmenin yıpratıcı etkileri ortadan kalktığı gibi ülküleri ile müstakbeli düşünen bir çocuk ayaklarını sağlam yere basarak vatanı, kültürünü idrak ile maziyi ve müstakbeli birlikte müdrik olarak devlet-millet hayatına fedakârlık, feragat ve adanmışlık ile faydalı olmak uğurda her şeyi yapmaya hazır bir fert haline gelir. Gençleri eğitmenin diğer bir hayati manası ise bir ülke için insan kaynağının en büyük hazine olmasındandır. Millet gençlerdeki bil-kuvve/potansiyel imkânları bil-fiil/ameli hale getiremedikçe toprak altında kullanılamayan hazineler, boşa akan nehirler gibi insan kaynakları heba olur gider. Kendi insanlarının bu bakımdan mana ve kabiliyetler noktasında eğitebilen milletler gelecekleri adına en değerli yatırımı yapmış olurlar. Eğitmediğimiz insan bizim değildir; ilk esen rüzgârda da nereye uçacağı da bilinemez. Bu sebeple eğitim, okul/üniversite ve öğretmen/hoca millet hayatının beka unsurlarıdır ve o önemde dikkate alınmalıdırlar. Nihayet gençlere “talip” olmayı öğretmek yani düşünen gençlerle maziyi hâle ve müstakbele ulaştırmak ise muasır medeniyeti geçme yahut bunu kendi elleriyle yapma yolunda fevkalade önemlidir. Medeniyetçi düşüncesi olmayan bir gençlik kendi varoluşunun milli, dini ve insani esaslarını tam bir kuvvetle ele alamaz. Niçin ve nasıllarını düşünmeyen bir gençlikle zaman ve mekânda iz bırakmak hayal olmak ötesinde bir mana taşımaz.

Yaklaşık bir yıldır ziyaretimize gelen üniversiteli gençlere, “Türkiye’nin birinci ve öncelikli meselesi nedir?” diye soruyoruz.

46 kız, 290 erkek olmak üzere, 336 gencimizin verdiği cevaplardan yola çıkarak gördük ki, gençlerimiz meselelere günübirlik kaygılar üzerinden değil, sebep-sonuç ilişkisi bağlamında çok sağlıklı bir bakış açısıyla yaklaşıyorlar. Bu sağlıklı bakış açılarından dolayı geleceğe umutla bakmamızı sağlayan bu tablonun detaylarını sizlerle paylaşmak istedik.

Anketimize katılan 290 erkek öğrencinin, “Türkiye’nin çözüm bekleyen meseleleri” hakkındaki öncelik sıralaması şöyle:

 

% 33 Eğitim

% 15 Terör

% 15 Ekonomi ve İşsizlik

% 12 Hukuk ve Adalet Sistemi

% 11 Liyakat

% 14 Diğer

Anketimize katılan 46 kız öğrencimizin, Türkiye’nin aynı konulardaki öncelikli meseleleri sıralaması ise şöyle:

             % 60 Eğitim

% 10 Hukuk ve Adalet

% 10 Kadın-Erkek Eşitsizliği

% 10 Kültür ve Sanat

% 6 Ekonomi ve İşsizlik

% 4 Diğer

Anketimize fikirlerini yansıtan kız ve erkek öğrenciler mukayeseli olarak birlikte değerlendirildiğinde; oranları farklı olsa da hem kız hem de erkek öğrenciler “Eğitim” konusunu Türkiye’nin önemli ve öncelikli birinci meselesi olarak görmektedir.

Erkek öğrencilerin yüzde 15’i terörü ikinci derecede önemli ve öncelikli mesele olarak değerlendirirken, kız öğrenciler ikinci mesele olarak hukuk ve adalet sistemini görmektedir.

Türkiye’nin önemli ve öncelikli meseleleri konusunda erkeklere nazaran daha net ve berrak tespitler yapan kız öğrenciler, “diğer” başlığına sadece yüzde 4’lük bir pay ayırmışlardır.

Kız öğrencilerin yüzde 10 oranda çözüm bekleyen mesele olarak gördükleri “Kadın-Erkek Eşitsizliği” ile “Kültür ve Medeniyet” başlıklarının erkek öğrenciler tarafından dile getirilmesi ayrıca dikkat çekmektedir.

Yüzde 14 gibi kayda değer bir oranı “diğer”  konu başlığına ayıran erkek öğrencilerimizin öncelikli mesele olarak gördükleri diğer konular şöyledir: Kültür ve Medeniyet, Siyasî İslam, Emperyalizm, Otorite ve Baskı, Üretim, Asker-Sivil Münasebetleri, Suriye Meselesi, Din-Siyaset-Laiklik.

Lozan'ı çiğneyen bir “tarihi” tören Lozan'ı çiğneyen bir “tarihi” tören

EĞİTİM ÇOK ÖNEMLİ

Gençlerimizin çözüm bekleyen öncelikli mesele olarak gördükleri Türk eğitim yapısı neden böyle?

2002–2018 tarihleri arasında görev yapan Millî Eğitim Bakanlarını hatırlamak bu soruya cevap bulma noktasında işimizi kolaylaştırabilir:

Necdet Tekin, Erkan Mumcu, Hüseyin Çelik, Nimet Çubukçu, Ömer Dinçer, Nabi Avcı, İsmet Yılmaz, Ziya Selçuk.

On altı senelik süre zarfında, 8 Millî Eğitim Bakanı vazifeye getirilmiş, her bakan takriben iki sene görev başında kalabilmiştir.

2018’in Haziran ayında atanan ve henüz görevi başında olan Bakan Ziya Selçuk, yapacağı icraat için “100 gün”, “150 gün” gibi takvim tahditli süreler tayin ve ilan etmesine rağmen, eğitimde gözle görülür bir ıslah politikası hayata geçirilememiştir.

Eğitim sisteminde köklü değişiklikler yapılacağını, müfredatın, atamaların, öğretmen yetiştirme ve hizmet içi eğitim standardının tamamen değiştirileceğini her fırsatta ifade eden Bakan Selçuk’un dikkatinden kaçan bir gerçeği hatırlatalım: Kendisinden önce aynı görevi deruhte eden 7 bakan da aynı şeyleri söylemiştir!

Geleceğimizi doğrudan ilgilendiren eğitim alanının sorumluluğunu üstlenen bir teşkilatı yöneten bakanların, her iki senede bir değişmiş olması, mevcut hükümetin konuyu ne kadar hafife aldığının da bir göstergesidir.

Sık bakan ve müfredat değişikliği sebebiyle eğitim sahası “deneme tahtası”na dönüştürülmüş, gencecik beyinler ne yapacaklarını şaşırmış, yarınlara dair umutları önemli ölçüde söndürülmüştür.

19 Aralık 2018 tarihinden bu tarafa, Türkiye genelinde, 9 ayrı üniversitenin (Erzincan Binali Yıldırım Ünv., Erzurum Atatürk Ünv., Van Yüzüncü Yıl Ünv., Nevşehir Hacı Bektaş Veli Ünv., Ankara Yıldırım Bayezid Ünv., Ankara Ünv. Hukuk Fak., Niğde Ömer Halisdemir Ünv., Samsun 19 Mayıs Ünv., Giresun Ünv.) muhtelif öğrenci topluluklarının davetlisi olarak konuşmalar yapmak üzere gittim. Ana konumuz, büyük fikir ve dava adamı Seyid Ahmed ARVASÎ hayatı, şahsiyeti ve Türk-İslam Ülküsü idi. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nde ise değerli genç akademisyen ABD Arizona Üniversitesi öğretim üyesi Mehmet Volkan Kaşıkçı bey ile “Doğu Türkistan Paneli”nde konuşmuştuk.

Tabii ki, gittiğimiz her üniversitede, toplantılar sonrasında gerek öğrencilerle gerekse her kademedeki öğretim üyesi ve idarecilerle üniversitelerimizin eğitim durumları hakkında fikir alış-verişinde bulunduk.

Üzülerek ifade etmek gerekir ki: Tespitlerimize göre, tabir-i caiz ise, kuş uçmaz kervan geçmez yerlere, hiçbir eğitim kalitesi kaygısı taşımaksızın sırf “Avrupa Birliği ülkelerindeki üniversiteli öğrenci ve üniversite sayısını geçeceğiz” diye üniversiteler kurulmuştur.

Devletimizin dağ başlarına bile devasa yerleşkeler inşa edebilmesi - binalar bize özgü bir mimari üsluptan uzak, ruhsuz taş, demir ve beton yığınlarından ibaret olsa da -Türkiye’nin nereden nereye gelmiş olduğunun mukayesesi açısından sevindirici gelişmeler olarak görülse de, esas endişe verici husus, üniversitelerdeki eğitim kalitesinin çok düşük olmasıdır.

Milletlerarası standartlara göre, bir üniversitenin başarısı, üniversitedeki öğretim üyelerinin uluslararası ilmî dergilerde yayınladıkları makale sayısı, bu makalelere yapılan atıf sayısı ve üniversiteden mezun olan gençlerin hem Türkiye içinde hem de Türkiye dışında iş bulabilme imkânları ile ölçülmektedir.

“Türkiye’nin uluslararası akademik atıf indekslerinde 2010 yılından itibaren İran’ın gerisine düştüğünü dikkate alırsak vasıflı ve üretken üniversiteleri desteklemenin ne kadar gerekli olduğu açıktır.” (Taha Akyol, Karar, 17.11.2019)

Ayrıca, üniversitelerde AR-GE faaliyetlerine ayrılan kaynakların miktarı da bir başka başarı göstergesidir. Türkiye’de birçok üniversiteye tahsis edilen AR-GE kaynakları oldukça düşük rakamlarla ifade edilmektedir.

2016 yılı itibariyle, AR-GE faaliyetlerine ayrılan bütçe kaynaklarının Gayri Safi Hasıla’ya oranı:

ABD’de %2,77; Japonya’da %3,39; İspanya’da %1,30; Türkiye’de %0,86’dir.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2018 bülteninde yayınlandığına göre, Türkiye’de, 2018 yılı AR-GE için ayrılan ödenekler 12 milyar 950 milyon lira’dır. Bu rakamın Gayrisafi Hasıla içindeki oranı %0,34’dür.

Bu miktarın, %41,2’si (genel üniversite fonlarından finanse edilen) genel bilgi gelişimi için tahsis edilmiştir. Böylesine düşük rakamlarla Türkiye’nin bilgi ve teknolojide çağ atlamak bir tarafa yakalaması birle zor görünmektedir.

Bir mukayese vermek açısından, Türkiye’de AR-GE’ye ayrılan toplam kaynak 13 milyar Türk lirası civarında iken, Volkswagen otomobil şirketinin 2015 yılında AR-GE’ye ayırdığı miktar 15,5 milyar dolar; İntel’in 11,5 milyar dolar; Microsoft’un 11,4 milyar dolar olduğunu belirtirsek, aradaki korkunç uçurum gözler önüne serilmiş olur.

Bir başka acı tablo da; iyi yetişmiş gençlerin ilk fırsatta yurt dışında çalışma imkânı aramak derdine düşmüş olmasıdır.

Devam edeceğiz…

Editör: TE Bilisim