1991 yılı’nın Ağustosunda Kazakistan ve Tataristan’dan sonra Âzerbaycan’a gelmiştik. Henüz Sovyetler dağılmamıştı.
Elçibey, aranmaktan kurtulmuş ve Halk Cephesi’ni kurmuştu. Millî Hareket’in merkezi Halk Cephesi’ydi. 106 kişilik büyük grubumuzdan seçilmiş 20 kişiyle Elçibey’in akşam yemeği dâvetindeydik. İlerleyen saatlerde, Gumilyev’in “Hazar’ın sularının yükselişi, her zaman Türklüğün de yükselişini getirmiştir” fikri üzerinde epeyce konuşuldu. Sözle kalınmayacağı, yaşanan duygu yükselişinden anlaşılmıştı.
Elçibey ve Turan Hoca gibi iki büyük idealistle onların hissinde coşmaya hazır 40 kadar insanın ne yapacağı artık belliydi. Gecenin 01.30’unda, ay ışığı tepemizde, hiç bitmeyen rüzgârların şehrinde Hazar Denizi’nin yerleşmenin olmadığı uzakça bir yerindeydik. Deniz, epeyce dalgalıydı. Hazar’ın yükselip yükselmediği sâhilden incelendi. Bir görüş hâkim oldu, evet Hazar yükseliyordu.
Muazzam bir müjde gibi duyulan bu hükümden sonra olacak yine belliydi: Hoca ve Elçibey, ayakkabılarını çıkarıp pantolonlarını diz üstüne kadar katlayarak denize girdiler. Hepimiz onlara uyduk. Epeyce serindi. İkazlar üzerine heyetin çoğunluğu sâhile çıktı; ancak Hoca ile Elçibey bütün ısrarlara rağmen dönmediler. Birbirlerine sokulmuşlardı. Aya bakıyor ve duâ ediyorlardı. Bu görüntünün câzibesine kapılarak, açık kasetli teybimle ben de onlara katıldım. Artık üç kişiydik. Sonraki düşünüşüme göre, söze karışmama rağmen beni gördüklerinden de emin değildim.
Durmadan, vecd hâlinde ve sayıklar gibi gözyaşlarıyla duâ ediyorlardı: “Yâ Rabbi! Yâ Rab! Türklüğü yücelt! Türke güç ver Yâ rabbi! Hazar’ı yükselttiğin gibi Türkü yükselt! …” Duâya ara veriyor, şiir okumaya başlıyorlardı.
Turan Hoca’nın hâfızasında bu kadar şiir olduğuna o vakte kadar şâhid olmamıştım. Elçibey’in de Türkiye şâirlerini ne kadar iyi bildiğine şaşırmıştım. Pek çok şâirden bâzı beyitler söylemiş ve SakaryaTürküsü şiirini tam metin ezbere okumuştu. Uzun ve bitmemesini istediğimiz hârikalı bir geceydi.
Elçibey ve Turan Hoca’nın Hazar’ın yükselişiyle yükselen heyecanları denizden sonra, kıyıda bir lokantada ıslaklığa aldırmadan daha birkaç saat sürdü.
A. Yağmur Tunalı
Giittiler, 218.-219. sayfalar"
Hani Türkiye'ye Türk Dünyasından çok sayıda öğrenci gelmişti, bir kısmı da Eskişehir'de okuyorlardı. Onlarla Pazar günü köye giderdik.
Köyde dağların arasında bir çay var. Türkistan'dan gelen bir öğrenci ayakkabılarını çıkardı, pantolonunun paçalarını sıvadı ve çayın içine girerek bir taşın üzerine oturdu. Sonra dakikalarca daldı gitti, nerelerdeydi, kimlerdeydi gönlü bilinmez.
Tam yedi senedir analarını, babalarını, sevdiklerini göremiyorlardı. Bizdeki gibi telefon, mektup, internet vs. gibi iletişim araçları da yoktu o zamanlar, ancak gidip görülebilirdi.
Düşündüm bu delikanlının oralarda bir sevdiği varsa nasıl görüşür? Belki ortak gördükleri gökyüzündeki ay olabilir.
Peyami Safa "aşkın doğması için iki kişinin birbirini görmesi lâzım, büyümesi için de görmemesi." demişti. Yani ayrılık aşka yarar diyordu.
Oğuz Han "Gökyüzü çadırımız, güneş tuğumız" demişti. Dilaver Cebeci Ağabey Kandehar Dağlarında Sabah Namazı şiirini yazmıştı.
İşte yazmaya çalıştığım şiirde Elçibey'in sözü, Oğuz Han, Mete Han, Dilaver Cebeci, sevda vardı. Mendiller ıslanırdı hasretten. Göz kârda, akıl yârda olurdu belki.
Şiir şu efendim.
Türkistan Çocuklarına
Türkiye'de okuyan ve tam yedi yıl annelerini,babalarını göremeyen, mektuplaşamayan hatta telefonlaşamayan Türkistan çocuklarına yazılmıştır.
Kim demiş aşıklara ayrılıklar yaraya,
Ayrılık ilaçmı ki gönlümdeki yaraya,
Ben burdan bakar iken baktığında yar aya,
Hasret saklar mendilim geçti gitti yedi yıl,
Tam yedi kış erittim vuslatımı yedi yıl.
Rüzgarla işitsemde bin yıl öteden azar,
Suyunu tüketsede Aral'lar azar azar,
Gün gelir Karadeniz,gün gelir Hazar azar.
Dileğimdir Mete Han ya beni al çağına,
Ya mecbur olacağım yükseğin alçağına.
Gökyüzü çadırımdı,say ki dağlar kanattı,
Gün oldu yaralarım dost bildiğim kanattı,
Kanattığı yetmedi hatırama kan attı
Ya dönüp gideceğim yeniden izlerime,
Ya yelken açacağım yeni denizlerime.
Zamanı eğirirken hasreti dile dile,
Bu nice bir sevdaki beni düşürür dile,
Sana sınır yok gönlüm sen ne dilersen dile,
Gönlüm ister dili Türk,sokağı Türk İstanbul,
Ya al beni Kandehar,ya yeni Türkistan bul...
Eblfeyz Elçibey'e, Turan Yazgan Hoca'ya, Peyami Safa'ya, Dilaver Cebaci Ağabey'e, bu toprakları vatan yapanlara, atalarımıza Allah gani gani rahmet eylesin.
Haa, o çocuğumuz dediğim şimdi Türkistan da dört çocuklu kocaman adam oldu. Oralarda bir hastahanemizin başhekimi. Allah hepsinin yollarını, bahtlarını açık etsin inşallah.

Mehmet Ali Kalkan

‘Millî Mücadele’nin Dinci Muhalifleri’ ‘Millî Mücadele’nin Dinci Muhalifleri’

Editör: TE Bilisim