‘Millî Mücadele’nin Dinci Muhalifleri’ ‘Millî Mücadele’nin Dinci Muhalifleri’

Grubumuzda çok aktif olamasam da geçen yazımda ilkelerimizden ikisi olan demokrasi ve hukukun bir bilinç olduğundan söz etmiş ve daha okul sıralarındayken çocuklarımıza bu bilincin kazandırılması gerektiğini söylemiştim. 

Anayasa’da hukuk devleti yazmakla hukuk devleti olunmuyor. Uygulama itibariyle yazdığınızı tatbik etmek ve normlar hiyerarşisi gereğince kanunlarınızı kararnamelerinizi ve bunlardan daha aşağıda yer alan düzenleyici işlemlerinizi anayasaya bağlı yapmak zorundasınız. Siyasi alanda ve siyasetin dışında kalan (Güvenlik güçlerini tenzih ediyorum) diğer alanlarda hukuk devletinin dolayısıyla bununla bağlaşık olan demokratik ilkelerin gereklerini yerine getirmezseniz toplumsal sözleşmeniz olan anayasanızda verdiğiniz sözü tutmamış olursunuz. Kendi ülkesinin toplumu ile yaptığı sözleşmedeki “hukuk devleti” sözünü yerine getirmemiş bir ülke uluslararası alanda itibar edilen bir ülke olamaz ve haliyle dış politikasını da şekillendiremez. 

Biliyorsunuz ki üniversitede okuyorum. Okuduklarımdan sonra şunu gördüm “Hocam bunlar gerçek hayatta ne işimize yarayacak ki?” diye düşünen insanlar ülkeyi yönetiyor. Daha doğrusu yönettiğini zannedip iktidarından muhalefetine bir mizansen şeklinde kendi siyasal hayatını, hukuk devleti, demokrasi gibi değerlerin kılıfına sokarak meşruiyet kazandırıp sivil hayatın alanı üzerine kurguluyor. Meşruluk rızaya dayalıdır ancak kurgulanan bu siyasal hayat sivil alanı boğduğu ve toplumun her kesimini ayrıştırıp siyasallaştırdığı için meşruluğu da sorgulanma noktasına geliyor. Bu durumda ise onları görevlendirenlerin “Benim adıma benim verdiğim vekalet yetkisiyle benim aleyhime ne hakla karar alabilirsiniz?” diyerek eleştirel bir yaklaşım sergilemesi ve sivil alanın siyasallaşmasına rıza göstermemesi gerekiyor. 

Fakat gelin görün ki toplumumuzun çoğu kesiminde böylesi yaklaşım görmek bir kenara dursun, insanımız kabullenilmiş çaresizlik içerisinde duruma ayak uydurmaya ve alışmaya başlıyor. Ben bu duruma Toplumsal Stockholm Sendromu adını veriyorum. Takdir buyurunuz ki; Bireysel Stockholm Sendromu’nda kurtulmak sadece bu sendromun etkisindeki insana bağlıdır ancak Toplumsal Stockholm Sendromu’nda gayr-i hukukiliğe, siyasallaşmış sivil alana ve topluma verilen narkoza karşı çıkabilmek, bu sendromun etkisindekilerin yanı sıra muhalefete, sivil toplum kuruluşlarına, bağımsız yargıya ve en önemlisi “Hukuk Devleti ilkelerine bağlı ve demokrasiyle hukuku bilinç olarak hem zihninde hem de ruhunda içselleştiren” toplumsal yapının oluşumuna bağlıdır. Bu saydıklarımın oluşabilmesi için de hukuk devleti diye cümle kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin Eğitim Politikaları, gelen hükümetlerin ve bürokratların çivi tahtası olmaktan çıkıp, bahsedilen ilkeler ışığında nesiller yetiştirip ülkenin istikbaline kazandırmak üzerine inşa edilmelidir.

ÇÖZÜM ÖNERİLERİMİZ:

Öncelikle hukuk devletinin ilkelerine aykırı yasaların ve özellikle darbe ürünü olanlarının yerine meclisimiz tam katılımla ve toplumun her kesiminin görüşünü alarak yenilerini çıkarmalı, çıkarttıklarını da UYGULAMALIDIR. Çünkü bizde yasa sorunu değil uygulama sorunu mevcuttur.

İnsanımız nerede görev alırsa alsın hukukla içiçedir ve anayasa bir toplum sözleşmesi olarak toplumun her bireyini ilgilendirmektedir. Hukuk ve Demokrasi bilinci ağaç yaş iken verilmeli ve hak arama kavramı çocuğa öğretilmelidir. Bunun için liselere zorunlu olarak Hukuka Giriş ve Anayasa Hukuku dersleri konulmalıdır.

Toplum içinden kendi talebi doğrultusunda çıktılar verir dolayısıyla talep ve çıktının kalitesini arttırmak ve insanımızı bilinçlendirmek için “Eleştirel Düşünce” dersini felsefenin yanında vermek gerekmektedir. Toplumsal zaafiyetlerin toplumun yararına fikirler üretmek suretiyle bertaraf edilmesi lazım gelmektedir.

Toplumun siyasallaşan kısmı siyasetten arındırılmalı ve sivil alana kendi seçtiği insanları denetleme imkanı verilmelidir. Sivil toplumun alanı genişletilmeli çıkartılan yasaların toplum üzerindeki etkileri deneme-yanılma usulünden ziyade “akademik-bilimsel görüşler” ışığında belirlenmeli, STK’lar ve mesleki kuruluşlar gibi yapılardan da fikir alınmalıdır. Siyaset idare etmek üzerine değil akılcı çözümler üretilerek geleceğe yönelik yönetmek üzerine kurgulanmalıdır. 

Etik ve Ahlak her şeyin olduğu gibi yönetmenin de doğasında olmalı ve yönetenler bulundukları yerlerde tutunmak için sözü edilen ilkeleri ihlal edici icraatlardan kaçınmalıdırlar. Bunun için bulunan makamların daha profesyonel şekilde seçilmesi, meslek etik ve ahlakına mugayir işler içinde olanlara yaptırım uygulanması ve “Siyasi Ahlak ve Etik Kanunu’nun çıkartılması gerekmektedir. 

Hukuk ve Demokrasi Bilinci’nin geliştiği ve yerleştiği bir ülke için çalışmak temennisiyle tüm DDH mensuplarına saygı ve muhabbetlerimi arz ederim.

Tuğberk ÇELİK

Editör: TE Bilisim