Lozan'ı çiğneyen bir “tarihi” tören Lozan'ı çiğneyen bir “tarihi” tören

Aklı mühürlemenin iki yolu vardır:
1-Aklın hakikati bulabilme kabiliyetini reddetmek ya da sınırlı olduğunu kabul etmek
2-Hakikatleri bilinemez olarak görmek.
Eş'arî ekolünde bu iki tavır da mevcuttu.

9.YY.da Kur'an'ın yorumlanmasında iki yöntem vardı.
Birincisi, Allah'ın vahye dayalı iradesini ve gücünü merkeze alırken; ikincisi, aklı da vahiy kabul ederek akılcılığı ve vicdanı esas alıyordu.

Bu esaslara göre, oluşan ekol ve mezhepler şunlardır:
1- MÛTEZÎLE; Akıl merkezde ve felsefe var.
2- MÂTURİDÎ; Hanefîler. Felsefe yok.
3- EŞÂRÎ; Şafî ve Mâlikîler. Felsefe yok.
4- SELEFÎ; Hanbelîler. Felsefe haram.

8.Yüzyılda, İslâm dünyası Antik Yunan felsefesi ile tanıştıktan sonra; tıp, matematik, doğa bilimleri, kimya ve astronomi ile ilgilenmeye başladı.

Bu süreç, İslâm'da inanılmaz bir akılcı çağın başlamasına neden oldu.
Ve Mûtezîle denilen düşünce sistemi doğdu.
Müslüman filozoflar yetişti.

Mûtezîle Ekolü'ne göre; Akıl, insan ve Tanrı ilişkisinde merkezdeydi. 
Aklın; iyiliği, kötülüğü, evrensel ahlâkı bulabileceğini ve insan ruhunun iyiliği bulma fıtratında yaratıldığını iddia ediyorlardı.

Mûtezîle düşüncesine karşı bir tez olarak, gelenekçi gruplar oluştu.
Eşârîler ve Selefîler gibi.
Eşârî ekolü ise; Aklın hiçbir zaman gerçeğe ulaşamayacağını, kulların ancak kayıtsız şartsız inanmakla mutlu olabileceklerini; 
Ancak Allah'ın emir ve yasağı ile bir şeyin iyi ya da kötü olduğu bilinebilir olduğu, tezini kabul ediyordu.
Her hareketimizin sorumlusu ve yaptırıcısı Allah'tır. 

Emevî Halifeleri, Eşârî düşüncesini benimsemişlerdi. Çünkü, Onlar'ın görüşleri Hükümdarların zulmüne meşrûiyet kazandırmaktaydı.
Birilerini öldürttüğü vakit, "bunları bana Allah yaptırdı" diyerek işin içinden sıyrılabilmekteydiler.

Abbasiler döneminde ise Mûtezîle ekolüne destek olunur; özellikle Halife Memun, Mûtezîlere daha fazla yakınlaşır.
Beytül Hikmet denilen felsefe okulları açılır. Bu okullarda Yunan felsefe kitapları Arapçaya çevrilir.
El Kindî gibi müslüman filozoflar yetişir bu okullarda.
Abbâsi Devleti'nin resmî ideolojisi olarak, Mûtezîle ekolü kabul edilir. 60-65 yıl kadar bu şekilde sürer.

Halife Mütevekkil dönemine gelindiğinde, işler tersine dönmeye başlar.
Halife Mütevekkil, Mutezîlere cephe almaya başlar; felsefe ve kelâm ilmi kaldırılır, felsefe kitapları yasaklanır ve Mûteziler ülkeyi terk etmek zorunda kalırlar.
Mûtezîle'nin tam olarak çöküşü; Hanbelî eylemleri ve ardından Selçuklu Nizâmiye Medreseleri'nin kurulmasıyla gerçekleşir.

İslâm'ın en literalist;  yani nakli vahyi ve hadisleri uygulayan ve yaşayan fıkıh ekolü Hanbelîliktir.
Hanbelî ekolüne göre; "Allah'ı bulmak için akla ihtiyaç yoktur. Kişi aklını kullanmadan Allah'a iman etmeli, vahiy ve hadis dışında kendi aklından yeni bir şey uydurmamalıdır."

Hanefî, Şafiî, Malikî ve Hanbelî, Sünnî İslâm'ın 4 mezhebidir ve 12.yüzyıldan itibaren 5. bir mezhebin kurulması yasaklanmıştır.
Yani, içtihat kapısı kapanmıştır.

Eşârî ekol de Hanbelîliği desteklemiştir, çünkü Onlara göre de "hakikat, vahiy ve hadis yoluyla bütünüyle verilmiştir."
Yani, aklın sessiz kalması gerekiyordu.
Nitekim, öyle de oldu.

Eşârî düşüncenin nedenselliği, yani "illiyet bağı teorisini" inkâr etmesi, aklın hakikati bulabilme kâbiliyetini yok etmesine ve aklın mühürlenmesine yol açıyordu.

Eğer sebepleri ortadan kaldırırsanız, bilginin kendisini de ortadan kaldırmış olursunuz.

Eşârîlik, radikal ve irrasyonel bir düşünce olmasına rağmen, hemen hemen bütün İslâm  Dünyasına yayılmıştır.

Dolayısıyla bu durum; İslâm Dünyasında girişimciliğin, merakın, hayal gücünün ve düşüncenin yok olması ile bugünü yaratmıştır.

Bugün, İslâm ile demokrasinin bir arada olmayışının fikri nedenleri merak ediliyor.

Eşârî ve Hanbelî (Selefî) düşüncenin olduğu yerde, demokrasinin olma şansı yok.

Demokrasinin ön koşulu; insan aklının öncelikli olduğunun, gerek felsefî, gerekse teolojik anlamda kabulüdür.

Aksi halde, meşru kaynak ne olacak ?
Aklın kovulduğu, nedenselliğin meşru görülmediği yerde, yasa, düzen, uygulama, akılların çatışmasıyla meşru yoldan nasıl yapılabilir ?

Eğer bir insan, akla ve mantığa uymayan, nedenselliği reddeden bir dünyada yaşıyorsa, kaderden başka sarılabileceği dayanağı yoktur.

Ülkelerin yönetimlerinde uygulanabilecek yöntemler, anayasa yazmak, yasa yapmak, idârî yapılanma çeşitleri...
Bunların tümü, içtihat kapısı 13.yüzyılda kapanmış Sünnî İslâmla nasıl mümkündür ?
Anayasa 13. yüzyılda yazılmış, yasalar oluşturulmuştur; devlet idaresi üzerinde yeniden çalışılmasına gerek olmayan bir konudur, bu durumda.

Oysa, siyaset bilimi ve hukuk, yeni ihtiyaçlar karşısında her geçen gün daha da gelişen bilimlerdir.
Bu gelişmeden uzak kalmak, siyaseti ve hukuku 13.yüzyıla hapsetmek, demokrasiyi imkânsız kılar.

DEMOKRASİ OLMADAN, MEDENÎLEŞME, GELİŞME, KALKINMA, İLERLEME VE ADALET DE VAR OLAMAZ.

Eşârî etkiyle şekillenmiş İslâm'da, kadın ve erkek ayrı haklara, inanan ve inanmayan ayrı haklara sahiptir.
İnsanları eşit görmez.
İnsanların eşit olmadığı yerde, demokrasinin oturması mümkün değildir.

Bugün, bütün İslâm ülkelerinin Anayasalarında dahî, inanç adına yapılan insan hakları ihlâlleri ve özgürlük kısıtlamaları vardır.

Örneğin bazı cemaat ve tarikatlere göre; "bütün doğal felaketler, Allah'ın cezalandırmasıdır, bu yüzden, âfet sigortası yaptırmak haramdır".
Hattâ, "eceli geldiğinde Allah'a karşı çıkmak olmaz" diye, otomobillerde emniyet kemerine bile karşı çıkarlar.
Çocuk felci aşısı ve aşılar, ecele müdahale ediyor diye, haram kabul edilebiliniyor.

İslâm Dünyası, yüzyıllar önce kendi özünden kovduğu AKLI VE BİLİMİ tekrar bulmalı ve tarihin gördüğü bu en büyük entelektüel dram artık sonlanmalıdır.

Tunuslu düşünür Abdülvahhab Meddeb "Avrupa, Japon, Çin, Amerika, Hint ve İslâm medeniyetlerinin insanlığa katkısına bakıyorum...
İslâm, insanlığa ne vermiş ? Belki sadece, sufizm.
Onun dışında hiçbir şey yok. Yeni bir yöne sapmadığı sürece, İslâm Medeniyeti yok olmaya mahkûmdur " diyor. Biraz abartılı da olsa bu tespitin doğruluk payı yok mudur? 

Demokratik Değişim Hareketi olarak bizler de diyoruz ki;
İslâm Dünyası içinde bulunan ülkemiz, oluşmasında bizimde katkımız bulunan AKLIN VE BİLİMİN ÖNCÜLÜĞÜNDE, HUKUK VE DEMOKRASİ GİBİ EVRENSEL DEĞERLER ESAS ALINARAK YÖNETİLMELİ VE DÜNYANIN ÇAĞDAŞ VE SAYGIN ÜLKELERİ ARASINDA YERİNİ ALMALIDIR.

SAYGILARIMLA...

Reyhan DEMİREL

#DemokratikDeğişimHareketi

("Müslüman Aklının Mühürlenmesi" kitabının özetinin özeti.)

Editör: TE Bilisim