Yeni Anayasa devleti yıkmaksa ne yapmalı? Yeni Anayasa devleti yıkmaksa ne yapmalı?
Bilerek mi, bilmeden mi yapılıyor?...
Siz, 1071 Malazgirt Savaşı’nın Anadolu'nun Türkleşmesi, İslamlaşması savaşı olduğunu yazarsanız, başka güçler de size "Geldiğiniz yere gitmelisiniz" derler...

Farklı tarihlerde ve farklı coğrafyalarda kurulmuş Türk Devletleri'ni bilmemek için adeta yarış içindeyiz. İşte böyle ihmal edilen Türk Devletleri'nin en talihsizi de ilk başkenti Amasya olan Türk Pontos Devleti'dir. 
M.Ö. 520 yılında Doğu Karadeniz bölgesinde Perslerin 19. eyaleti olan Pont Satraplığının (valiliğinin) sınırları içinde kalan yerlere “Pont Ülkesi” denirdi. Karadeniz’in adı da bugünkü adının anlamını taşıyan Ahşaena idi. Ahşaena kelimesi de İskit dillerine ait bir kelime olup "koyu karanlık" demekti.

Pontos, M.Ö. 298'de Pers İmparatorluğu'nun Pontos Satrabı (valisi) olan Türk asıllı Mitridat'ın etrafında toplanmaları ile kurulmuştur. Önce Amasya, Tokat, Sinop, Samsun ve Doğu Karadeniz'in güçlü insanlarının toplanmaları sonucu daha da güçlenerek Sivas, Erzincan, Erzurum ve Muş'u egemenlikleri altına almışlardır. Bilahare, Bergama, Manisa ve toptan Ege Bölgesi Pontos'a katılmıştır. 

İşte Pont bölgesinde kurulan bu devlet, her ne kadar art niyetlilerin “I. Pontos” diye nitelendirerek ikinci ve üçüncü gibi ipe sapa gelmez Pontos üretme çabalarına rağmen fikir namusu olanların net olarak ifade ettiği şekliyle “Anadolu'nun milli devleti Pontos” olarak M.Ö. 298'de kurulmuş, 63'te yıkılmıştır.

Bu devlet kurulurken bulunan yerli halklar ise Fransız tarihçi (Bizans tarihi uzmanı ve Fransız Bilimler Akademisi üyesi) Lebau'nun ifadesiyle "Pontos'un asıl ahalisi çok eskiden beri burayı vatanları yapmış olan Turanlılardır." Bunlar. Alazonlar, Amazonlar, Beşirler, Busirler, Tibarenler, Tirallar, Halibler, Sanlar, Katagonlar, Marlar, Makronlar ve Mossinekler idi...  M.Ö. 89-88 yıllarında "bütün Anadolu'yu içine alan tek ve milli bir Anadolu Devleti kurmak isteyen" Pontos Kralı ile "bütün Anadolu'yu egemenliği altına almak isteyen" Roma imparatoru arasındaki ölüm kalım savaşı Anadolu'nun bağımsızlık mücadelesiydi. 15 Mayıs 1919'dan itibaren Anadolu'yu işgale kalkan Yunan'a karşı kazanılan Sakarya Meydan Muharebesi'nden hemen sonra cepheden Ankara'ya dönerek Meclis'te bir konuşma yapan Batı Cephesi'nde Grup komutanı Bolu Mebusu Yusuf İzzet Paşa, Pontos Kralları'nın savaşlarını tıpkı Mustafa Kemal Paşa'nın yaptığı bağımsızlık savaşına benzetmiş ve "Mitridat, Roma istilasına karşı, Anadolu'nun susamışı ve savunucusu idi. Ordumuzun başkomutanı da bugün, tıpkı onun tarihteki görevini yapmaktadır." (Zabıt Ceridesi, 17 Eylül 1921) demiştir.
Bütün tarihi gerçeklere rağmen:
Türk Pontos'u Rum Pontus,
Türk Anadolu'yu Rum Anadolu olarak takdim etmeye bıkmadan, usanmadan devam eden Yunanlılar, Türkleri ve Türkiye'yi Yunanlılaştırmak amacı ile özellikle Türkçe kelimeleri bile Yunancalaştırmaya çabalamaktadırlar. Bu onların geleneğidir.
Prof. Dr. W M. Ramsay'ın bir eserinde ifade ettiği gibi "Yunanca'ya adapte edilmiş Türkçe kelime örnekleri" bu görüşüp doğruluğunu pekiştirmektedir.
Bu konuda söyleyeceklerim bu kadar. Ancak, bunları bizden başkalarının iddia ediyor ve bizim art niyetli insanlarımızın inkâr ediyor olması oldukça düşündürücüdür. Yine de kısa kısa yabancı bilim adamlarının söylediklerini aktarmak isterim.
Fransız Bilim Akademisi üyesi Lebau "Pontos'un asil ahalisi, burayı çok önceden vatanları yapmış Turanlılardır" demiştir.
Amerikalı yazar Alfred Duggan "Pontos kralltklartnın Yunanlıhkla hiçbir ilgileri yoktur" demektedir.
Macar tarihçi Rassony ise "Macarlar Türk harflerini Pontos'ta öğrendiler" diyor.
Aslında bu üç örnek bile kendi tarihimizi bilmeyenlere ve bilerek saptıranlara yeterince bir derstir.

RUM NE Ki?..
Tarihin hiçbir döneminde "Rum Milleti" adı ile anılmış bir millet yoktur.
"Rum" tabiri ile sadece ve ancak iki kaynakta karşılaşılabilir. Birincisi Türk kaynağıdır. Türk Kültürünün büyük eserleri Oğuznâme ve Dede Korkut'larda "Rüm" kelimesi uzatma aksanı ile kullanılmış, «sınır ötesi», «uzak il», «taşra» karşılığı kullanılmış bir kelimedir.
İkinci kaynak ise Kur'an-ı Kerim'dir. Er-Rum Süresi (30/2-4 ayetleri)'nde Rum tabiri "Roma imparatorluğu" karşılığıdır. Kur'an'ın tebliğ olunduğu tarihlerde Hıristiyanlık, Roma imparatorluğu ile temsil olunduğu cihetle "Hıristiyan" karşılığı olarak "Rum" tabiri kullanılmıştır. Ayrıca Osmanlılar da Doğu Roma İmparatorluğu'nu ve tebaasını ifade etmek maksadıyla "Rum" ve "Rumeli" ifadelerini kullanmışlardır. Bugün bile yabancı dillerde İtalya'nın başkenti Roma'nın yazılışı «Rome», okunuşu ise "Rovm" (yani ruum) şeklindedir. Rum kelimesiyle Roma anlaşılıyorsa Anadolu'da bir Rum yani Roma devleti kurmak isteyen neden Yunanlılar oluyor bunu da anlamak pek mümkün değildir?.. Kaldı ki Pontos Devleti'nin bir Türk Devleti olduğunu bildiğimize göre, Pontus Rum Devleti denildiğinde bir çeşit Türk-Roma Devleti gibi bir ucube ifade edilmiş oluyor ki tam anlamıyla bir saçmalık olmaktadır. 

KAŞGARLI MAHMUD'DA RUM 
Kaşgarlı Mahmud, Hicretin 466. Yılında (1072-73) yazmış olduğu Divan-ı Lügat-it Türk'ün I. Cildinin 360 ve 361. Sayfalarında şu ifadeleri kullanmaktadır: "Türk, Tanrı yarlıgayası Nuh'un oğlunun adıdır. Bu, Tanrının, Nuh oğlu Türk'ün oğullarına verdiği bir addır. Nitekim Tanrının sözündeki insan kelimesi "Adem" anlamına gelmiştir; burada yalnız tek kişiyi bildirir: "İnsan" kelimesi, çokluğu, yığını bildiren bir isimdir: Çünkü müfretten bir şey çıkarmak doğru olmaz, burada da öyledir. Türk sözü, Nuh'un oğlunun adı olduğunda bir tek kişiyi bildirir, oğullarının adı olduğunda "beşer" kelimesi gibi çokluk ve yığını bildirir. Bu kelime, müfret ve cem'i yerinde kullanılır. Nitekim, "Rum" kelimesi Tanrı yarlıgayasu İshak'ın oğlu Iysu, Iysu'nun oğlu Rum'un adıdır; oğulları da bu adla anılmıştır, Türk kelimesi de böyledir. Bize ad olarak Türk adını ulu Tanrı vermiştir:"

TRABZON İMPARATORLUĞU VAR MI?..
Yine sadece Trabzon'un surları içine sıkıştırılmış bir tekfurluk veya prenslik denmesi gerektiği halde biraz cömertçe davranıp krallık diyebileceğimiz yere Trabzon Rum İmparatorluğu demek yanlışı yetmezmiş gibi; bir de II. Pontos İmparatorluğu denmesi aklın alacağı iş mi? Trabzon Krallığı da, adı üstünde, Kommenos ailesi değil miydi?
Nüfuzu sadece kale içinde geçerli olan bu krallık, erkekleriyle değil dişileriyle ayakta kalıyordu:
Trabzon'un 16. Kralı III. Aleksi Kommen (1349-1390) döneminde:
1352'de kardeşi Maria Despina'yı Akkoyunlu Emiri Fahrettin Kutlu Bey'e;
Eski Kral Basil'in (1332-1340) kızı Trabzon sarayının en güzeli Teodora'yı Bayramoğlu, Hacı Emiroğulları Beyliği'nin Emir'i Hacı Emir'e;
III.Aleksi dört kızından Evdakiya'yı Halibya Emiri Süleyman Bey'e; Diğer kızlarından birini Niksar Emiri Tacettin Bey'e;
Birini eniştesi Fahrettin Kutlu Bey'in oğlu Kara Yülük Osman'a; Birini Erzincan Emiri Mutahhartan'a;
Elindeki son kızını da Gürcü Kralı'na vermiştir.
Yani Trabzon Kralı III. Aleksi Kommen etrafındaki Türk Beyleri'ne kız vererek iktidarını koruyordu. Diğer bir deyişle sanki Trabzon krallığının görevi Türklere kadın yetiştirmekti.
Kale içine hapsolmuş ve iktidarını böyle koruyan bir yer imparatorluk olabilir mi?

BİZANS YALANI
Bizim "Bizans'!" dediğimiz kişilerin hiçbiri kendilerini zamanlarında "Bizans'," olarak tanıtmamış, bilmemişlerdir. Bu deyim çok sonraları, XIX. Yüzyılda uydurulmuştur. Bu halk kendini her zaman Doğu Romalı olarak adlandırmıştır. Hükümdarlarını da Roma Hükümdarı, eski Roma'nın Ceasar'larının halef ve mirasçısı saymışlardır: Üstelik, İstanbul'u kurduğu iddia edilen Byzas adlı kralla ilgili hiçbir kanıtı olmayan hikâyeyi doğru kabul etsek bile kendileriyle Roma imparatorluğuna bağlanan ve daha sonra Roma İmparatorluğu'nun ikinci başkenti olan İstanbul, tarihin çok uzun bir döneminde Konstantinopolis olarak anılmış ve yazılmıştır. Doğu Roma uygarlığına, sanatına ve ülkesine Bizans demek tarih bilmemek demektir.' Ancak bu Bizans deyiminin her şeyi Yunanlılara bağlama eğiliminde olan Avrupalıların ve onların Türkiye'deki uzantılarının bilinçli seçimi olduğuna inanmamız için yeterli sebepler mevcuttur. 

BİR DE BİZDEN: "LALE DEVRİ" 
Buraya kadar saydıklarımızı "bizim dışımızdaki" kişilerin uydurup, kendilerine olmayan kültürleri atfetme, şeref payesi çıkarma Gayretleri olduğunu epey "iyi niyetle" kabullendik diyelim. Peki "Lale Devri" safsatasına ne demeli?.. 1947 yılında Ahmet Refik Altınay'ın yazmasına kadar tarihte Osmanlı Devleti'nin hiçbir çağına "Lale Devri" dendiği görülmemiştir. Sadece ve sadece Osmanlı Devleti'ni karalama çabalarının bir ürünü olarak, Altınay'ın uydurması, zamanın yöneticilerinin çok hoşuna gitmesi sonucu Osmanlı tarihinin bir bölümüne "Lale Devri" yakıştırması yapılmıştır.' Devleti hor görmek, aşağılama amacıyla küçültücü bir ifade olan bu "Lale Devri" uydurmacasını aydınlarımızın bilinçsiz bile olsa kullanmamaları gerekmektedir. Başta da söylediğimiz gibi, fikirlerimizi sağlam temeller üzerine oturtmak, binayı sağlam desteklerle kurmak zorundayız. Tarihimizi böylesi yanlışlık veya hatalardan arındırmak, doğrularla yeniden yazmak, sanıyorum ‘Türk Aydını'nın kendine, gelecek kuşaklara ve atalarına olan bir gönül borcudur.

BU SATIRLAR AYDINLAR OCAKLARI’NIN TRABZON’DA YAPILAN 25. ŞURASI ANISINA BASILAN, AYDINLAR OCAĞI ÜYESİ VE HOCA AHMET YESEVİ VAKFI BAŞKANI TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMACISI ERDOĞAN ASLIYÜCE’NİN HAZIRLADIĞI ESERİN 88. SAYFASINDAN alıntılanmıştır.

Editör: TE Bilisim