Yeni siyasi aktörlere veya muhataplarına duyurulur! Yeni siyasi aktörlere veya muhataplarına duyurulur!
 4 Ocak 1968…
Sıradan bir gün değil…
Yola çıkan kutlu bir kervanın ilk kaybını verdiği gün…
Daha sonraları çınar olacak bir fidana vurulan ilk darbe…
Ruhi Kılıçkıran…
Sıradan bir kişi değil…
Kızıl itlerin aldığı ilk can…
Yüreklerin ilk sızlayışı, anaların ilk ağlayışı…
Şehitler kervanının başı…
Ama bir davanın haklılığının, güçlülüğünün de kanıtı…
 
Çünkü;
 
Bir Ramazan günüydü o gün. Okul kantininde iftar yaparken mukaddesata söven hain komünistlere yanındaki boş sandalyeyi göstermişti. Yanına oturan hiçbir şey bilmeyen, özgürlük, barış gibi sözlere kanmış, kendi değerleri aleyhinde şartlandırılmış, öz benliğine, kendini yaratana düşman edilmiş komüniste öyle şeyler söylemiş, öyle cevaplar vermişti ki, onu adeta yerin dibine sokmuştu.
 
  Bu dava haktı, bu fikir doğruydu, bu iman güçlüydü. Ve Ruhi Türk töresine de, İslam ahlakına da vakıftı. Karşısındakini bilgisiyle susturmuştu. Bunu kaldıramayan satılmışlar kalkıp sinirli bir şekilde gitmişlerdi.
 
  Ah ne olurdu sadece defolup gitselerdi?
 
 O düşünce özgürlüğü, insan hakları diyenler, gelecekte ülkücüleri vahşilik ve katillikle suçlayacak olanlardan biri geri dönmüştü.
 
 Ve elinde bir silah…
 Vurmuştu Ruhi’yi…
 İftar sofrasında şehit düşmüştü Ruhi… Ne kutlu, ne mutlu bir ölüm…
 Yeminimiz olmuştu, öç’ümüz olmuştu, şehit olmuştu.
 Ruhu şad, mekânı cennet olsun.
 Allah rahmet eylesin. Âmin.
 El Fatiha…
 
II. 
 
Ruhi Kılıçkıran ile başlayan bu şehitler kervanının sayısı yüzleri geçti, binlere ulaştı. Neredeyse her gün bir ülküdaşımızı kaybettik. Bazı günler birden fazla şehit verdik. Yine de ocaklara koştuk, davamıza ve birbirimize daha sıkı sarıldık.Vurulup şehit olandan üç hilalli sancağı kapıp akına devam ettik.
 
Vatan için, bayrak için, din için, millet için mücadele ettik. Bunlar için çalıştık. Bu uğurda şehit olduk. Şehitlerimizin cenazelerinde intikam yeminleri ettik.
 
Ölüm korkusuyla kaçmak yerine, şahadete doğru koşarak gittik. Allah(c.c.)’tan gayrısından zerre kadar korkmadık.
Davamızı öğrendik ve yaşadık. “İnandığı gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar.” dedik ve davamızın hakkını verdik.
 
  İnancımızı yitirmedik, güçlüydük, bilgiliydik, haklıydık.
 
Yılmadık, yıkılmadık, ölümlerle dirildik.
 
Bir öldük, bin dirildik…
 
III. 
 
Peki, biz bugün ne durumdayız? Yukarıda anlattıklarımıza ne kadar mesafedeyiz? Bu yüce davaya layık mıyız?
 
Ruhi Kılıçkıran gibi karşımızdakini susturabilecek bilgiye ve konuşma kabiliyetine sahip miyiz?
 
  Her gün bir ülküdaşları şehit olurken yine de ocaklara koşanlar kadar imanımız, her davranışlarında Allah rızasını gözetenler kadar ihlâs sahibi miyiz?
 
Belki ülkücülük denilen bu kutlu yolda daha başlardayız. Şimdiye kadar yerimizde saymış veya çıktığımız merdivenlerden geri inmiş de olabiliriz. Önemli olan bizim isteğimiz, ülkücü olabilme yolundaki azmimiz, çabamızdır. Eğer bu varsa her şey hallolur.
 
  Ama… Ama yoksa… İşte o zaman sorun var demektir. O zaman bu dava hedefe ulaşamaz. Bu dava yok sayılır, bu dava hor görülür. Bu davaya göre yaşamazsak, bu davaya layık olmazsak, bu davayı kötü göstermiş oluruz. İnsanların davamıza, fikrimize bizim yüzümüzden önyargılı bakmasına neden oluruz.
 
Daha da önemlisi şehitlerimize, gazilerimize, Başbuğumuza ve Allah’a karşı mahşerde mahcup olmamak için kendimize dikkat etmeli, hatalarımızı düzeltmeliyiz. Şehitlerimizin bizim üzerimizde hakları vardır. Başbuğumuz ve diğer ülküdaşlarımızın da öyle. Onlar hakkını helal etmezse ne halde olacağımızı düşünmeliyiz.
 
  Ve şehitlerimizi unutmayalım:
 
 “Ahde vefasızlık, imansızlıktır.”
 Metin Tokdemir
 
Allah yar ve yardımcımız olsun. Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin. Âmin.
Editör: TE Bilisim