Osmanlı’nın Kürtleştirdiği  Türkler! Osmanlı’nın Kürtleştirdiği Türkler!

Gündemdeki konu S-400 nedeniyle Türkiye’ye yönelik ABD yaptırımları… ABD Başkanı Trump, ABD Kongresi’nin, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın aldığı gerekçesiyle uygulanması için uzun süredir baskı yaptığı yaptırım kararını 14 Aralık 2020 tarihinde imzalayarak, ABD’nin NATO tarihinde ilk kez bir NATO müttefikine, Türkiye’ye, “ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası” (CAATSA) bağlamında yaptırım uygulamış oldu…

Bu yaptırım üzerine; önyargı ve duygularımızın bizi beslemesi; okuma, araştırma, analiz etme, mukayese ve muhakeme etme ve neticede ‘’anlama’’ gibi zihni melekelerimizin engellenmesi; hamasetten bilgi seviyesine gelememiş olmamız, tarihten hiç ders almamamız ve rasyonel, metodik ve analitik düşünce eksikliğimiz gibi toplum olarak en büyük yanlışlarımızı yansıtan tepkiler vermeye başladık….

Bu nedenle de tepkilerde hep; içe dönük, duygusal, reaktif ve uluslararası ilişkilerde; iki tarafın arasında müzakereler ve doğrudan görüşmelerle değil de sonuç almaktan çok, tribünlere oynamak amacıyla basın aracılığıyla yapılan ve adına Batı’da ‘‘megafon diplomasisi’ denilen yöntemler uygulandı…

Bu tepkilerin hepsini burada saymaya gerek yok!... ABD’yi kınamaktan, NATO’dan çıkmaktan, Tel Aviv’e askerî harekâtla gitmekten, ABD’ye misilleme yapıp ABD üslerini kapatmaktan bahsedenler oldu koca koca kelli felli adamlar, gazete köşelerinde TV kürsülerinde…

Hesap yapılmış ise, ideolojik ve duygusal değil de akılcı, analitik ve rasyonel düşünülmüş ise bunlar da yapılır; NATO’dan da çıkılır, ABD üsleri de kapatılır…

Konuyu anlamak için önce kısa teknik bilgi vermem gerekiyor.

Yazılarımda sık sık kullanırım ya: ‘’Her şey önce tanımla başlar, sonra araçlarla devam eder’’ diye. Bu nedenle ‘’balistik füze’’ ve balistik füzeleri etkisiz hale getirecek olan S-400 ve Patriot silah sistemlerini ayrı ayrı ve bir arada tanımlamamız gerekiyor.  

Balistik füzeler

Balistik füzeler, menzilleri 300 km veya üzerinde olan füzelerdir. Bu füzeler uçuş güzergâhlarının bir kısmını atmosferi geçtikten sonra uzaya çıkarak kat ederler. Uzayda parabolik bir yörünge çizip rotalarında en tepe noktaya ulaştıktan sonra tekrar atmosfere girip yerçekiminin etkisiyle hızlanarak hedefine ulaşırlar. Balistik füzeler iniş safhasında yaklaşık 3.000 m/s gibi bir sürate ulaşırlar. Balistik füzeler bu şekilde binlerce kilometre uzaklıktaki sabit hedefleri çok küçük sapmalarla vurarak imha ederler. Balistik füzeleri tehlikeli yapan sadece bu özelliği değildir. Balistik füzeleri esas tehlikeli yapan taşıdıkları başlıktır. Balistik füzeler konvansiyonel bir başlık taşıyabildikleri gibi nükleer, biyolojik ve kimyasal başlık da taşıyabilirler.

Balistik füzelere karşı savunma ve balistik füzelerin etkisiz hale getirilmesi

Balistik füzelere karşı iki tür savunma vardır. Bu füzelere karşı en etkili savunma balistik füzelerini daha atılmadan fırlatma rampalarında iken ilk ateşleme aşamasında imhasıdır. Ancak bu ihtimal nedeniyle bu balistik füzeler de çoğunlukla korunaklı yeraltı rampalarında ve denizaltılarda muhafaza edilmektedir. Ayrıca bu rampaların tespiti için ileri teknolojik bir istihbarat ve uydu desteğine ihtiyaç vardır. Dolayısıyla balistik füzelerin kullanılmadan önce veya ilk ateşleme aşamasında imha edilmesi oldukça zordur.

Balistik füzelerin fırlatıldıktan hemen sonra imhası da zordur. Bunun için fırlatma bölgesine yakın bir yerde konuşlandırılmış radarlarla uçuş yörüngesi tam olarak tespit edildikten sonra ve uzaya çıkmadan önce alçak irtifa füzesavar sistemleri tarafından vurulması gerekir ki füze rampalarının ülke derinlikte olması ve zaman darlığı nedeniyle bu da zordur.

Geriye balistik füzelerin, uzaydan yeryüzüne geri dönme aşamasında iken vurulması kalmaktadır. Bu iş ise iki aşamada yapılmaktadır:

Birinci aşama: Bu aşamada balistik füze atmosferde iken vurulmaktadır. Bu aşamada bu görev uzun menzilde ‘’Füze Kalkanı’’ savunması için görevlendirilen füzelerce yapılmaktadır. Bu füzeler denizde orta menzilden itibaren SM-3 füzelerinin çeşitli versiyonları kullanılarak yapılmaktadır…

Bu aşamada kısa ve orta menzilde ise ‘’Bölge Yüksek İrtifa Hava Savunması’’ (‘’Terminal High Altitude Area Defense’’ veya kısaca THAAD) sisteminde yer alan füzeler tarafından yapılmaktadır. Bu füzelere de kısaca THAAD füzeleri denmektedir. THAAD, kısa ve orta menzilli tehdit unsurlarına karşı geliştirilmiş, ABD kara kuvvetlerine ait bir balistik füze savunma sistemidir. THAAD, 150 kilometre irtifadaki hedefleri (balistik füzeleri) vurabilmektedir.

İkinci aşama:  Bu aşamada balistik füzenin imhası; balistik füze hedefe doğru iniş esnasında atmosferi terk ettikten sonra devreye giren füzelerce sağlanmaktadır. Bu aşamada da orta menzil için yine THAAD, kısa menzil için Patriot (PAC-3) füzeleri kullanılmaktadır. Bu füzesavarlar, hedefine doğru hızla yaklaşmakta olan balistik füzelerini, savunulan ülke topraklarının üzerinde, yere düşmeden, hedefine ulaşmadan havada çarpışarak imha etmektedirler. 

Özetle; bir balistik füzenin vurulması şansa bırakılmamaktadır. Balistik füze atmosferde iken SM-3 füzeleri, atmosferden inişe geçtikten sonra orta menzilde THAAD füzeleri, kısa menzilde ise Patriot (PAT-3) füzeleri kullanılmaktadır. Dolayısıyla ‘’Füze Kalkanı’’ ve ‘’Bölge Yüksek İrtifa Hava Savunması’’ birbiriyle entegre çalışmakta olup her iki sistem de balistik füze tehdidine uyarı için ''NATO Erken Uyarı ve Bilgi Sistemleri''ne entegre edilmişlerdir.  

Bu bilgiyi, tekrar başvurmak üzere burada bırakıyorum…

Balistik füze ve füzesavar füzesi için tarihten bir örnek

Doksanlı yıllardaki İlk körfez krizini hatırlayanlar bilirler; Saddam, Irak’tan Tel Aviv’e balistik Scud füzesi gönderiyordu. İsrail de bu balistik Scud füzelerini, Scud füzesi hedefe doğru atmosferi terk ettikten sonra hedefine ulaşmadan, Tel Aviv’e düşmeden son safhada, havada, kısa menzil hava savunma füzesi olan Patriot füzesavar füzeleriyle vuruyordu. İşte Patriot ve S-400 füzesavar füzelerinin esas amacı budur: Scud gibi balistik füzeleri atmosferi terk ettikten sonra hedefine ulaşmadan vurmak.

Füzesavar füzelerinin üç ana unsuru

İşte bu Patriot ve S-400 gibi THAAD kategorisindeki silahlar tıpkı bir topçu silahının sahip olduğu; atış bataryası, ateş idare merkezi ve ileri gözetleyicide olduğu gibi üç ana birimden oluşurlar: Birincisi: Balistik füzelerin yörüngelerini tespit edebilecek yetenekte gelişmiş hava ve kara radarları. İkincisi: Balistik füzeleri havada imha edecek füzeler ve fırlatma rampaları. Üçüncüsü ise gelişmiş bilgisayar sistemleriyle komuta-kontrol merkezidir.

Yani füzesavar kategorisindeki silahlardan almak istenildiğinde sadece füzeler alınmıyor. Füzelerin yanında gelişmiş hava ve kara radarları ve komuta-kontrol merkezleri de alınıyor…

Patriot füze sistemi, AWACS ve Kürecik Radarı

Dolayısıyla füzesavar kategorisindeki silahlar tek başına füzeler değildir. Bu konuda bir Patriot silah sisteminin nasıl çalıştığını bir örnekle açıklamak istiyorum…

İran’ın nükleer yakıt geliştirmesi konusunda, 2015 yılından önce, ABD ile olan anlaşmazlığında eğer anlaşma sağlanamasaydı ABD, İsrail ile veya yalnız olarak İran’ın nükleer tesislerini vurma kararı almıştı. Peki ABD, İran’ı Texas’dan atacağı füzeler veya Ohio’dan kaldıracağı uçaklarla mı vuracaktı? Tabii ki hayır... ABD bu maksatla İncirlik Üssünü kullanacaktı. Ancak İran’ın elinde Şahab balistik füzeleri vardı. Ve İran ABD’nin böylesi bir harekâtı karşısında Şahab füzeleriyle misillemede bulunacaktı. Peki İran’ın Şahab füzelerinin hedefi neresi olurdu? Tabii ki İncirlik olacaktı. Bir de İsrail katılırsa Tel Aviv..

Dolayısıyla ABD, İran’ın Şahab balistik füzesi ile yapacağı böylesi bir misillemeye karşı kısa menzilli füzesavar olarak Patriot füzelerini planladı. Ancak İncirlik veya Tel Aviv’e atılacak Şahab füzelerinin ilk safha yörüngesini tespiti için bir İran’a yakın bir kara radar sistemine ihtiyaç vardı: Malatya Kürecik… Malatya Kürecik’e, o zaman Türk kamuoyunu ikna için Suriye tehdidi gerekçeli, NATO şapkalı bir ABD radarı kuruldu… Hava radarı için İncirlik’e ABD’den ve Avrupa'dan AWACS’lar getirildi. Hedef İncirlik Üssü’nü ve artık hedef olacağı için de Kürecik radarını korumak için de Alman Patriotları Kürecik’e, Hollanda Patriotları da İncirlik’e konuşlandırıldı… Sahi, ABD, İran’ı İncirlik’ten vursaydı, sadece İncirlik ve Kürecik mi İran Şahab füzelerinin tehdidi altında olurdu? Ankara, İstanbul, Türkiye’nin sanayi tesisleri İran’ın hedefi olmaz mıydı da sadece Kürecik ve İncirlik Patriotlarla koruma altına alındı? Kürecik ve İncirlik’de ABD askerleri vardı değil mi?

Aslında o dönem yaşanan kriz hiç de 1962 yılı Küba – Jupiter krizinden farklı değildi. Ancak bu kriz Türk kamuoyundan gizlendi. Allah’tan İran’ın başında Cevad Zarif gibi dahi bir dışişleri bakanı vardı da Obama ile 2015 yılında anlaşarak bu tehdit ortadan kalktı…

Günümüzde Kürecik'deki ABD radarı ''NATO Erken Uyarı ve Bilgi Sistemleri''ne bağlı olarak çalışmaktadır. NATO ülkelerine vaki olacak bir balistik füze saldırısı için erken uyarı görevini yerine getirmektedir. ABD’nin Akdeniz’deki gemilerinde bulunan ‘’Füze Kalkanı’’ savunması için görevlendirilen füzeler ve orta menzilden itibaren SM-3 füzelerinin çeşitli versiyonları bu balistik füzeleri atmosferde iken imha için hazır beklemektedir…

Orta ve kısa menzilde ise bu balistik füzelerin imhası için ABD'nin Bükreş'ten 180 km uzaklıkta, Romanya-Bulgaristan sınırına yakın bir yerde 170 hektarlık bir alanda konuşlandırdığı THAAD füzeleri bulunmaktadır. Kısa menzilde ise Kürecik ve İncirlikte konuşlu Patriot (PAC-3) füzeleri bulunmaktadır.

Patriot ve S-400 farkı

Her iki silah hem füzesavar silahı hem de aynı zamanda uzun menzille hava savunma silahıdır. Ancak Patriot, ağırlıklı olarak füzesavar füze silah sistemi iken S-400’ler ağırlıklı olarak uzun menzilli uçaksavar silah sistemleridir…

Diğer sistemler

İtalyan-Fransız ortaklığı SAMP/T de Patriot ve S-400 gibi hava savunma sistemidir. Ayrıca Çin de bu silahlara benzer 300PMU-1
.ve 300PMU-2 modeli hava savunma silah sistemi üretiyor. Zaten dünyada da bu silahları üretebilen başka ülkeler de yoktur. Bu silahların stratejik önemde olması nedeniyle de bu dört ülke; ABD, Rusya, Çin ve Fransa bu silah teknolojisini bir başka ülkeye de vermemektedirler.

Türkiye’nin ihtiyacı

Türkiye, hem uzun menzilli uçaksavar silahı hem de balistik füzelere karşı kısa menzilli hava savunma ihtiyacını karşılamak için arayışlara girdi. Bu maksatla Türkiye’nin alabileceği ilgili ülkeler olan ABD (Patriot),  Çin (300PMU-1 ve 300PMU-2) ve Rusya (S-400) ile görüştü. Ancak Rusya dâhil hiçbir ülke bu görüşmelerde Türkiye’ye teknoloji transferi konusunda olumlu yaklaşmadılar. Yani Rusya dâhil hiçbir ülke Türkiye’ye teknoloji transferine izin vermedi..

Fransa ve İtalya ile SAMP/T üretimi konusu

Türkiye, SAMP/T silahlarını teknoloji transferi ve ortak üretim konusunda Fransa ile görüştü. Bu maksatla ilk olarak Fransa, İtalya ve Türkiye’nin savunma bakanları, 8 Kasım 2017 tarihinde NATO sistemleriyle uyumlu ortak hava savunma sistemi üretimi için niyet beyanı imzaladılar. Bunun ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Paris ziyareti esnasında 05 Ocak 2018 tarihinde Eurosam’ın  (Eurosam; Fransa ve İtalya ortaklığında kurulan özel bir savunma sanayi şirketidir) Türk savunma sanayi şirketleri ASELSAN ve ROKETSAN’la SAMP/T hava savunma sisteminin geliştirilerek ortak üretimini konusunda bir anlaşma imzalandı.

Bu anlaşmaya göre İtalya-Fransa-Türkiye'nin ortak olduğu hava savunma sistemi 2020’li yılların ortalarında üretilecekti.

Rusya ile S-400 anlaşması

Türkiye uzun menzilli hava savunma sistemleri alımı için ABD (Patriot),  Çin (300PMU-1 ve 300PMU-2) ve Rusya (S-400) ile görüştü. ''ABD, Türkiye'ye Patriot satmak istemedi'' diye basında bir söylem var. Bu söylem doğru değil. ABD, Türkiye'ye Patriot satmak istedi ancak teknoloji transferi konusunda olumlu yaklaşmadı. Sadece ABD değil, Rusya dâhil hiçbir ülke bu görüşmelerde Türkiye’ye teknoloji transferi konusunda olumlu yaklaşmadı. Çin’in yüksek fiyat teklifi nedeniyle elenmesinden sonra Türkiye ABD (Patriot) ve Rusya (S-400) arasında tercihini Rusya’dan yana kullandı. Bu maksatla 2017 yılının sonlarında iki ülke arasında 2.5 milyar Dolarlık bir anlaşma yapıldı... 

Türkiye’nin S-400 kararı sonrasında ABD tepkisi

Türkiye’nin Rusya ile S-400 füzelerinin satın alınması anlaşması üzerine ABD Türkiye’nin Rus S-400 füzelerini almaması için Türkiye’ye baskı yapmaya başladı. Hatta ABD Türkiye’nin S-400 aldığı takdirde F-35 uçakları programından çıkarılacağı tehdidini öne sürdü.

F-35 ise ABD’nin geliştirdiği yeni nesil savaş uçağının ismidir. F-35 üretim programına Türkiye de dâhil olmuştu. Bu kapsamda da F-35’lerin üretim programına Türkiye yaklaşık 11.5 milyar Dolarlık bir üretimle katkı sağlayacaktı.  

ABD bu tehditlerini somutlaştırarak, ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu tarafından 10 Mayıs 2019 tarihinde sunulan ve Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi alması halinde F-35 programından çıkarılması çağrısı yapan karar tasarısını onaylayarak kabul etti. Bu karar tasarısında Türkiye’ye S-400 silah sistemi alımını iptal etmesi çağrısı yapıldı.

Metinde Amerika’nın ‘’Düşmanlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşı Koyma Yasası’’ (CAATSA)’nın Başkan’a Rus savunma ya da istihbarat sektörüyle önemli işlemler yapan birey ya da kuruluşlara yaptırım uygulamasını şart koştuğu da hatırlatıldı.

Ayrıca karar metninde Türkiye’nin S-400 sistemi almasının Amerika ve NATO müttefiklerinin güvenliğine ve Türk-Amerikan ilişkilerine zarar verdiği ve bu alımın Türkiye’nin F-35 üretimine katılma ve bu uçakları filosuna alma planıyla uyumsuz olduğu belirtildi.

Karar metninde ayrıca; F-35 programı dışında olası yaptırımlardan etkilenebilecek savunma teçhizatı programları arasında Patriot hava ve füze savunma sistemi, CH-47F Chinook helikopterleri, UH-60 Black Hawk helikopterleri ve F-16 uçakları da vardı.

CAATSA süreci

CAATSA, 2 Ağustos 2017’de Başkan Trump’ın imzasıyla yürürlüğe giren ABD’nin İran, Kuzey Kore ve Rusya’ya uygulanan ve "ikincil yaptırımlar" olarak da anılan yaptırımların dayanağını oluşturan bir yasadır.  

10 Mayıs 2019 tarihinde ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu tarafından bu yaptırımların Türkiye’ye uygulanması kabul edildi.

08 Aralık 2020 tarihinde ABD Temsilciler Meclisi, Türkiye'ye S-400 alımıyla ilgili olarak yaptırım öngören Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasa (NDAA) Tasarısı'nı kabul etti. 11 Aralık 2020 tarihinde de ABD Senatosu Türkiye'ye yaptırım öngören savunma bütçesini onayladı. Hemen ardından da ABD Başkanı Trump da 14 Aralık 2020 tarihinde bu yasayı onayladı.

Bu şekilde NATO tarihinde ilk kez ABD, bir NATO müttefikine, Türkiye’ye,  “ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası” (CAATSA) bağlamında yaptırım uygulamış oldu…

Yaptırımlar neler getiriyor

Bu CAATSA yaptırımları ilk kez bir NATO üyesine uygulanıyor. Her ne kadar ABD’li yetkililer yatıştırıcı açıklamalar yapsalar de bu yaptırımlarla Türkiye, bir nevi ABD'nin düşmanı olarak kabul ediliyor…

ABD, Türkiye'nin 1.25 milyar dolar ödediği F-35 savaş uçaklarını daha önce idari bir tasarrufla da vermemişken şimdi bu tasarrufunu yasalaştırarak F-35’ler artık yasa gereği vermiyor… Ayrıca ABD Türkiye’yi F-35 üretim programından çıkarıyor. Bu kapsamda F-35 üretim programı kapsamında Türkiye’nin yapacağı 11.5 milyar Dolarlık ileri teknoloji F-35 parça siparişini de iptal ediliyor.

SSB İsmail Demir'in ve SSB’lığındaki üst düzey üç Türk yöneticinin ABD’ye girmesini engelliyor.

Türkiye ile ABD savunma kuruluşları arasındaki ilişkiler donduruluyor… Savunma Sanayi Başkanlığı (SSB) artık ABD finans kuruluşlarından ve uluslararası finans kuruluşlardan kredi ve teknoloji alamayacak…

Yaptırımların diğer ülkelere ve diğer projelere etkisi

CAATSA yaptırımlarının Türkiye’ye yönelik en büyük etkisi Türkiye'nin savunma alanında işbirliği yaptığı diğer ülkelerle olan ilişkilerine yansıyacak. CAATSA yaptırımlarının bu ülkeleri de etkileyerek baskı altına alacağı değerlendiriliyor… Artık bu ülkeler Türkiye ile yapacakları Savunma Sanayi işbirliğinde ABD’nin ağırlığını hissedeceklerdir.

Bu kapsamda ATAK Saldırı Helikopteri Projesi, Altay Tankı Projesi, Milli Muharip Uçak Projesi ve Hava Savunma Sistemleri projelerinin olumsuz olarak etkileneceği değerlendiriliyor.

CAATSA yaptırımlarının yasalaşması ile aslında değişen pek bir şey olmamıştır. Zaten ABD ve Batı, Türkiye ile olan sorunları nedeniyle uzun bir süredir Türkiye’ye örtülü bir ambargo uygulamakta idiler. Türkiye, Pakistan’a 1.5 milyar Dolar tutarında ATAK Saldırı Helikopteri satmış olduğu halde helikopterde ABD motoru kullanıldığı için ABD bu satışa onay vermemiştir. Altay Tankı motoru için Alman MTU firması BMC firması ile görüşmeyi bile kabul etmemiştir.  Eurosam, Türk savunma sanayii şirketleri ASELSAN ve ROKETSAN’la SAMP/T hava savunma sisteminin geliştirilerek ortak üretimini konusunda bir anlaşma imzalamalarına rağmen Fransa’nın tutumu nedeniyle hiç ilerleme sağlanamamıştır.

Liste daha da uzatılabilir… Ve yaptırımların etkisi Savunma Sanayi dışında diğer alanlara da sıçraması muhtemeldir. 

S-400’ün getirdikleri ve götürdükleri

Türkiye’nin Rusya’dan satın aldığı S-400 füzeleri 2019 yılı Temmuz ayından itibaren Türkiye’ye gelmeye başladı ve 2019 yılı Eylül ayında tamamlandı. Türkiye S-400’lerin ücreti olan 2,5 milyar Doları da ödedi. Ancak ABD tehdidi nedeniyle Türkiye bu silahları aktif hale getiremiyor. ABD Başkanı Trump’ın CAATSA yaptırımlarını onayladığı 14 Aralık 2020 tarihinden sonra da bu silahların aktif hale getirileceğine dair belirtiler de yok…

Türkiye, S-400 nedeniyle ABD’ye 1.250 milyar Dolar ödediği F-35 beşinci nesil savaş uçaklarını da alamıyor. Türkiye, F-35 beşinci nesil savaş uçaklarının üretim konsorsiyumunda yer aldığı için ABD’ye üretip satacağı anlaşması yapılmış 11.5 milyar Dolarlık ileri teknoloji parçasını da üretip satamıyor… Burada kaybedilen sadece 11.5 milyar Dolarlık ihracat kaybı değildir. Asıl kayıp, Türkiye'nin ileri teknoloji F-35 parçası üretirken kazanacağı ileri teknoloji ve üretim yeteneğidir. Bugün Türkiye İHA ve SİHA üretebiliyorsa bunu F-16 üretirken kazandığı tasarım ve üretim yeteneğine ve teknolojiye borçludur. 

Türkiye, S-400 nedeniyle ABD izin vermediği için Pakistan’a satışını yaptığı 1.5 milyar Dolarlık ATAK Saldırı Helikopterini üretip teslim edemiyor…

Almanya izin vermediği için Altay Tankı Projesi, Fransa izin vermediği için Eurasam ile anlaşması yapıldığı halde SAMP/T hava savunma sistemini projesi ilerlemiyor.

Türkiye geçmişte ABD’den dört adet Awacs Radar uçağı satın almıştı. Awacs’ın Türkçe açılımı ise ‘’Havadan Erken İhbar ve Kontrol’’ anlamına gelmektedir. Bu uçaklar Boeing 737 tipi uçakların gerekli modernizasyonu sonrası bir ‘’Uçan Radar’’ haline getirilmiş halidir... Awacs uçaklarını Türkiye 2004 yılında ABD’den sipariş etmişti.  Türkiye bu uçaklar için toplam 1,5 milyar Dolar para ödemişti.

Awacs 30.000 feet irtifada görev yaparken yaklaşık 500 km ötedeki, uçak 30.000 feet’in üzerine çıktığı zaman yaklaşık olarak 800 km uzaklıktaki hedefleri görüp tespit ve teşhisini yapabilmektedir. Ancak Awacs’ın en büyük özelliği Patriot füzelerinin bir parçası olarak hava radarı görevini yapmasıdır. Bu nedenle Türkiye o zamanlar muhtemel satın alacağı Patriot füzesavar silah sisteminin bir parçası olan radarlarını 1,5 milyar Dolar para ödeyerek zaten envanterine almıştı. Şimdi Patriot alınmadığı için bu uçaklar da esas görevi dışında tali görevlerinde kullanılıyor.

Bir başka konu da S-400 diye bilinen sadece füzesavar sistemidir. Bu sistemin 600 km uzaktaki hedefleri algıladığı ifade edilmektedir. Ancak bu yetenek için hangi kara ve hava radarlarını kullanacağı ve bunların maliyet ve kullanım, Türkiye’nin hava savunma sistemine entegresi konusunda şüpheler vardır.

S-400 füze sisteminde gözlerden kaçan asıl sorun şudur: Daha önce balistik füzelere karşı savunma füzelerini anlatırken, balistik füzeyi henüz atmosferde iken imha eden THAAD gibi orta ve kısa menzilli füzelerden bahsetmiştim. Patriot füzelerinin ise balistik füze atmosferi terk ettikten sonra hedefine doğru düşerken son safhada devreye giren füzeler olduğunu söylemiştim. S-400 füzeleri de aynı Patriot füzeleri gibi kısa menzilli hava savunma füzeleridir. Kaldı ki THAAD füzeleri 150 kilometre irtifadaki hedefleri (balistik füzeleri) vurabilirken S-400 füzeleri 30 kilometre irtifanın üstünde etkili olamamaktadır.
 
S-400 füze sistemi balistik füze hedefe doğru atmosferi terk ettikten sonra son safhada devreye giren bir füzesavar füze sistemidir. Dolayısı ile bu balistik füzeyi henüz atmosferde iken S-400 ile imha etmenin imkânı yoktur. Ayrıca Türkiye’ye bu imkânı sağlayan Türkiye'nin üyesi olduğu NATO'nun hava savunma projeleri olan ''Füze Kalkanı'', ''Bölgesel Hava Savunma Sistemleri'' ve ''NATO Erken Uyarı ve Bilgi Sistemleri''ne  S-400 füzelerinin entegre edilebilme imkân ve ihtimali de yoktur... Dolayısıyla S-400 hava savunma füzeleri ile Türkiye’nin uzun ve orta menzil hava savunma sistemi eksik kalacaktır.

S-400 füze sisteminin; yaygınlaştırılması, geliştirilmesi ve gelecekte de kullanılması konusunda da belirsizlikler vardır.

Tüm silah sistemlerinin belirli bir yönetimi vardır. Kaynak, idame, bakım, standart, uyumluluk, eğitim, kod gibi… Yıllardır Batı silah sistemlerini ve teknolojisini kullanan Türkiye’nin böylesi gelişmiş bir teknolojiyi mevcut altyapısına ve sistemine nasıl entegre ve idame edeceği konusu da belirsizliğini koruyor…

Türkiye F-35 programından dışlanmıştır. Hâlbuki 2000’li yılların başından beri Türk Hava Kuvvetleri F-35’leri beklemektedir. 1980’li yıllarda üretime başlanılıp 1990’da üretimi tamamlanan F-16'ların ekonomik ömrü dolmuştur. F-16’ların yerine hangi savaş uçağını ikame edeceği konusu da belirsizliğe girmiştir.

Türkiye’nin S-400 alımı Türkiye – NATO ilişkilerine de zarar vermesi muhtemeldir. Günümüzde Türkiye’nin tam üye olduğu, mutlak söz hakkı olduğu tek Batı kurumu NATO’dur. Bu Türkiye’nin kolayca vazgeçebileceği bir hak ve imkân değildir. Türkiye, NATO’dan çıktığı an Kıbrıs Rum Kesimi NATO’ya girecek ve Türkiye, Ege’de hak ve menfaatlerini ararken muhatab olarak Yunanistan değil de NATO ile karşı karşıya kalacaktır.

Özellikle CAATSA yaptırımlarının devreye girmesi ABD’de devam eden Halkbank davası, Zarraf davası gibi henüz sonuçlanmamış davaları da menfi yönde etkileyeceği değerlendirilmektedir.

S-400’lere ihtiyaç var mıydı?

S-400 ve Patriot veya SAMP/T bataryaları uzun menzilli uçaksavar füzeleri olsalar da esas olarak kısa menzilli füzesavar silah sistemleridir. Uzun menzilli balistik füzeler ise her ülkenin elinde bulunmamaktadır. Bu balistik füzeler Suriye’de yoktur, Irak’ta yoktur, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Ukrayna’da yoktur. İngiltere ve Fransa hariç tüm bir Avrupa’da yoktur. Bölgemizde sadece İran ve Rusya’da bulunmaktadır. Daha uzaklarda Çin, Kore ve ABD elinde bulunmaktadır. Bu balistik füzelerle Türkiye’yi tehdit edecek bölgede iki ülke vardır: İran ve Rusya. İran’ın Rusya’nın hemen hemen müttefiki olması, genellikle Rus teknolojisi kullanması nedeniyle tehdidi aynı değerlendirmek gerekmektedir.

Bu durumda şu soru sorulmalıdır: Türkiye Rusya’dan alacağı S-400’leri Rusya’ya karşı mı kullanacaktır? Bu durumda silah sistemlerindeki gizli ve gömülü kodlarla Rusya buna izin mi verecek midir?

Türkiye’de örtülü bir şekilde S-400’lerin ABD tehditlerine karşı alındığı absürd bir şekilde iddia edilmektedir. Eğer gerçekten S-400’ler bu nedenle alınmışsa ABD’nin yurt dışındaki en büyük üslerinden birisi olan ABD İncirlik Üssü, Kürecik gibi diğer ABD üs ve tesisleri ve Türkiye’nin NATO üyeliği ne anlama gelmektedir?

Sonuç

Türkiye’de 18 yıldır iktidarda bulunan partinin ideolojik olarak Batı ve NATO aleyhtarı olduğu bilinmeyen bir konu değildir. Bu nedenle, Türkiye’nin bir füze savunma sistemine ihtiyacı olmakla birlikte ABD ürünü Patriot yerine Rus ürünü S-400 hava savunma sisteminin seçilmesinin yukarıda anlattıklarım çerçevesinde askeri ve teknik bir gereklilikten ziyade siyasi bir karar olduğu değerlendirilmektedir…

Şu an için Türkiye’nin S-400 alımı ile ilgili olarak tek kârlı çıkan ülke Rusya olmuştur. Türkiye’nin Rusya’dan S-400 alımı ile ilgili olarak Türkiye –ABD, Türkiye – NATO ve Türkiye – AB ve Batı ilişkileri büyük bir gerilime sahne olmuştur. Tabii ki gerilimden de ve Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerine vereceği zarardan dolayı ellerini ovuşturarak sevinen de yine Rusya olmaktadır.

Kaldı ki Rusya’dan S-400 aldık diye Rusya’nın bize dost olmasını da beklemek aşırı derecede saflık olur. En azından şu örnek tarih bilmeyenlere bu konuyu acı bir tecrübe olarak yaşatmıştır:

Türkiye Rusya’dan aldığı S-400 füzelerini 2019 yılı Temmuz ayından itibaren Türkiye’ye getirmeye başlamış ve füze sistemlerini Türkiye’ye gelmesi 2019 yılı Eylül ayında tamamlanmıştı. Hal böyleyken, daha füzelerin Türkiye’ye geldiği haberleri soğumadan, 27 Şubat 2020 tarihinde, Rusya, Suriye İdlib’de bir Türk gözlem noktasına yapığı hava saldırısı ile 36 Türk askerini şehit etmiştir. Bu kayıp, Kore ve Kıbrıs Harekâtından sonra Türkiye'nin yurtdışında verdiği en büyük asker kaybıdır. 

Bu yaşanan acı olay bana tarihin aktörü ve tanığı Ebû Müslim Horasanî'nin, Emevîlerin yıkılışı ile ilgili ve her türlü ittifaklar ve güvenlik konusunda bir strateji ilkesi olan şu sözünü hatırlatıyor: ''Onlar (Emevîler); zararından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Düşmanlarını kazanmak için yakınlarına aldılar. Yanlarına aldıkları düşmanları dost olmadığı gibi, uzakta tuttukları dostları da düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince, yıkılmaları mukadder oldu.''  

2021 yılının ilk NATO Liderler Zirvesi 2021 yılı Şubat ayında Brüksel'de yapılacaktır. Yeni seçilen ABD Başkanı Biden de toplantıya ilk kez katılacaktır. NATO zirvesinin hemen ardından da 2021 yılı Mart ayında AB Liderler Zirvesi yapılacaktır... 2021 yılı Şubat ayındaki NATO Liderler Zirvesine kadar S-400 ve CAATSA yaptırımlar sorunu çözülmediği takdirde 2021 yılı Mart ayındaki AB Liderler Zirvesinde, 2020 yılı Aralık ayı zirvesinde ertelenen Türkiye’ye yaptırımlar gündeme gelecektir.

ABD Dışişleri bakanı Pompeo, S-400'ler Türkiye'de kaldığı veya S-400 konusunda ABD'yle uzlaşmadığı sürece, yaptırımların artarak devam edeceği anlamında açıklamada bulunmuştur. Dolayısıyla ABD'nin CAATSA yaptırımları hafife alınacak ve hamasetle çözülecek bir konu değildir. Ciddiye alınmalıdır. Hamasetten, hissiyattan ve duygusallıktan uzak, düşüncenin, aklıselimin, diplomasinin, bilimin, mantığın gereği ve ülkenin çıkarı ne ise o yapılmalıdır…

1975 yılı ABD ambargosundan sonra ABD’den bağımsız yerli ve milli Savunma Sanayi geliştirmek için kollar sıvanmış ancak sonuçta ABD F-16’larına, ABD GZPT’lerine karar kılınarak yine ABD'ye bağımlı hale gelinmiştir. Gündemimizdeki Altay Tankı’nı da yapacak olan firmanın %49,9 hissesi de yabancıdır. Sorunun temelinde yerli ve milli Savunma Sanayi teknolojisini Türkiye’nin geliştirmemiş olması ve Türkiye’nin son yıllarda bölgesinde silaha muhtaç ve kendi güç ve doğasıyla tamamen çelişen bir politika izlemiş olmasında yatmaktadır.

Diğer taraftan her yabancı menşeli silah tedariki kaynak ülkeye siyasi bağımlılığı da beraberinde getirmektedir. Prof. Dr. Jehuda L. Wallach Yahudi kökenli bir Alman askerî tarihçidir. Bu tarihçinin de güzel bir kitabı var:  ‘’Bir Askeri Yardımın Anatomisi, Türkiye'de Prusya-Alman Askeri Heyetleri 1835-1919’’ (Genelkurmay Harp Tarihi Yayınları, 1977) (Orjinali:  ‘’Anatomie einer Militaerhilfe, Die preussisch- deutschen Militaermissionen in der Türkei’’, Droste Verlag Düsseldorf, 1976) Yazar çalışmasına doktora tezi olarak Mısır’a yapılan Rusya askerî yardımlarını inceler…  Sonra da ABD yardımlarını inceler. Daha sonra yazar Osmanlıya yapılan Prusya askerî yardımları incelemeye başlar ve sonuçta da bu kitap ortaya çıkar. Yazar kitabında şu tezi ortaya koyuyor: Silah yardımı alan veya silah satın alan ülkeler süreç içerisinde kaynak ülkenin siyasi ve askerî hegemonyası altına girmektedirler.

Rusya’nın veya Doğu Blokunun (Şangay beşlisi gibi) Türkiye’ye sunacağı hiçbir siyasi ve kültürel gelecek yoktur. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmanın, kovboydan kaçarken ayıyla karşılaşmanın, iki kötüden birisini seçmenin hiçbir anlam ve amacı yoktur.

Sorunun özüne bakıldığında Türkiye'nin, kendisine muhtemel bir uzun menzilli füze saldırısı yapabilecek İran ve Rusya ile ilişkilerini düzelttiğinde ve bölgesinde kendi güç ve doğasıyla uygun polltikalar geliştirdiğinde böylesi bir silaha ihtiyacı da kalmayacaktır. Siyaset zaten sorunları güç (silah) kullanmadan çözme sanatıdır. Böylesi bir güvenlik ihtiyacını zaten Mustafa Kemal Atatürk; Batı'da Balkan Paktı ile, Güney'de Sadabad Paktı ile, Kuzey'de ise Sovyetlerle ''Dostluk, Komşuluk ve İşbirliği Anlaşması'' ile sağlamıştı... Ülkede ve bölgemizde sükûnetin tek adresi yine Mustafa Kemal Atatürk'tür: ''Yurtta Barış, Cihanda Barış''

Bütün silahlar kötülük kaynağıdır.

Osman AYDOĞAN

Editör: TE Bilisim