Dünyada milliyetçilik yükseliyor, evet. Türk milliyetçiliği de, mevcut parçalı yapısına rağmen, halktan her geçen gün daha fazla rağbet görüyor.

Yayınlanan son anketlere göre Türk milliyetçiliğinin bir bütün olarak ifade ettiği oransal değer yüzde 25 bandında seyrediyor.

Söz konusu eşiğe yaklaşılması şüphesiz ki başlı başına tarihî bir olaydır ve önemlidir.

Ne var ki Türkiye’de milliyetçilik, Batı’daki milliyetçiliklerin aksine, sahip olduğu potansiyel ile içinde bulunduğu çıkmazların arasındaki uçurumdan hâlâ bir çıkış yoluna erişmiş değildir.

İskeçe Festivali'ne Türkiye'den giderek katılanlar ne eğlenmiştir ama!!! İskeçe Festivali'ne Türkiye'den giderek katılanlar ne eğlenmiştir ama!!!

Küresel düzlemde kaydedilen “milliyetçi tırmanışın” bir ana karakteri vardır. Bu karakteri birinci elden teşkil eden ve şekillendiren ise – Hegel’ci bir üslûpla belirtmemiz gerekirse – Zeitgeist yani “zamanın ruhu”dur.

Dünya milletleri 1945 yılından itibaren tedavüle sokulan, 1991 yılını müteakip ise “nihaî zaferi” ilân edilen liberal paradigmaya ve onun lokomotifi addedebileceğimiz vahşi kapitalizme karşı bir isyan başlatmış vaziyettedir.

Bazı “sistem” analistleri dünyanın bu hâliyle, tıpkı 1920’li ve 1930’lu yıllarda olduğu gibi, bir “pre-faşist” yani “faşizm öncesi” evrede konumlandığını öne sürse de, hakikatin bambaşka bir içerik ihtiva ettiği kanısındayım.

Açıkçası 21'nci yüzyılda zuhur eden milliyetçilik türlerini 20'nci yüzyılın şablonlarına göre değerlendirmenin olağanüstü bir anakronizm olacağına inanıyorum.

Dolayısıyla bugünün olgularını tarihsel bir terminolojiye sıkışarak değil, yine bugünün entelektüel araç-gereçleriyle tanımlamak icap eder. 

19'ncu ve 20'nci yüzyıllarda idrâk edilen hızlı sanayileşme beraberinde hem fırsatlar hem de krizler getirmişti.

Milliyetçilik söz konusu sürecin çelişkilerinden, buhranlarından, hayallerinden ve ihtiraslarından beslenerek doğdu. 

Bugün ise sanayileşmenin yerini internet devrimi aldı. Ölen eski dünyanın enkazında bile izlerine rastlanılamayacak eşsiz çalışma formatlarıyla, benzersiz bir düşünce âlemiyle ve belki de en önemlisi taptaze hassasiyetlerle bezenmiş yeni bir dünyada yaşıyoruz.

Dolayısıyla sahneye çıkan 21'nci yüzyıl milliyetçiliği de etrafımızı saran nesnel gerçeklikler eliyle ve Zeitgeist’la yalnızca kabuğunu değil, özünü de güncelliyor.

Güncellemenin ötesinde birtakım reform safhalarından da mecburen geçiyor.

Oysa bugün itibariyle Türk milliyetçiliği – 20'nci yüzyılın aksine – Batı’daki genel merakın çok gerisindedir.


Türk milliyetçiliğinin 21’nci yüzyıldaki sosyolojisi: Kim bu “kentli milliyetçiler”?

Yanlış anlaşılmasın; “geriliği” oradaki eğilimlerle “benzeşmeyi reddetmesinden” kaynaklanmıyor. Türk milliyetçiliğinin kendi şahsına münhasır bir tarihselliği, külliyatı ve pratiği vardır.

Gerilik, bilimsel ilgi ve rasyonel bakış eksikliğinden kaynaklanıyor.

Türkiye’de irili-ufaklı milliyetçi partiler var ve bunların toplamda muazzam bir potansiyelleri var – doğrudur.

Ancak kimse kusura bakmasın, en büyüğünden en küçüğüne değin hiçbirinin elle tutulur bir “siyasal programı” bulunmuyor.

İlaveten hiçbiri milliyetçiliğin “hissî” boyutunu aşmış değildir. Esasen bahsi geçen boyutu aşmak iradesiyle ilintili olarak bu istikamette en cılız bir gayret dahi sergilenmiyor.

Bugün Türk milliyetçiliğinin itici gücü, dayandığı toplumsal omurga ve taban kentli milliyetçilerdir.

Peki, kimdir bu “kentli milliyetçiler”?

Bir prototipik profil çizmem gerekirse kentli milliyetçiyi şöyle anlatırım: 

Büyük ve orta kentlerde yaşar. 

Vatan değerleriyle bütünleşmiştir ancak arkeolojik bir ulusalcılığa sıcak bakmaz.

Geleneksel Türk yaşayış biçimini sonuna kadar sahiplenir ve bunun korunmasını ister ve fakat dünyaya da açıktır.

Kendi payına dindar/mütedeyyin olabilir ancak din istismarını ayıplar.

Üniversitelidir, lise mezunudur ancak her hâlükârda kendisini yetiştirmeyi bilmiştir.

Burjuva zevklerine ve alışkanlıklarına aşinadır, ne var ki gösterişi sevmez.

Çoğunlukla maaşlı çalışır. Gitgide ay sonlarını görmekte sıkıntıya düşse de ailesini senede 1-2 defa yurtiçinde veya yurtdışında tatile çıkarmayı dener.

Temiz hava solumak, güvenli gıda tüketmek, tabiat ve hayvan haklarının gözetilmesine dair başlıklarda hassastır. 

Kimi zaman tasarruf yapamamaktan dem vuran bir emekli, kimi zaman da geleceksizliğin ve güvencesizliğin getirdiği endişelerde boğulmaya yüz tutan bir gençtir.

Ekonomik daralmanın getirdiği hayat pahalılığına rağmen sosyal statüsünü muhafaza etmeye çalışıp çocuklarına en azından kendi standartlarını miras bırakabilmeyi uman bir aile babasıdır.

Bazen de kendi kararıyla çalışmak ve/veya aile kurmak isteyen, ayrımcılığa, tacize, tecavüze, mobbinge vb. tahammülü olmayan bir kadındır.

Velhâsıl kentli milliyetçiler kahir ekseriyetle kendi emeği ve kendi alın teriyle ayakta durmaya alışmış olan genç, yaşlı, erkek, kadın vatansever insanlardan müteşekkildir diyebilirim.

Doğrudan söyleyeyim: Kentli Türk milliyetçisi günümüzde bizatihi prekaryanın kendisidir.

Elbette bütün bir prekarya kentli Türk milliyetçisi değildir amma ve lâkin her kentli Türk milliyetçisi prekaryadır.

Bir zamanlar orta sınıf iken, muntazam bir gelirle yaşamaya alışmışken, senede 1-2 defa tatile çıkabiliyorken, yüksek tahsil ve diploma bir anlam ifade ederken, günlük rutin harcamaların dışında para biriktirebiliyorken, evladına miras bırakabiliyorken bugün tersyüz edilmiş bir gerçeklik karşısında yalnızdır. 

Bugün işsizlikle yüzleşmek durumundadır. Alım gücü alabildiğine eriyen, esnek çalışmaya zorlanan, tasarruf imkânları buharlaşan, kendisinin ve ailesinin geleceğine güvenle bakamayan ve topyekûn feragat kültürünün içine düşen insandır.

Yukarıda sıralanan nitelikler ortalama bir kentli Türk milliyetçisinin sosyolojik hakikatini mühürlemektedir.

Oysa işin bir de kültürel ve siyasî izdüşümler kısmı vardır.


“Kimlik, sosyal adalet, özgür ulus”

Kentli Türk milliyetçisi geleneksel Türk yaşayış biçiminin tehdit edildiği görüşünde.

5 milyon Suriyeli sığınmacının kalıcı olma riski ve akabinde gelişmesi muhtemel radikal demografik değişim endişe veriyor.

Dahası sığınmacılara ayrılan olağanüstü kaynakların (yaklaşık 50 milyar dolar) yüzde 75-80’i yoksulluk sınırının altında yaşayan halkı zora soktuğu hissiyatı hâkimdir.

Keza kentli Türk milliyetçisi çöken sosyal adalet sisteminin sürdürülebilir bir tarzda diriltilmesine taraftardır.

Savunmasızları, mağdurları, hayatın ikinci bir şans tanıyacak kadar merhametli davranmadığı kitleleri devletin kendi kanatları altına almasından yanadır.

Kentli Türk milliyetçisi spekülatörlerin, bankerlerin, borsa simsarlarının, tefecilerin, velhâsıl hiçbir emek sarf etmeksizin oturduğu yerden başkalarının harcadığı enerji üzerinden servetlerine servet katanların diktasından yaka silkiyor.

Öte yandan üretime, meşru emeğe ve dayanışmaya endekslenen bir kalkınma modelinin tasarımını yöneticilerden açıkça diliyor.

Son olarak kentli Türk milliyetçisi bağımsız, özgür ve egemen bir Türkiye hedefine kilitlenmiştir.

Devletin iç ve dış tehditlere, terör yapılanmalarına ve bozgunculara karşı belli ölçülerde otoriteryen tedbirlere başvurabileceğini kabullenmekle birlikte, kişinin bireysel hak ve özgürlüklerine nispetle alabildiğine serbestî bir çizgiyi özümsemesini ister. 

Örneğin olabildiğince özgür bir internet, olabildiğince sansürsüz bir basın, olabildiğince bağımsız (hem hükûmetin ablukasından hem de dış etkilerden arındırılmış olarak “bağımsız”) STK’lar ister.

Bilhassa yönetime iştirak etmek, memleket meselelerinde söz sahibi olmak ve siyaseti yönlendirmek ister.

Hülâsa; kentli Türk milliyetçiler kimlik-sosyal adalet-özgür ulus üçgeninin tam orta yerinde, merkezinde, kalbinde yer alıyorlar.

Peki ama bugün itibariyle kentli Türk milliyetçisinin siyasî plandaki temsilcisi kimdir?

Veya kim böylesi bir temsil kabiliyetini kendinde görmektedir?

Sinan Baykent Siyaset Bilimci 

Editör: TE Bilisim