Türkiye göç üzerinden çok büyük bir tehdit ile karşı karşıya. Tehdidin büyüklüğünü görebilmek için göç mekanizmasının yeni dünya düzenini kurmak için nasıl kullanıldığını anlamamız gerekiyor.


Dünyada düzensiz göç her geçen gün artıyor

Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği raporlarına göre, dünya nüfusunun %3,6’sı göçmen durumunda. Uluslararası göçmen sayısındaki artış, son yirmi yılda katlanarak attı. 2000 yılında dünyada 173 milyon göçmen varken bu rakam 2020 yılında 281 milyonu buldu. Geçtiğimiz yıl 11 milyon 200 bin kişi ülkesini terk etmek zorunda kaldı.

İsrail-İran geriliminde Cihat Yaycı'dan çarpıcı yorum: Bu bir cambaza bak savaşıdır' diyerek Türkiye'yi uyardı İsrail-İran geriliminde Cihat Yaycı'dan çarpıcı yorum: Bu bir cambaza bak savaşıdır' diyerek Türkiye'yi uyardı

Dünya Bankası’nın tahminlerine göre 2050 yılına kadar Latin Amerika, Sahra Altı Afrika ve Güneydoğu Asya’dan iklim değişikliği sebebiyle göç edenlerin sayısı 143 milyonu bulacak. Çevre Adaleti Vakfı (The Environmental Justice Foundation) ise 2050 yılına kadar yine iklim değişikliği sebebiyle dünya nüfusunun %10’unun ülkesini terk etmek zorunda kalacağını iddia ediyor. Bu rakamlar, göçü kabul edecek ülkelerin demografik yapısını kökünden değiştirecek. Demografik yapının değişmesi, beraberinde çok büyük sorunlar getirerek yeni çatışmalara yol açacak. Hedeflenen de bu galiba.

Türkiye nasıl hedefe koyuldu?

Türkiye olarak daha küresel ısınma ve iklim değişikliği sebebiyle göç almadık diyebiliriz. Ancak 2000’li yılların başından beri kontrolsüz göçün hedef aldığı en önemli ülke haline geldik. Neden Türkiye hedefte ve nasıl hedefe koyuldu?  Bu sorunun cevabını bulmamız gerekiyor.

İnsanları kurulu düzeni bırakıp ülkelerini terk etmeye zorlayan en önemli etken iç savaştır. İç savaş, zulüm, işkence, siyasi baskı, insan hakları ihlalleri, açlık ve işsizlik gibi yarattığı korkunç etkilerle insanları göçe zorlar.

Türkiye’nin en çok göç aldığı ülkelere bakalım. Birinci sırada 3,6 milyon sığınmacı ile Suriye geliyor. İkinci sırada 170 bin ile Afganlar var. 142 bin sığınmacı ile üçüncü sırayı Iraklılar alıyor.



Halep kentinden Suriyeli sığınmacı bir aile yağmurlu bir günde Üsküdar, İstanbul’da görülürken, 08 Mart 2014. Kaynak: Bülent Kılıç/Getty Images

Göç İdaresi Genel Müdürü Dr. Savaş Ünlü’nün beyanına göre, Türkiye’de 196 farklı ülkeden yaklaşık 5,5 milyon sığınmacı/mülteci var. Kayıt dışı ile toplam rakamın 7 milyonu bulduğunu iddia eden güvenilir kaynaklar görüyoruz.

En çok sığınmacı aldığımız üç ülkenin ortak bir özelliği var: Hepsi de iç savaş yaşayan ülkeler. Peki, bu saydığımız ülkelerde iç savaş tesadüfen mi çıktı? Analizin püf noktası burada yatıyor.

ABD, 2001 yılında Afganistan’ı, 2003 yılında da Irak’ı işgal etmiş, 2004 yılında da Türk kamuoyu Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile ilk defa tanışmıştı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da bu projenin eş başkanı olduğunu ilan etmişti. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice, Washington Post gazetesinde yazdığı makalesinde, BOP projesi ile hedefe koydukları 22 ülkeye demokrasi getireceklerini iddia ediyordu. Hatta bazı ülkelerin sınırları da değişecekti. Proje, demokrasi ve özgürlük söylemleriyle süslenmişti ama asıl amaç hedef ülkeleri istikrarsızlaştırmaktı. Mesela, Irak’a demokrasi getirmek için Saddam Hüseyin’in devrilmesi gerekiyordu, bu ise iç savaş demekti ve öyle de oldu. Arkasından BOP’un devamı olan Arap Baharı başladı ve Tunus’ta çıkan demokrasi rüzgârı çok geçmeden Suriye’ye geldi. Esad’ı devirme çabaları iç savaş ile sonuçlandı ve şu an yaşadığımız göç sorunu ile böylece tanışmış olduk.

İşin ilginç yanı, BOP projesiyle eş zamanlı olarak dünyaya mayın temizleme işini dayatmışlardı. Bütün ülkeler sınırlarını koruyan mayınları temizlemekle mükellefti. Türkiye’de bu kapsamda 25 Eylül 2003’de Ottowa sözleşmesine katıldı. Peyderpey Suriye, Irak ve İran sınırımızdaki mayınları temizledik. Mültecilerin sınırlarımızı kolayca geçmesi için gerekli hazırlıkları yaptığımızı anlayamamıştık bile.

Vatansız Para (küresel sermaye)’nın en önemli istihbarat kuruluşu STRATFOR’un kurucu başkanı George Friedman, Gelecek Yüzyıl (The Next 100 Years) isimli kitabında, Afganistan ve Irak operasyonlarını kastederek; “ABD’nin bir savaşı tamamen kazanmak gibi bir hedefi de yoktur. Vietnam ve Kore örneklerinde olduğu gibi ABD’nin amacı basitçe, bir gücü engellemek veya bir bölgeyi istikrarsızlaştırmaktır; her zaman için bir düzen getirmek ana hedef değildir” demektedir.

Amerikan askerleri ve bürokratları, Afganistan ve Irak gibi ülkelere operasyon yaparlarken gerçekten de bu ülkelere demokrasi ve özgürlük getireceklerini zannetmiş olabilirler. Ama Vatansız Para’nın asıl niyeti hedef ülkeleri istikrarsızlaştırmaktı. Bu planın temelde iki amacı vardı: 1) İstikrarsızlaşan ülkenin yer altı ve yer üstü zenginliklerine ucuza çökmek, 2) Göç hareketlerini tetiklemek.

İç savaşın göçü tetikleyen en önemli unsur olduğunu daha önce yazmıştık. Vatansız Para, iç savaş çıkacak ortamı hazırlayarak göçü bilerek ve isteyerek tetiklemekteydi.

Yeni proje ulus-devletleri yıkmak

Vatansız Para’nın nihai hedefi, bu yüzyılda ulus devletleri yıkmaktır. İmparatorlukları yıkıp ulus devletleri kuran da onlardı. 1’inci Dünya Savaşı bu planın bir parçasıydı. Yeni planda ülkelerin daha da küçülmesi ve hatta şehir devletleri kurulması var. Büyük devletlerden, cumhurbaşkanlarından, başbakanlardan ve meclislerden kurtulmayı planlıyorlar. Şimdi bu konuyu Afganistan örneğinden hareketle anlatmaya çalışalım.


Kaynak: History

ABD, 11 Eylül olaylarını bahane ederek 2001 yılında Afganistan’a yerleşmişti. Bu hamle ile Washington’un Çin ve Rusya’ya yakın bir noktaya yerleştiği, olası bir savaşta Afganistan’daki üslerden bu ülkelere operasyon yapma imkânı elde ettiği düşünülebilir.  Çok zayıf bir Rusya ve Çin için bu denklem doğru olabilirdi ama son 20 yılda Çin ve Rusya askeri kapasitelerini çok ciddi oranda geliştirdiler. Artık bu denklem mümkün değil. Denize çıkışı olmayan Afganistan, ABD’nin Çin ve/veya Rusya ile girişeceği olası bir savaşta üs olarak kullanılamaz. Havadan yapılacak sınırlı ikmal ile ABD hava kuvvetlerinin ciddi bir savaşta Afganistan’da tutunma ihtimali sıfırdır. Washington’un kurmayları bu askeri gerçeği biliyordur. Yani Washington açısında askeri anlamda Afganistan’da bulunmanın bir anlamı kalmamıştır. O zaman bu ülkeden çekilirken yaratılacak boşluğun değerlendirilmesi gerekiyordu.

Amerikan İstihbarat Teşkilatı tarafından Kongre için hazırlanan bir raporda, Afganistan Ulusal Ordusu’nun savunma kapasitesinin Taliban saldırıları karşısında yetersiz kalacağı ve 6 ay içinde çökeceği söyleniyor. Amerikalı analistler de aynı görüşü destekliyorlar. Onlara göre, Amerikan kuvvetlerinin çekilmesiyle Afganistan’da güç dengesi tamamen Taliban lehine değişecek, Taliban kuvvetleri merkezi hükümetin güvenlik güçlerini ezerek Kabil’e girecek, Taliban’ın kuracağı çağ dışı rejim, büyük bir insanlık faciasının yaşanmasına neden olacak.[1] Peki, nedir bu yaşanacak büyük insanlık faciası? Çok açık; yaşanacak iç savaş sonrasında milyonlarca insanın göçe zorlanması.

Ekonomik açıdan her ülkeyi yutma kapasitesi olan Çin’e sorunsuz bir Afganistan bırakılamazdı.

ABD Dışişleri Bakanlığı, 02 Ağustos’ta yaptığı açıklama ile ABD bağlantıları nedeniyle Taliban şiddetine maruz kalabilecek bazı Afganların “Öncelikli-2” ismini verdikleri bir mülteci programı ile ABD’ye yerleştirileceklerini açıkladı. Daha önceden de Amerikan ordusuna hizmet eden Afganlara yönelik Özel Göçmen Vize Programı ile 73 bin civarında Afgan’a ABD’de oturma izni verilmişti.


Kaynak: Youtube

Böylece ABD, Afganistan’dan çekilmek üzereyken yeni bir mülteci programı açıklayarak, ABD’ye mülteci olarak kabul edilebileceklerin kapsamını genişletti. Artık ABD tarafından finanse edilen projelerde çalışanlar, ABD merkezli sivil toplum kuruluşları ve medya kuruluşlarında görev yapanlar da mülteci olmak için başvurabilecekler. Hatta ABD Dışişleri Bakanı Antony J. Blinken, gelecekte kapsamın daha da genişletileceğini Özel Göçmen Vize Programı ve Öncelikli-2 programı çerçevesinde ABD’ye mülteci olarak gitmeye hak kazanamayan ama zulüm ve şiddetten korkan diğer Afganların da mülteci olma haklarından yararlanabileceklerini söyledi.

Fakat Afganların ABD’ye mülteci olarak başvurabilmeleri için öncelikle yapmaları gereken ilk şey, kendi imkânlarıyla ülkeyi terk edip, başka bir ülkede 12 ila 14 ay sürecek başvuru sırasını beklemek. Bu arada şunun altını çizelim. Bu 12-14 ay sadece başvuruyu beklemek için gereken süre, başvurunun cevabının ne zaman geleceği, olumlu mu olumsuz mu olacağı da belli değil.

Bu arada ABD’li Bakan, uygun şartları sağlayan Afganların hızla güvenli ülkelere giderek orada mülteci işlemlerinin gerçekleşmesini beklemeleri için üçüncü ülkelerle anlaşma sağlamaya çalıştıkların söylüyor.[2] Yani Türkiye gibi ülkelere, bu mülteciler biz durumlarını değerlendirene kadar siz de kalsın diyorlar. ABD Dışişleri Sözcüsü ise potansiyel çıkış dalgasına hazırlıklı olunması gerektiğini, Pakistan sınırının açık olmasının önemini vurguluyor ve mültecilere kuzeye yani Tacikistan ve Özbekistan’a gidebilecekleri veya İran üzerinden Türkiye’ye geçmeleri tavsiyesinde bulunuyor.[3]

ABD’nin yapmak istediklerini daha açık yazacak olursak: 1) Afganistan’dan çekilerek iç savaşı tetikliyor, 2) Kendi ülkesine götürmeyi planladığı mülteci kapsamını genişleterek hem daha çok insanın göçe heveslenmesini sağlıyor hem de Taliban’a “aslında bu gruplar da işbirlikçi haindi” mesajı vererek hedef kitleyi büyüterek göç potansiyelini daha da artırıyor. 3) Göçü Türkiye, Özbekistan ve Tacikistan’a yönlendirerek gelecekte istikrarsızlaştırılacak ülkelere sorun ihraç ediyor. Bu çıkarımı rahatlıkla yapabiliriz. Çünkü yukarıda Amerikan İstihbarat Kuruluşlarının raporlarından bahsetmiştik, bunların olacağını bile bile Vatansız Para’nın kuklası Biden bu kararı alıyorsa demek ki küresel sermaye bu yönde bir gelişmeyi istemektedir.

Bir ülkeden göçün ana sebebinin iç savaş olduğunu yukarıda yazmıştık. Ülkedeki iç savaşın ana sebebi ise homojen olmayan demografik yapıdır. Ulus-devlet olmayı başaramayan Irak, Suriye ve Libya gibi ülkeler bu sebepten iç savaş yaşadılar. Vatansız Para’nın 2050 yılına kadar olmasını öngördüğü kitlesel göçlerde birçok devletin demografik yapısı kökünden değişecek. Değişen demografik yapı, otomatikman yeni çatışmalar doğurarak domino etkisiyle yeni göç dalgaları yaratacak. Bu göç dalgalarında birçok ulus-devlet yıkılacak. Demografik yapıya göre oluşmuş daha küçük devletler hatta şehir devletleri türeyecek. Mesela Suriye şimdiden küçüldü. Bu süreçte dış çemberi oluşturan ülkelerden iç çembere doğru vasıfsız insanların oluşturduğu bir göç hareketi yaşanırken, aynı istikamette çok daha hızlı bir göç hareketi, beyin göçü şeklinde dış çemberden merkeze doğru yönelecek. Göç alan ülke aynı zamanda göç verir, gelenler vasıfsız, gidenler vasıflı olur. Örneğin Türkiye, Afganistan, Somali ve Suudi Arabistan gibi ülkelerden göç alırken kendi yetişmiş insanının Avrupa ve Amerika’ya göç etmesini durduramayacak. Yaşanan bu beyin göçü, ulus-devletlerin daha hızlı çözülmesini sağlayarak planlanan şehir devletlere geçiş sürecini hızlandıracak.

Vatansız Para, geçmişte imparatorlukları milliyetçilik akımları ile yıkarak ulus-devletlerden oluşan bir dünyayı yaratmayı başarmıştı. Bu seferki plan şehir devletlerinden oluşan bir dünya yaratmak. Fakat bu dünyada herkese özgürlük görülmüyor. Blok zincir teknolojisi ile bağlanan insanlar, özgürce hareket edemeyecekler. Giderek yalnızlaşan insan, sermaye ile tek başına karşı karşıya kalarak köleleşecek.

Ümmetçi zihniyet bu tuzağa düşmeye çok müsait

İmparatorlukları yıkma süreci 1848’de tüm Avrupa’da yaşanan devrim hareketleri (Avrupa Baharı) ile başlamış ve 1. Dünya Savaşı ile son bulmuştu. Yaklaşık 70 yıl süren bu dönemin ilk ve en acılı kurbanı Osmanlı İmparatorluğu olmuştu. Bunun sebebi, Osmanlının “Kaht-ı rical” olarak adlandırdığı, devlet adamı kıtlığı anlamına gelen büyük bir sorun yaşamasıydı. Bugün de planlanan yeni operasyonun ilk ve en acılı kurbanlarından birisinin Türkiye olacağı gözüküyor. Çünkü maalesef yine devlet adamı kıtlığı çekiyoruz.

Kaynak: Middle East Institute

Haluk Dural / Milli Merkez Genel Sekreteri 

Editör: TE Bilisim