Suriyeli ve İranlıların nasıl üniversite hocası yapıldığı ortaya çıktı Suriyeli ve İranlıların nasıl üniversite hocası yapıldığı ortaya çıktı
San Diego Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Kuru, Türkiye’de son 10 yılda iki büyük değişim olduğunu belirtti. Milli Görüş geleneğinden gelen AK Parti’nin pasif laikliği benimsediğini ifade eden Kuru, Türkiye’nin Fransız tipi dışlayıcı laiklikten Amerikan tipi pasif laikliğe doğru seyahate çıktığını söyledi.

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV) Ankara Temsilciliği'nin organize ettiği 13. Akademik Düşünce Toplantısı'nda konuşan Doç. Dr. Ahmet Kuru, iki farklı laiklik anlayışının olduğunu dile getirdi. Kuru şöyle devam etti: “Birincisi dışlayıcı laiklik. Meksika’da başlamış, Fransa’da en kâmil halini almış, Türkiye ve Tunus gibi Müslüman çoğunluğa sahip bazı ülkelerde bir dönem etkili olmuş. ‘Din bir vicdan işidir’ şeklinde formülize edilen yaklaşıma ulaşılması adına takip edilen politikaların arkasındaki temel, ideolojik güçtür. Türkiye’de de hâkim laikliği savunan anlayışın uzun yıllar benimsediği laiklik bu dışlayıcı laikliktir. 1990'larda Anayasa Mahkemesi'nin yaptığı bir atıf vardır: Laiklik 'din ve devlet işlerinin değil', 'din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması'dır. Bu dünya işlerine giyim, kuşam, sosyal hayat, aile ilişkileri dâhildir.”

Başka bir laiklik anlayışının da olduğunu dile getiren Kuru, “Bu da devletin pasif bir tavır içinde olması, nötr olması, yaşam tarzları, dini kuşam ve diskurlara karşı belli bir mesafede kalmayı en azından söylem bazında çaba gösterip pratikte de bunu uygulamaya dökmesi anlamındaki laikliktir. Burada pasif olan devlettir. Bu, Amerika’da belli bir noktada kendini göstermiş, bunun yanı sıra Hollanda, İngiltere gibi ülkelerde hâkim olan laiklik anlayışı bu şekildedir." değerlendirmesini yaptı.

Türkiye’nin hala pasif laikliği benimsediğini söylemenin zor olduğunun altını çizen Kuru, “Çünkü hala problemler var. Mesela halâ başörtüsü yasağı belirli yerlerde fiilen kalkmış olsa bile hukuken tam olarak yerleşmiş değil.” şeklinde konuştu.

CEMEVLERİNİN İBADETHANE OLUP OLMAYACAĞINA DEVLET KARAR VEREMEZ

Neyin ibadethane olup olmayacağına insanların karar verebileceğini söyleyen Kuru sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Ben devletin cemevlerinin ibadethane olup olmaması noktasında herhangi bir fikir beyan edemeyeceğini, bu konuda Yargıtay, hükümet veya Meclis'in bir fikir beyan edemeyeceğini iddia ediyorum. Neyin ibadethane olup olmadığına insanlar karar verir, devlet buna karışamaz. Benim düşüncem cemevleri camiye rakip görülmesin, onun yerine Mevlevilerin de tekke zaviyesi var, Kadiriler var, Nakşiler var, Alevilerin de cemevi var dense karşılıklı bir hoşgörü olabilir."

Din derslerinin zorunlu olması durumunda kültürlerin tamamını kapsayıcı olması gerektiğini ifade eden Kuru, hususi olması halinde hadis, siyer gibi seçmeli olmasının doğru olacağını ifade etti. Diyanet İşleri'nin halihazırdaki şekliyle devlete bağlı olduğuna değinen Kuru, “Diyanet konusunda kanaatim, yönetim ve bütçenin özerkleştirilmesi. Yani tamamen din düşmanı bir yönetim gelse din düşmanı birini atayabilir.” şeklinde konuştu.

GÜÇ YOZLAŞTIRIR, AŞIRI GÜÇ AŞIRI YOZLAŞTIRIR

Yönetim şekliyle alakalı görüşlerine yer veren Kuru, başkanlık sistemiyle alakalı önemli olan durumun kuvvetler ayrılığı ve denge olduğunu söyledi. Mevcut sistemde de başbakanın çok güçlü bir yer tuttuğunu başkanlığa geçildiğinde de mutlaka dengenin gözetilmesi gerektiğini ifade ederek sözlerini şöyle tamamladı: “Yoksa İngiliz Lord Acton’un dediği gibi güç yozlaştırır, aşırı güç aşırı yozlaştırır. Hiçbir şahıs ya da gruba aşırı güç vermememiz lazım, çünkü yozlaşacaktır.”

TÜRKİYE ARAP ÜLKELERİNE MODEL OLABİLİR

Türkiye’nin Arap ülkelerine model olamayacağı, kendine münhasır bir devlet olduğu tezine katılmadığını söyleyen Kuru, her ülkenin kendine has bir yapıya sahip olduğunu ve model almanın birebir kopya etmek anlamına gelmediğini belirtti.
Türk modelinin İran modelinin karşısında yer aldığını ifade eden Kuru, şu anda Mısır’ın İran modeline daha yakın durduğunu, Fas ve Tunus’un ise Türkiye modelini daha fazla benimsediğini dile getirdi. Türk modelinde tabandan tavana yönelen bir durum söz konusuyken, İran modelinde tavandan tabana bir yaptırım olduğuna değinen Kuru sözlerini şu şekilde tamamladı: “Bayrağa Allah’ın adını yazdığınız zaman Allah’ı yüceltmiş olmazsınız, devleti kutsamış olursunuz. Bir cumhuriyetin adına İslamiyet dediğinizde İslam’ı yüceltmiş olmuyorsunuz, o cumhuriyeti dokunulmaz kılmış oluyorsunuz. Ondan sonra bayrağında Allahu Ekber yazan devleti tenkit etmek, onun yanlışlarını masaya yatırmak çok büyük problem haline geliyor ve muhalifseniz artık dinsiz gibi görülmeye başlıyorsunuz. Türkiye’de genel anlayış dindar da olsa, AK Parti de olsa, Gülen Hareketi de olsa İslami devlet, İslamcı devlet anlayışına belli bir tenkitleri var. Bu tenkitlerin temel nedeni bu meselenin, Müslümanca siyasete katkı yapmanın illa böyle bayrakla, anayasayla, isimle şekille olmadığı, özle alakalı olduğu, pratikle alakalı olduğu, tepeden inme değil aşağıdan insanların belirli ahlaki değerler, belirli fazilet duyguları, belirli idealler uğruna siyasete katkı yapacakları, bir Müslüman olarak milletvekili olabilecekleri bir sistem şeklinde. Türk modelinden kastımız bu. Müslümanca politika ama devletin İslamileştirilmesine hayır.”

Editör: TE Bilisim