Dedem önce doğu daha sonra İstiklal harbi gazisi 1 metre kare toprak tapusu olmadan Kabaköy’de öldü.

Oralarda doğan son göç kuşağı bizler ise evlatlarımıza taşları sevdirme derdine düştük ama sıla hasretimizi sanki bize para ile satıyorlar.

Ev yapacağız diye deveye hendek atlatır gibi adeta gelmeyin dercesine itilip kakılıyoruz.

Dere kenarları ıslah edilme gerekçesi ile beton duvarlarla örülüyor. Su ile bahçeler bağlar arasına sebze meyve tarımının son infazını yapan, adeta yeni ‘Berlin Duvarı’ örüldü.

Zümrüt vadi baştan sona sanki ‘Kerbela’ oldu.

Suyu yol çalışması ve dere ıslahından dolayı arkından kesenler vadideki yeşil dokuyu hozana çevirdiler.

Suyu arklara bağlamak için çalmadık kapı bırakmadık. “Taşların üstüne ev yapalım yeşillendirelim taşlara dün olduğu gibi yeniden hayat verelim tekrar sırtımızda su taş toprak taşıyalım” diyoruz.

Bize adeta Trakya ovasında yer satıyor gibi fahiş fiyat çekilip bürokrasiye boğuluyoruz.

Formalite duvarları aşılamıyor! Hemen ceza tehdidi…

O taşlar özellikle köylerde ev yapana bedava verilmeli yoksa ikinci göç Allah korusun köyleri viraneye çevirir.

Ulaştığımız birçok yetkili bize Aspirin tedavisi yapıyor!

Masaya koltuğa sahip olan istisnalar hariç afra tafra sözde ‘Doğrucu Davut” kesiliyor!

Yasa kanun nizam sanki mahkeme karakol kapısı tanımayanlara terbiye sopası olarak hatırlatılıyor.

Kabaköy mezra sırtlarındaki buğday ektiğimiz onlarca dönüm tarlalarımız ormana çevrildi.

İsrail-İran geriliminde Cihat Yaycı'dan çarpıcı yorum: Bu bir cambaza bak savaşıdır' diyerek Türkiye'yi uyardı İsrail-İran geriliminde Cihat Yaycı'dan çarpıcı yorum: Bu bir cambaza bak savaşıdır' diyerek Türkiye'yi uyardı

Zilyetlik defterimiz dürüldü, devlete kaldı. Kadostra geçerken bu uygulama olmasa o tarlaların tapusu alınacaktı.

Yerimizi ekmek tarlamızı elimizden alınırken sormayanlar bir kaç metre kaya üstüne ev değil hasrethane yapma, çocuklarımıza o hayatı hatırlatma, sahne yapma isteği jakoben horlama aşağılama tavrına dönüşüyor.

Bağı bostanı virane ederken feryadımıza kulak tıkayan muhatap bulamazken taş üstüne taş koyana sanki Trakya ovasındaki tarlalar veriliyor gibi Gaf Dağı’ndan kar bağışlanır gibi afra tafra duyuyoruz.

“Oralar hasret diyarımız emaneti yeni kuşaklara devredecek hatıralar oluşturalım” diyoruz.

Niye geldiniz dercesine tahrik ediliyoruz.

Acı gerçek buralarda bizden başka kim yaşar?

Senenin tamamı gurbette inşaat ve kalaycılık vb. zor işlerde ekmek parası uğraşı ile geçen insanlar yine kısıtlıda olsa tarım yapıyordu.

Samana, ota, buğdaya, tereyağına vb. para vererek eti ya Kurban Bayramından, Kurban Bayramına ya da mundar olmasın diye hastalıklı ya da kaza geçirip ölmek üzere olup kesilen hayvanın etinden tadıyorduk.

Uzun bir süre burada atalarının kabir nöbetini tutarak hatıralarına bekçilik yapıyorduk.

Bu nereye kadar sürdü?

İşte göçler kaçınılmaz oldu.

Bu Avrupa kapılarına dayandı.

Babam yıllarca Almanya’dan ot, saman, buğday vb. evin tarımsal ürün parası dahil her ihtiyacı karşıladı.

Yıllarca üniversite öğrencisiyken bile dağların sırtlarından buğday taşır harmanda buğday harmanı yapardık.

Bunlar ne saman ne ot ihtiyacını karşılamazdı…

Köye cenaze getiriyoruz, yatacak ev yok cenazeleri bilerek isteyerek köyler ile duygusal köprü olur diye Almanya’dan ülkenin her yerinden binlerce km yol katederek hasret diyarımıza defnediyoruz.

Evini tamir edene, yeni ev yapana, ev yeri olmayana bu imkanın karşılıksız verilmesi sosyal devlet olmanın gereği değil mi?!

Köyde üretim yapmak hem sağlık hem üretime katkı için şarttır.

Ev yapan etrafını yeşillendirerek kırda hayat belirtisi sürmeli, dereler, bağlar, bostanlar virane oldu.

Gelmek isteyen kimse, önü açılmalı.

Yaylalar boşaldı sadece Trabzon il sınırları civarında canlılık var. İçerisi için cazibe oluşturulmalı zira insanların “köyüme giderim” hayal kırıklığına dönmemeli.

Seçimlerdeki sanal suni seçmen hareketi yerini daha gerçekçi nüfus değişikliğine terk etmeli.

Çocuklarımız “baba boş ver bırak köyün yakasını” diyorlar.

Biz ısrarla köy diyoruz. Bizi mahcup etmeyin lütfen Trakya’da tarla değil Gümüşhane’de taşta hozanda ev yeri istiyoruz.

Zira her türlü üretim kalkınma için istihdamdan önce kalıcı iskan şarttır.

Bu sağlanmazsa inşaatta, tarımda, fabrikada, madende çalıştıracak insan bulamayız.

Yabancı kaçak işçi istilasına uğrarız.

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” devlet dayatma yapmaz gücünü baba şefkati gibi kullanır.

Bizim binlerce yıllık devlet anlayışımız budur!

İstanbul’da çeyrek asra varan Gümüşhane STK misyonunu ibadet aşkı ile yerine getirdik.

1980’li yıllardan iki binlere kadar ili sevdirdik, hasret diyarımıza dönüşü teşvik ettik.

Şehirlerin kalabalıklarında yalnız insanlara hasret hemşehri dost sesi olduk.

Bu tüm ulusal kanallarda haber oldu. Bu çaba birçok ilde Gümüşhane tanıtım ödülüne dönüştü ama hiç siyasetin arka bahçesi STK’lara çanak tutmadık.

Çünkü biz hemşehrilerimizi ülkemin insanlarını ayırımsız seviyor, baş tacı ediyoruz.

Bu satırları güne not düşme adına yazıyoruz. Söz uçar yazı kalır…

Editör: TE Bilisim