20 Ocak Bakü Katliamı olarak bilinen bu elim hadiseler, aynı zamanda Azerbaycan’da Kara Ocak (Qara Yanvar) olarak anılmaktadır. Katliamdan sonra, Azerbaycan sokaklarındaki kanların üzerine karanfil atılması sonucu katliam karanfille özdeşleşmiş ve 19 Ocak’ı 20 Ocak’a bağlayan gece karanfilin ağladığı gece olarak anılmaya başlanmıştır.
Olayların altındaki asıl amaç, Azerbaycan Türklerinin artan bağımsızlık taleplerinin ne şekilde olursa olsun bastırılması ve çözülme sürecine giren Sovyet yönetimini gittikçe agresifleşen tavrıyla bölgeyi Müslüman – Türk nüfustan bağımsız bir şekilde dizayn etme çabasıdır. Dolayısıyla yaşanan olaylar, sadece Azerbaycan Türkleri ile Ermenistan arasındaki gerginliklerin sert şekilde bastırılması değildir. Nitekim bölgeyi Azerbaycan Türklerinden temizlemek için geliştirilen politikalar devam etmiş, Dağlık Karabağ silahsız bir hale getirilmiş ve ilerleyen süreçlerde Ermeniler tarafından işgaline ortam hazırlanmıştır. Ayrıca Azerbaycan’da birçok vatandaşın maddi manevi büyük zararlara uğradığı bu katliam bir taraftan SSCB’nin bağımsızlık isteklerinin karşısında sertleşen politikalarının önemli bir örneğidir.
20 Ocak’a Giden Yol…
Sovyetler Birliği’nin başına Mihail Gorbaçov’un gelmesiyle “perestroyka” ve glastnost politikaları, 1975 senesinde kabul edilen Helsinki Nihai Senedi Sovyetler Birliği içerisindeki bağımsızlık hareketleri için bir başlangıç oluşturmuştur. Küresel atmosferin yanı sıra Azerbaycan’da Sovyetlerin Rus kültürüne empoze etmesine karşı ciddi bir itiraz oluşurken öte yandan da Karabağ konusunda Sovyet yöneticilerinin Ermenistan’a yakın politikaları tarihi Azerbaycan topraklarının işgalinin önünün aşılmasına vesile olmuştur. Bu süreçte önemli bir politbüro üyesi olan Haydar Aliyev’in istifası sonrası Ermenilerin Moskova’yı kendi çıkarları lehine daha fazla kullandığı bir dönemin kapılarını da aralamıştır. Aliyev’in siyasi etkinliğini kaybetmesi Azerbaycan’ı Moskova’da temsilsiz bırakırken getirirken Abel Aganbeyan isimli bir Ermeninin Gobaçov’un önde gelen danışmanlarından biri olmasıyla Ermenilerin etkisi artmıştır.[2] Azerbaycan Türklerinin Ermeniler tarafından birçok yerde katledilmesi ve ana vatanlarından göçmek zorunda bırakılması sonucunda yüzbinlerce Azerbaycan Türkü başkent Bakü’ye sığınmak mecburiyetinde kalmıştır. Sadece 1988-1989 yıllarında 216 Azerbaycan Türkü öldürülmüş, 49’u işkenceden kaçarken donarak ölmüş, 115’i canlı canlı yakılmış, 29’u kafaları otomobil altında ezilmiş, 16’sı kurşuna dizilmiş, 10’u kalp krizi geçirmiş, 3’ü suda boğulmuş, biri asılmış, 1’i intihar etmiş, biri elektrik verilmek suretiyle, ikisi elektrik verilerek, hastanede bakımsızlıktan veya başka nedenlerle öldürülmüştür.[3] Öte yandan Dağlık Karabağ’ın o dönemli yönetiminin Ermenilerden oluşturulması sosyal baskının yanında siyasi bir baskı unsuru olarak kullanılmıştır. Bunlara bir tepki olarak başını Azerbaycan Halk Cephesi’nin çektiği büyük bir protesto Bakü’deki Azadlık Meydanı’nda 17 Kasım 1988 tarihinde düzenlenmiş ve gösteriler Gence, Sumgayıt gibi diğer şehirlere de yayılmıştır. Ayrıca Ermenistan’a ambargo uygulanmasını sağlamak için Ermenistan’a giden demiryolunun kapatılması gibi faaliyetlerde bulunulmuştur. Bu dönem Halk Cephesi’nin ses getiren bir diğer eylemi ise İran sınırındaki tellerin yıkılmasıyla gerçekleştirilmiş, Kommersant’ın “diğer Berlin Duvarı” olarak tanımladığı Kafkasya’daki duvar yıkılmıştır. 20 Ocak, Azerbaycan’ın bağımsızlığının 1918’de ilan edilen Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nden sonra yeniden kazanılması için önemli bir dönüm noktası oluşturmuştur ve bu çerçevede Azerbaycan’ın Sovyet yönetiminden kopuşununun netlik kazandığını bizlere göstermektedir.
Türk Siyasetinin 20 Ocak Bakü Katliamı’na Bakışı
20 Ocak 1990 sürecinde Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın tavrı, birçok kesim tarafından sert şekilde eleştirmiştir. Azerbaycan’da yaşananları kast ederek “Azerbaycanlılar, Anadolu’daki Türk halklarından daha çok İran’daki Azerilere yakındır. Onlar Şii, biz Sünniyiz” sözleri Özal’ın olaylara mezhep üzerinden baktığını göstermesi nedeniyle sert şekilde eleştirilmiştir. Özal’a Azerbaycan Halk Cephesi Lideri Ebulfez Elçibey de “Sayın Cumhurbaşkanı yanılıyor. Biz Şii de olsak önce Türküz” diyerek cevap vermiştir. Hürriyet Haber Ajansı Erzurum Bürosu’na teleksle geçtiği notta şöyle demiştir; “Biz laik milletiz. Dinci değiliz, din ayrı millet ayrıdır. Şii olduk; ama biz Türküz. Bizim Türkiye’den beklentimiz, Ermeniler karşısında verdiğimiz haklı mücadelemizi desteklemesidir.”[4]
Özal’ın mezhep üzerinden Azerbaycan’a yaklaşımı mutlaka ki, kendi söylemleriyle birlikte değerlendirildiğinde de tutarsızlık sergilemektedir. Türkiye’nin 90’lı yıllarda Orta Asya cumhuriyetlerine yönelik politikalar oluşturulurken sıkça dile getirilen “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar Türk Dünyası” idealiyle de bağdaşmamaktadır. Mezhep üzerinden yapılan bir değerlendirmeyle, SSCB’nin tepkisini çekmemek adına dünyada tarihsel, dilsel ve kültürel anlamda en yakın ülke olan Azerbaycan, bu şekilde ötekileştirilmeye çalışılmış, Türkiye kendisini olayların dışında konumlandırmak istemiştir. İki kutuplu Soğuk Savaş döneminde, Batı ittifakında yer alan Türkiye Doğu Bloku’nun işlerine karışmamayı tercih ettiğini çeşitli vasıtalarla belirtmiştir.
Özal’ın açıklamaları ilk başta iki ülke kamuoyunda da tepkiler toplamış sonraki süreçlerde Turgut Özal, Azerbaycan’ın lehine açıklamalarda bulunarak süreci toparlama gayretinde bulunmuştur. Türkiye, Dağlık Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan’a diplomatik olarak her alanda destek veren ve bu konudaki tutumunu bozmayan bir ülke olmuştur. Namık Kemal Zeybek’in belirttiğine göre Özal kendisi daha sonraları kendisine bu konuyla ilgili "Ben o sözü boş bulunup söyledim. Karşımda Ermeni gazeteciler vardı. Bizim basında yer alacağını ve Azerbaycan'da duyulacağını düşünemedim[5] " demiştir.
Dönemin gazetelerine bakıldığında, Tan, Milliyet, Cumhuriyet, Günaydın, Milliyet gibi gazetelerin manşetlerine Azerbaycan’da yaşanan olaylar ve Türkiye’nin buna karşı olan tutumu konulu manşetlere rastlanmaktadır. 25 Ocak 1990 tarihli Günaydın gazetesinin ilk sayfasından “Ankara’da Azeri Sancısı” olarak verilen haberde “Türk dış politikasında olumlu bir değişiklik olmayacağı, Bakü bağımsızlık ilan etse bile Türkiye’nin Sovyetler Birliği’nde olumlu bir yaklaşım olmadığı sürece Azerbaycan’ı tanıma konusunda çekimser kalacağı belirtiliyor.”[6] ifadeleri yer almıştır. Sivil toplum kuruluşlarından gelen açıklamalar da dönemin Dışişleri Bakanlığı’nın ilgisini göstermesi bakımından açıklayıcıdır. Ankara’daki basın toplantısında Azerbaycan Kültür Derneği Başkanı Fevzi Aküzüm, kendilerine ulaşan bilgileri Dışişleri Bakanlığı’na ulaştırmak güçlük çektiklerini 20 Ocak’ın gece yarısından beri yetkili bir kişi bulamadıklarını söylemiştir.[7]
Özal’ın ABD’den mezhep üzerinden yaptığı açıklama sonucu ANAP’lılar yaptığı açıklamalarda tepkileri yumuşatmaya çalışmıştır. Öte yandan Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Kırşehir’de partisinin 71 il ve ilçe örgütü temsilcileri ile belediye başkanları ve MKYK üyelerinin katıldığı genişletilmiş istişare toplantısında “Azeri sorunu Türkiye’nin sorunudur. Türkiye tavrını açıkça ortaya koymalıdır” demiştir.[8] Yeşiller ve Islahatçı Demokrasi Partisi de yaşananları eleştirmiştir. Demokratik Sol Parti (DSP) Genel Başkanı Bülent Ecevit de desteğini İstanbul Azerbaycan Türkleri Dostluk ve Dayanışma Derneği’ni arayarak belirtmiştir.
Türk Toplumunun 20 Ocak’a Bakışı: Azerbaycan’a Destek Gösterileri
Siyasi bağlamdaki durağanlığın aksine, Azerbaycan’da yaşanan 20 Ocak Katliamı Türk toplumunu harekete geçirmiş ve birçok eylemin düzenlemesine zemin hazırlamıştır. Azerbaycan’a destek eylemleri, Doğu’dan Batı’ya Türkiye’nin birçok ilinde organize edilmiş, Sovyet rejimi bu insanlık dışı hadiselerden dolayı kınanmıştır.
İstanbul’da Sovyetler’in Azerbaycan’da yaptıklarını kınamak adına birçok gösteri yapılmıştır. Yaklaşık 10 bin kişilik grup, Taksim Meydanı’ndan Galatasaray’a yürüyerek Sovyetler Birliği’nin Azerbaycan’da gerçekleştirdiği askeri harekatı kınamıştır.[9] Yine benzer şekilde, Ankara’da ve İstanbul Bakırköy, Beyazıt gibi çeşitli yerlerde de gösteriler tertip edilmiştir. İstanbul’daki gösterileri tertip eden Milliyetçi Hareket Partisi Iğdır Milletvekili Sinan Oğan’ın ifadelerine göre, Ankara’da düzenlenecek 20 Ocak Katliamı’nın protesto mitingi öncesi Muammer Aksoy’un öldürülmesinin zamanlamasının son günlerin tabiriyle “manidar” olduğunu belirterek asıl büyük mitingin bu sebepten ötürü ertelendiğini belirtmiştir.
Azerbaycan Türklerinin yoğun olarak yaşadığı Kars’ta ve o zaman Kars’ın bir ilçesi olan Iğdır’da da 20 Ocak Bakü Katliamı protesto edilmiştir. Iğdır’da Sovyetlerin müdahalesi sonucu hayatını kaybeden Azerbaycan Türkleri için cenaze namazı kılınmıştır. Iğdır’da düzenlenen gösterilere yaklaşık 3 bin kişi katılmış, Iğdır’ın Aralık ilçesinde ise üç günlük yas ilan edilmiştir.
Değerlendirme
Azerbaycan tarihine bakıldığında Türk dünyası adına üzücü birçok katliamla karşılaşılmaktadır. Bunlardan başlıcaları; 31 Mart 1918, 20 Ocak 1990 ve 26 Şubat 1992 tarihleridir. 31 Mart 1918 tarihinde, Bakü’de Bolşevikler ve Taşnak taraftarlarınca Bakü’de 12 bin masum Türk katledilmiş, saldırılar daha sonra Lankeran, Guba, Şamahı, Gence gibi illere de yayılmış, Türklere yönelik işkenceler ve zulüm Eylül 1918’de Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslam Ordusu’nun Azerbaycan topraklarına girişine kadar devam etmiştir. 26 Şubat 1992’de Yukarı Karabağ bölgesinde 613 kişi işkenceler sonucu hayatını kaybetmiş, soykırımın müsebbipleri hala uluslararası yargı önüne çıkartılmamıştır. 20 Ocak 1990 ise Azerbaycan’ın bağımsızlığının temellerinin atıldığı bir tarih olmakla beraber, katliamda hayatlarını kaybedenler bağımsızlığın büyük mücadeleler sonucu kazanıldığının kanıtı olmuştur. Son yıllarda Hocalı Soykırımı ile ilgili farkındalık dünya çapında artmaktadır. 20 Ocak Katliamı ise maalesef Türkiye’de fazla bilinmemektedir. Buradan hareketle Türk dünyasına ilginin artırılması gerekmektedir.
Türkiye’nin birçok yerinden düzenlenen Azerbaycan’a destek mitinglerinde binlerce kişi bir araya gelmiş ve Ermeniler ile Sovyet yönetiminin ortaklaşa Azerbaycan Türklerine karşı giriştiği insanlık dışı katliamlar protesto edilmiştir. Buradan yola çıkılarak “iki devlet tek millet” düsturu SSCB rejimi söz konusuyken bile tezahür ettiği söylenebilir. Özal’ın “destek turu” olarak yorumlanabilecek Amerika Birleşik Devletleri ziyaretinde mezhep üzerinden yaptığı açıklamalar maalesef olumlu bir katkı yapmamıştır. Ne var ki, daha sonra Azerbaycan bağımsızlık ilanından sonra ilk olarak Türkiye tarafından tanınmış ve bu durum giderilmeyecek bir hasara yol açmamıştır.
İki kutuplu dünya düzeninin bitişi ve SSCB faktörünün ortadan kalkmasından sonra Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinde de bir rahatlama yaşanmıştır. Nitekim, Türkiye Azerbaycan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk devlet olmuş, ilişkiler her geçen daha da üst düzey seviyeye ulaşmıştır. Tüm bunların yanında belirtilmesi gereken en önemli husus şudur; Azerbaycan uzun bir dönem Sovyet işgalinde kalsa da Türkiye’den uzak kalmamıştır. Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkiler günümüzde siyaset üstü bir konuma ulaşmıştır. Sanılanın aksine, Azerbaycan ve Türkiye toplumu arasındaki dayanışma ve diyalog süreci dış faktörlere verilen tepkilere bağlı olarak değil, uzun yılların oluşturduğu kardeşlik zemininde yürümektedir. Bunun en net ispatlarından birisi de; 20 Ocak 1990’dan sonraki gösteriler olmuştur. Sosyal medya kanallarının ve teknolojinin bugünkü kadar gelişmediği de düşünüldüğünde 90’ların başında 70 yıl SSCB hakimiyeti altında kalan ve Türkiye ile iletişim imkanları sınırlı olan Azerbaycan için çeşitli provokasyonlara rağmen Türkiye’de büyük bir kitlenin hareket geçtiği görülmüştür.
Günümüzde, Azerbaycan’a destek gösterilerinin en büyüğü olarak 2012 yılında Taksim Meydanı’nda düzenlenen miting görülmüştür. Hocalı Soykırımı’nın 20. yıldönümü olan 26 Şubat 2012 tarihinde İstanbul Taksim Meydanı’nda bir milyona yakın Türk vatandaşı toplanmış ve Hocalı’da Ermeniler tarafından Azerbaycan Türklerine yapılan soykırım telin edilmiştir. Bu mitingde bu kadar büyük bir kalabalığın bir araya gelmesini, bazı kimseler aynı yıl Fransız meclisinde gündeme getirilen sözde Ermeni soykırımının inkarının reddinin cezalandırılmasına ilişkin yasa tasarısına tepki olarak yorumlasa da Türkiye’de, SSCB rejimi varken bile Azerbaycan’a duyarlılığın son derece yüksek olduğu bilinmektedir. Bunun en net kanıtı olarak da İstanbul’daki 20 Ocak Katliamı’nı protesto gösterileridir. Protestolar, Türkiye’de Azerbaycan’a karşı sempatinin uzun yıllardır devam eden Sovyet rejimine rağmen kaybolmadığını da gözler önüne sermiştir. Bu protestolar aynı zamanda Türkiye’deki Azerbaycan sevgisinin Sovyetlerin baskıcı rejiminin getirdiği ayrılığa rağmen tıpkı Azerbaycan’daki Türkiye sevgisi gibi bitmediği göstermiş ve bağımsızlık sonra Azerbaycan ile ilişkilerin çerçevesin belirlenirken “tek millet” faktörünün bir kenara koyulamayacağının da ipuçlarını vermiştir. Bakü’de 20 Ocak şehitlerinin kabirlerinin bulunduğu Şehidler Hiyabanı’nın hemen yanında 1918’deki Bakü’yü işgalden kurtaran Nuri Paşa Komutası’ndaki Kafkas İslam Ordusu için yapılmış Türk Şehitliği’nin bulunması iki ülkenin kardeşliğinin anıtlaşmış bir hali anlamına gelmekle birlikte tarihi birliktelik ve kardeşliğin sembolik olarak son derece önemli bir dışavurumudur.
***
TÜRKSAM olarak 20 Ocak Bakü Katliamı’nın 28. yıldönümünde bağımsızlık yolunda şehit olan Azerbaycan Türklerini rahmetle anıyoruz.
[1] Conflict In The Sovıet Union: Black January in Azerbaidzhan, Human Rights Watch, 1991, s. 35.
[2] Svante Cornell, Azerbaijan Since Independence, M.E. Sharpe, New York, 2011, s. 48.
[3] Kasım Hacıyev, Karabağ’ın Maddi ve Manevi Kültürü, Karabağ: Sorular ve Gerçekler, s. 57
[4] Hürriyet, 21 Ocak 1990.
[5] Namık Kemal Zeybek, Özal'dan Erdoğan'a, Radikal, 10 Kasım 2007.
[6] Günaydın, 25 Ocak 1990.
[7] Cumhuriyet, 21 Ocak 1990.
[8] Cumhuriyet, 21 Ocak 1990.