Gümüşhane ekibiyle 30 saat sonra gelen mutluluk Gümüşhane ekibiyle 30 saat sonra gelen mutluluk
 Daha önce ki makalelerimizde  “Millet nedir?” sorusuna dil, din, ırk, coğrafya gibi konularda cevap aramıştık. Zaten ülkemizde şimdiye kadar millet ile ilgili genellikle bu bahsettiğimiz konularda görüş belirtildi. Ancak, biz millet, milli bilinç ve milleti bir arada tutma açısından örnekleriyle; genellikle es geçilen “Ahlak” boyutu üzerinde durmak istiyoruz.

 

İnsanlar bir arada yaşamaya başladıkları andan itibaren ahlak kurallarını belirlemişlerdir. Toplum olarak yaşamaya başlamak toplum olarak bir yapıştırıcı faktöre ihtiyaç duyduğundan dolayı her toplum bazı kurallar belirlemiş, bu kurallar toplumların yaşam biçimini ve genel toplumsal düşüncesini de oluşturmuştur.

 

Tayland’da bir kız babası kızını “hayat kadını” olarak yetiştirmekten gurur duyabilir, bu yaklaşım toplumsal olarak bir övgü vesilesi de olabilir. Pigme kabilesi kabileye bir misafir geldiğinde köyün en güzel kadınını o gece misafire sunar ve eşi bundan kıvanç duyabilir. Ruslar erkek erkeğe öpüşebilir, hamam da çıplak dolaşabilirler, birbirlerini hiç tanımayan Ruslar yolda karşıdan gelen kişinin düşmek üzere olan burnunu ovalayabilir, çünkü soğukta yaşayanlar burunlarının düştüğünü anlamazlar, karşıdan gelen bunu fark eder.

 

Bu örnekleri verme gayemiz, toplumların oluşturdukları ahlak kurallarının geçirdikleri tecrübeler ve coğrafi şartlarla ilişkili olduğunu ve toplumların farklı tecrübeler yaşadıklarından dolayı farklı ahlaki ritüeller geliştirdiklerini ortaya sermek içindir.

 

Bu konuda en önemli hakikat ahlak kurallarının toplumdan topluma değiştiği olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hal böyle olunca millet olmanın en önemli ayracının toplumların kendi içlerinde geliştirdikleri ahlak kuralları olduğu su götürmez bir gerçektir.

 

Bir toplumun üyesi başka bir dili öğrenebilir, başka bir kültüre uyum sağlamaya çalışabilir, ancak doğuşundan itibaren benimsediği ahlaki yargılardan vazgeçmesi başka ahlaki yargıları benimsemesi hemen hemen mümkün değildir.

 

İyi ve kötü ahlaki yargılardır. Bir milletin iyi dediğine diğer millet kötü diyebilir, o halde milletler arasında ki en önemli ayraçlardan biri ahlaki yargılardır.

 

Biz Türkleri konuşulan diyalektik, soy veya mezhep ayıracak olsaydı, namus kavramı ortak paydamız olmazdı. Yerel farklılıklar olsa da bütün Türkler de namus kavramı olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu namus kavramı içinde edep kavramını da barındırıyor. Örneğin; Viyana’da Müslüman olmuş hamile bir bayan “karnını gösterip birazda eteklerini sıyırarak işte bir Müslüman daha geliyor” diyebildiği gibi, Araplar cami de yatmakta bir beis görmüyorlar. Fakat dindar olsun veya olmasın Türklerde bu örnekleri göremeyiz.

İşte ahlak değerlerinin farkı oluşuna güncel bir örnek; Türk ahlaki değerine göre kutsal emanetlerin isyancıların eline geçmemesi için emniyet altına alınması erdemli bir hareketken, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışışileri Bakanına göre hırsızlık olabiliyor. 

 

Demek oluyor ki; Milet olmanın önemli bir unsuru da ahlak kuralları ve ahlaki yargılarda ki birlikteliktir.

 

Bizim ahlaki yargılarımıza göre; hırsızlık, iftira, yalancılık, yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma, yüksek sesle konuşup karşısında ki insanları rahatsız etme “kötü” olarak nitelendirilen eylemlerdir. Bunları sehven veya dalgınlığına gelerek yapanlar, kendileri ahlaken kötü bir eylemde bulunduklarını bilirler, mahcup olurlar ve özür dilerler.

Ya bütün bunları yapıp ta; üzerine alınmayanlar, kaşar ile surat yarışına girenler, işte onlar bu milletin ahlaki yargısını kabul etmiyorlar demektir.

Bu sıralarda bir “milli-gayrimilli” yakıştırmasıdır, gidiyor.

Kendi milletinin veya içinde doğduğu milletin ahlaki yargılarını kabul etmeyenler milli olabilirler mi? 

Tecavüz vakalarını hasıraltı edenler milli olamazlar, milli ahlaki yargılarımıza göre ne olabileceklerse onu okuyucularımız iyi bilirler.


Halil KONUŞKAN



Editör: TE Bilisim