Acayip bir meslektir bizimkisi. Doktor hastalarıyla müşerref olur. Muhasebeci vergi mükellefleriyle... Öğretmen öğrencileriyle haşır neşir... Mimar, mühendis işi dışındakilere bakmaz... Halbuki avukatlık öyle mi?... Haklısı, haksızı, mağduru, akıllısı, hırsızı, delisi, dertlisi, kocasına kızan, karısını bıçaklayan, tüccarı, esnafı, satıcısı, pazarlamacı gelir de gelir!...İki kişinin nefes aldığı yerde üçüncüsü avukat olur...

Pazarlamacı derken mutlaka para karşılığında yapılan bir iş olduğu anlaşılmasın. Olmayan şeyin sahibi olduğunu zannederek; satmak,pazarlamak, umut tacirliği, hayal tüccarlığı yapmak gibi!... Hiç olmamış, esamesi bile okunmayan bir şeyi, halüsinasyon görmüş gibi, kafasında canlandırıp; kendisini büyük iş adamı, önemli adam yerine koymanın ve karşıdaki kişileri kendine bağlamanın değişik tür pazarlama yöntemlerinden birisi olduğunu acizane neden sonra biz fakir de öğrenmiş olduk!...

Varlık alemine kanatlandıran bir hayali, alıcısına ücretsiz sunmanın hukuken dolandırıcılık ya da sahtekarlık suçu oluşturmayacağı da açıktır. Maddi ve manevi unsur teşebbüsünün noksan olmasından, dolayı hukukun tasnif ettiği bilimum suç kategorileri içerisinde yer almaz!...

Adli vakıalık olayların içerisinde yer almayacağından; psikolojik ve klnik vakıaların konusunu oluşturan bir numune olarak düşünülebilir!...

İş bitirici büyük adam intibası yaratarak; hayali işten ve mirastan mal bağışlar gibi, iş yapan ve itibar kazanan hayal tüccarının kendisi mutlu olduğu gibi, atılan yemleri ufaktan büyüğe yemeye alışan '' kurbanlıklarda'' bir o kadar mesut ve mutlu olacağından,hukukçular istedikleri kadar bu tür olaylara suç unsuru arayıp dursunlar...

Bu işi hayali ihracatla karıştırmayın benzemez ona.Birinde ihracatı olmayan hayali malın bedeli ve kazancı vardır. Devleti kazıklamak, hırsızlık ve kul hakkı vardır!... Vakti zamanında, dönemin Başbakanı Sayın TANSU ÇİLLER Hanımefendiyi dolandıran SELÇUK PARSADAN olayındaki gibi...Yakın zamandaki hayali ihracat dolandırıcılarının davaları henüz derdest olduğundan, yargıya intikal etmiş ve görülmekte olan davalar üzerinde fikir beyan etmek hukuka aykırı olacaktır...

Burada ise; kazıklama,kaybetme, kazanma yok, sadece farazi hayal üzerine inşa edilmiş büyük projeler üzerinden '' ...mesela ya olsaydı !...'' cinsinden tatlı düşler vardır!... Şişeden cin çıkaran cambaz, kendince, ''...çevre,itibar,prestij...'' kazanırken; kurbanlık da tatlı tatlı düşler içerisinde toz pembe hayatın saltanatını sürme mutluluğuna erişmektedir!...Alan memnun satan memnun, en önemlisi karşılıklı memnuniyet. Bunların hepsi de mevcut zaten!....
* * * * *
Olsa olsa psikolojinin davranış ve ruh bozuklukları gibi marazi hastalık guruplarının içinde incelenmesi gerekir bu tipler... Melankolik, mani depressif, şizofreni, megalamonik, Psikonevroz gibi..

Ruh hastalığı denilen şey beynin bir takım fonksiyon bozuklukları olduğunu herkes bilir.Her ruhsal bozukluk akıl hastalığı değildir. Akıl hastalarının çoğunda,yakınları veya aileleri ile temas kurmada bir güçlük yani çevresi ile kontakt eksikliği mevcuttur...Halbuki bizimkinde ise tam tersi çevre ile ilişki kurmada kontakt fazlalığı mevcut!...

Psikonevrozlarda ise, bir takım ruhi çatışma ve komplekslere bağlı olarak, düşüncelerde bazı bozukluklar görülür fakat hastanın objektif davranışlarını ve ruhsal bütünlüğünü bozmaz. Bu bakımdan gündelik sosyal hayatla bağdaştırılabilen hastalıklar olarak da tarif edilebilir...

Eğitim Fakültesi Psikoloji Bölümünde hocalarımızın ısrarla şunun üzerine durduklarını hatırlar gibiyim.

'' Bir insanın başka bir insana evet veya hayır demesine yol açan sebepler nelerdir? Ve hangi tür teknikler bu etkilenmeleri en tesirli biçimde icra edebilir? Acaba neden belli bir şekilde ifade edilen talep ve istekler reddedilirken, aynı şeyleri farklı bir biçimde sunan ve istenen talepler reddedilmez ve kabul edilir?. Psikolojinin etki tekniklerini öğrenmeyen onların kurbanı olur!...'' Bunun cevabı ise insanların eğitim, sosyo kültür ve haleti ruhiyeleri ile ilgili.

Mesela: İnsanlar için büyük yalanlar, küçüklerinden her zaman için daha tehlikelidir. Adolf Hitler'in propaganda bakanı GOBBELS bu metodu II. Dünya savaşında yıllarca kitlelere karşı başarılı olarak uygulamıştır. '' Kurnazca ve devamlı propaganda ile insanları, cennetin cehennem; cehennemin de cennet olduğuna inandırmanın mümkün olduğunu...'' göstermiştir...

Çünkü büyük bir yalan, ufak bir yalandan daha etkili olur.Küçük işlerde herkes yalan söyleyebilir ama büyük yalan söylemekten insanlar utanır. Bu yüzden de bu derece büyük yalandan, karşıdaki ''AV'' hiç bir şüpheye düşmez ve bir insanın da bir gerçeği bu kadar saptıracak kadar ileriye gideceğine inanmazlar...Kısacası hayal ürünü YALAN NE KADAR BÜYÜK OLURSA, insanın da ona inanma ihtimali o derece artar!...

Geçmişten kalan bu bilgilerle kurban olduğumu düşünürken; sizlerin de '' ....yeter artık gir şu konuya da neyin ne olduğunu, kim ne almış, kim ne satmış anlayalım!....'' der gibi olduğunuzu hisseder gibiyim!...
- Haklısınız.Girelim artık konuya...
* * * * *
Efendim; bir Mayıs ayının sonlarında havaların iyice ısınmasının verdiği mahmurlukla, büromun kapısını kapatıp, ayaklarımı da koltuğa uzatıp şööyle bir kestirmenin hazırlığı içerisindeyken kapının zili uzun uzun çaldı...

Nasılsa iş yok güç yok, duvarlarda sayılacak sinek de kalmadı! Her gelen danışıp danışıp giderken, '' ...Allah sizden razı olsun avukat bey...'' demelerine alıştığımdan kapıyı açmadım...

Fakat bu seferki ısrarlı!.. Yol geçen hanına uğrar gibi uğrayanların çaldığı zil sesinden farklı bir tonda çalıyor zil...

Odayı ve üstümü başımı düzeltip açtım kapıyı...

-Avukat Bey tanıdınız mı beni?

-Gözüm bir yerden ısırıyor ama tam çıkaramadım!...
-Aşkolsun Faruk Bey!...Hani siz toplantıdaydınız; sonra sizinle tanıştık, el sıkıştık uzun uzun, sonra görüşelim dedik!...Yahu ben Hicabi!...HİCABİ YOKSATAR.

Hicabi o kadar samimi ve içten ki, tanıyamadım demek de ayıp olacak...Vay Hicabi Bey sen misin?....

Hicabi, Ümraniye'de beni tanıyanların çoğunun selamını ilettikten, işler güçler nasıl nakaratı da bittikten ve kahveler de içildikten sonra, büyük işin konuşma faslına geçmeye hazırlandı...

Dedim ya Hicabi çok içten cana yakın; güven verici, yalandan dolandan uzak, saf temiz görünümlü,kimseye zararı dokunmayan, eli açık, tok!...Bizimki aradan geçen yirmi dakika sonra, ''avukat bey'' lafını resmi bulduğundan olacak ki, ''avukatım'' diyerek söze başladı....

Avukatım hemen konuya girelim dedi kendileri!.. Ben de çok iyi olur girelim diyerek başladık ''İŞ '' konuşmasına...

-Faruk Bey seni uzun zamandır gıyabında tanıyorum...Arkadaşlara da sordum soruşturdum...

-Hayırdır Hicabi Bey...
-Hayır hayır!...Nesli tükenen adamlardansın sen yav..Tam benim arayıp da bulamadığım adamsın!...

Böyle uzun girişlerden sıkıldığım için, ciddileşerek artık konuya girsek dedim...

Keşke demez olaydım!... Etrafına şöyle bir bakınıp, sesini alçaltarak...
-Bak bu elimdeki işi ve bu işin avukatlığını yapmak için inan şart olsun! yüzlerce avukat sırada bekliyor ama hiç birisine yüz vermedim. Vermem de...Bu iş öyle çoluk çocuk işi değil, her babayiğidin harcı da hiç değil...

Mevzuyu anlamadım ama çok büyük bir iş olduğu belli. Keyiflenmeye başladım...O anlattıkça ben de açıklamalarımı ve şirket bilgilerimi gayet teknik biraz da anlaşılması güç üslüpla anlatmaya başladım... Ben mest oldukça o daha fazla coşmaya başladı!...

Dedim ya Hicabi samimi, adeta insan sarrafı!.. Yarım saat sonra, ''...Avukat Bey, Faruk Bey...'' de gitti. Samimi olduk ya!...

-Bak Faruk'cuğum seni sevdim.Anlatacaklarım yalnız ikimizin arasında kalacak, sizin camiada duyulursa beni kimse rahat bırakmaz...Bu çok büyük bir iş!!!.. Sen de kazanacaksın ben de anlatabildim mi?!..

- Anladım anlamasına da henüz işin ne olduğunu anlamadım...
-Acele etme. Hele bi dinle... Bizim birader falanca yerdeki askeriyeden! yüksek emekli komutan... Amerika'ya da gitti yolladılar.. Yukarıdakilerle arası çok iyi, çok da severler, bir dediği iki olmaz...

-Yukarıdakiler derken?...
-Canım anla işte iktidarda adamlarımız var!...

-İş görüşmeleri ve tüm bağlantılar hepsi tamam. Dünya Bankası bize, Düzce ve İzmit'de ilk etapta 5000 deprem konutu yapmamız için kredi verdi. Bankada hazır bekliyor, şirketi kurup işe başlayacağız. Aslında proje 10.000 konutluk için,ilk etapta yarısını yapacağız...Bunun 1100 tanesi depremde mağdur olanlara ve maliyetine ucuz fiyatla dağıtılacak kalanı biz satacağız....Yapacak olduğumuz inşaatların parasını Dünya Bankası bize veriyor...

Şöyle bir yutkundum.Bu çok büyük bir iş, desenize siz orada bir şehir kuruyorsunuz!...

-Kuruyorsunuz değil kuracağız de. Onun için buradayım!...

-Demek geriye 8900 tane konutun yapılması,pazarlaması,satışı yapılacak....

-Aynen öyle!...
Artık ben de resmiyeti tamamen kaldırabilirim...

-Peki Hicabi'ciğim, ben burada ne yapacağım? benim işim ne olacak?...
-İşin ne olacak olur mu? Şirketleri kurma aşamasından ve her türlü hukuki işlerinden,sözleşmelerin hazırlanmasından, inşaatın bitiminden son dairenin satışına kadar benim yanımda avukatım olacaksın. Banka işleri,satış işleri,müteahhitlerle ve taşeron firmalarla sen muhatap olacaksın. Ben bu işlerden anlamam... Eee anlasam zaten yanına gelmem yahuu!...

Bilgiç edasıyla doğru sen de haklısın diyerek kafamı salladım...Fakat ortada olmayan bir şirkete ve ihaleye girilmeyen bir ortaklığa; hangi dünya bankası bu meblağda büyük parayı verir?... Hem benim adım bazı çevrelerde '' Cüzzamlı'' muamelesi görür, sonra işleri bozmayalım!..

-Kolay canım orasını bana bırak hallederiz..Şirket kuralım derken de ben senin yanına niye geldim?...Bizim birader aslında işin sahibi olacak ama dışında kalacak...O bize falancıların yardımıyla dünya bankasından alacak olduğu krediyi temin edecek geri kalan işleri biz yapacağız!... Anlattı anlattı....

Vay be oğlum eğer doğruysa ve bu işi yaparsak, köşeyi sen değil yedi sülalen döndü. Zaten işlerde durgunluk var, nice zamandan beri cepte metelik kalmadı, turnayı gözünden vurdun ki vurdun dedim kendime!...Ürkütmemek için de o gün ne alacağımı,yüzde kaçını alacağım konusunu geçiştirdim...

-Eee sana doyum olmaz Faruk'cuğum bugünlük bana müsaade. Daha çok görüşeceğiz... dedi. Gitmek üzere ayağa kalktı. Ben de kalktım kuvvetle el sıkıştık. Bizim ki sağa sola büronun her tarafına bakmaya başladı...

-Bak bu büro sana dar. Hem bundan sonra bir ayağın Düzce, Ankara, İzmit bir ayağın burası olacak...Belki burayı kapatırız. Sana Düzce'de güzel bir büro alırız işleri orada takip etmemiz gerekli...Çok ağır misafirlerimiz olacak burada karşılayamayız onları..

-O kolay Hicabi Bey hele bir önümüzü görelim bakarız.Hem ben oraya gidince nerede kalacağım?...

-Şimdi soru mu bu? Şirketin en lüks otellerinde ki bir Kral dairesi senin.Pasaportunu da yenile artık.Sık sık Amerika'ya gitmemiz icap edecek...

-Hicabi'ciğim madem resmiyeti kaldırdık, artık ben de sana PATRON deyim yav...İkimizde de bir gülme,bir gülme...Hicabi dört köşe, yok yok sekiz köşe desem abartmış olmam!...

Eve geldiğimde hanım bendeki değişikliği hemen anladı. Anlattığımda gayet temkinli olarak, '' Denizi görmeden hemen paçayı sıvama, sen şimdi olmayan paranın kokusunu almadan harcamaya başlarsın...'' dediler kendileri...

- Merak etme, bu sefer ki garantii.. Yaş tahtaya basacak göz var mı bende !...Dedim ama içinden geçenleri de kitap gibi okudum...

Bizim İç işleri Bakanına göre en kötü tarafım; daha bir yerden paranın kokusunu alır almaz, cebime girmeden harcarmışım!... Çok haklı seviyorum para harcamasını...Beni bir saatte ya da bir günde inandıran veya aldatan evin reisini bir ayda aldatamaz...Temkini ve şüpheyi asla elden bırakmaz...

Neyse, günler haftaları, haftalar ayları kovalıyor derken görüşmelerimiz de her zamankinden fazla sıklaştı. Devamlı yeni projeler üzerinde çalışıyoruz. Fakat kafamda ki hiç bir soruya net bir cevap alamıyorum...Şimdilik işleri vaadlerle yürütmekteyiz...O memnun, ben de memnun...

Bir zaman sonra, hani projeler? Şu alınan Dünya Bankasının kredisini bir görelim artık. Konut yapılacak arsalar nerede? gibi benim bitmez tükenmez sorularımı her seferinde patroncuğum uygun ve makul salvolarla atlatma başarısını gösteriyor. Allah için ağzı dili laf yapıyor....

İnanmasam da kürekleri akıntıya çekmeye başladık bir kere...Kaç sefer tam fırçalamaya hazırlandığım sırada,mübarek sanki beyin dalgalarıma bir alıcı yerleştirmiş de aklımdan geçenleri biliyor. Üstün ikna ve geliştirici proje yeteneği ile her seferinde adama papucunu ters giydirecek yeni yöntemler geliştiriyor...

Sanki uzaktan elektromagnetik dalgalar gönderir gibi, mübarek aklımı okuyor...Aslında benim de hoşuma gitmiyor değil. Belki ortada hiç bir şey yok ama, her gün kurduğumuz ve çıtası yükselen hayallerimiz var...

Senaryosu yazılmış ve günün şartlarına göre her daim güncellenen tiyatroyu başrolde oynamaya iyice alıştık. Vakit de iyi geçiyor. Ya bir de '' göl maya tutarsa''....

Yine böyle bir gün,elinde bir çanta dolusu çizilmiş proje ile geldi.Açtı, gösterdi, konuşdu.İnanmadığımı anlamaya başladığından;

-Eee Farukcuğum ne alacağımızı vereceğimizi artık netleştirelim zaman daralıyor ne alacaksın diye sordu, yine kendisi cevap verdi. % 2 ye ne dersin?...

Pat diye atlamak olmaz. Kurtarmazmış gibi düşünmeye ve pazarlığa başladım. O sırada Üniversitede okuyan küçük oğlum öteden sürekli öksürmeye başladı. Yanımıza girdi çıktı. Bir ara gizlice baba ne yapıyorsun %1 bile kurtarır diyerek çoktan hesabını yapmış...Para hesaplarını yapmaya bayılır.

Tamam dedim anlaştık. Yine uzun uzun elleri sıkışıp salladık salladık.!!Bu sallama her türlü RESMİ BELGEDEN daha geçerli. Güven var itimat var...

Patron oğluma bakıp nerde okuduğunu sordu...Çok iyi çok iyi, bize Endüstri Mühendisi de lazım olacak hemen okulu bitirsin...

- Faruk'cuğum büyük oğlun da Orman Endüstri Mühendisiydi galiba? Evet der demez onu da hemen, kuracak olduğumuz 10.000 konutluk devasa şehrin yapılacak işlerinde mühendis olarak atadı!...Bal akıyor patronumun ağzından bal...

Ne demişti önceki gelişinde? Köşkler, bahçeler, yatlar, bahçıvanlar, kapıda korumalar. Villanın önünde Mercerdes, arka bahçede Audi..Daha ne olsun? Bu adama kızılır mı?..Kızan nankör olur...

.........................................
Gel zaman git zaman derken işleri de adam akıllı astım...Öyle evlenme boşanma, ecrimisil, izale'i şüyu, tahliye gibi davalara bakmıyorum artık. Sair zamanlarda gelmesini dört gözle beklediğim davalar tam böyle zamanda bir bir yağmaya başlamaz mı?

Müvekillere nazikçe bu sıralar işim çok, kafamı kaşıyacak zamanım yok, şu avukat arkadaşlara gidin selamımı söyleyin onlar yardımcı olurlar...Halbuki boş zamandan fazla bir şeyim yok.Züğürt gibi geziyorum. Adımız neredeyse dava beğenmeyen, çok kazanan avukata çıktı. Halbuki cepteki metelikler suyunu çoktan çekti. Kredi kartlarından cırt cırt çektiriyorum. Artık havasına da girdim bu işin...

Kendi acınacak halimi unutup, gelen davaları başkalarına yolluyorum durmadan. Fakat arkadaşlar arasında itibarım da hızla artıyor!... Şu hayal kurmak güzel şey canımm...Yolda karşılaştığım bir avukat arkadaş müvekkilinden alamadığı bir kaç bin TL için dert yanarken arkadaşa acıdığımı hissettirmedim...Ben ondan daha acınacak haldeyim ama; şu göl bir maya tutsun sen o zaman gör!...Ben artık büyük iş adamıyım!.Bir kaç bin lira benim için çerez parası bile değil...Hayat çok güzel canımmm yaşamaya değer...

Derken efendim, bizim iç işleri bakanı büroyu denetlemeye geldikleri bir gün sanki öğretmiş gibi pat Hicabi'ciğim çıkıp gelmez mi? Çağırsam belki gelmez çok iyi oldu...

Anlatıyor sürekli Hicabi. Bizimki de dinliyor...

-Yenge sen de pasaportunu hazırla en kısa zamanda hep beraber Amerika'ya gitmemiz icap edecek...Büyük işveren Hicabi'ciğimin kökleri de Trabzon'a dayandığı için, bana inanmayan hanımın sanki direnci kırılmış da inanmakda olduğunu hissettim... Fırsatı kaçırır mıyım? Şöyle omuzlarımı kaldırıp, başımı dikerek, büyük iş adamı edasıyla bizimkine yukarıdan bir baktım.

Kafası karışık...Biraz da ben hava basmak için, '' Patron %2 anlaşmıştık değil mi?...Bu Hicabi patron lafını çok sevdi.Söyledikçe vücuduna kan,yüzüne can geliyor.

- Yenge yarın Notere gideceğiz sözleşmeyi yapmak için.Ölüm var kalım var!..Bu Hicabi büyük adam insanların için kitap gibi okuyor mübarek..

Nerede fren yapılacak, nerede gaz verilecek, nerede durulacak, geçilecek bütün manevra kabiliyetleri var...Ama bunlara rağmen bizimki tedbiri ve temkinli olmayı asla elden bırakmıyor...

Günler hızla geçiyor. Soruyorum kendime: Bu adamın bizden bir menfaati yok. Para da istemiyor. Bir talebi yok.. Dolandırıcı da değil!...Peki ne bu?...

Cevabı basit aslında. BİR YAŞAMA TARZI BİÇİMİ !.. Kendisinden üstün gördüğü ve gözüne kestirdiği kişileri, Uzaydan arsa satar gibi olmayacak vaadlerle inandırıp, çevre ve itibar kazanmak, kendisine bağlamak ve büyük adam dedirttirmek!İşin özü bu...Bir türlü marazi hastalık hali...

Aradan geçen bir kaç ay sonra Hicabi'yi yukarıdan aşağıya biraz da hakaretle karışık güzel bir fırçalama faslı da yetmemiş olacak ki, üç gün ya geçti ya geçmedi. Kapı çaldı. O da ne? Bizim muhterem dört kişiyle yanıma geldi. Biraz soğuk ifadeyle buyurun dedim...

-Avukatım sana bahsettiğim arkadaşlar. İnşaat Mühendisi, müteahhit ,şoför ve imam!...

-Diğerlerini anladım da, imam arkadaş ne iş yapacak diye sordum kendilerine. Yoksa büyük işin heyecanına dayanamayıp kalp krizi geçirecek olanların ağzına hemen orada pamukla su verip, şoför de acile mi yetiştirecek?. Doktor da olsaydı bari diye yarı şaka yarı ciddi takıldım. İmam bozuldu ama, bizim ki anlatırım sonra dediler...

Büyük bir sevinç duydum. Demek ki tek ENAYİ ben değilmişim. Bu oyunu sevmeye başladım. Artık kızmıyorum da. İşi çözüp gırgıra vurdurmaya başladığım anda rahatladım. Lakin bu da bayağı bir zaman aldı tabi...

Lokantaya gittiğim bir gün o da ne!!? Karşımda sırtı dönük bizim Patron!, yanında da dört beş kişi daha var. Uzaktan başladım seyretmeye... Yemekler yeni gelmiş ama hiç kimse uzanmıyor.Herkes pür dikkat dinliyor Hicabi'yi...Bir müddet sonra konuşmasına ara verip ellerini yanına açarak hadi başlayalım artık deyinceye kadar kimse el uzatmadı...

İşte olay bu... Herkes ağzına bakıyor. Biraz sonra Hicabi'ciğim gelen telefona kısa bir cevap vermek için ayağa kalktıklarında tüm hazirunda hep birlikte ayağa kalkmaz mı!...Gün görmüş adam canım.. Milleti fazla ayakta bekletmemek için kısa kesip, bir işaretle önce kendisi; sonra da, mühendisi, mimarı,imamı ve tanımadığım iyi giyimli çok fazla güneş görmedikleri belli olan büro amirleri niteliğindeki kişiler, aldıkları işaret emiriyle oturup afiyetle başladılar yemeğe!...

Bu anın keyfini asla kaçırmam...Bir sütre gerisine çekilerek görünmeden, aloo sevgili patronum nerelerdesin yahu ihmal ettin bizi, özlettin kendini aşkolsun!...

-Vay Faruk'cuğum sen misin?.. Biz de senden bahsediyorduk arkadaşlarla toplantıdayız...Hadi gözün aydın işler tamam diyerek masadan biraz uzaklaştı...

- Krediler çıktı. Şu anda il dışındayım çok önemli toplantıdayım,ben de seni arayacaktım...Yanındakiler yemekleri bırakıp hep birlikte yine ayaktalar... Ölüyorum gülmemek için...Lokantacıya bir işaretle biraz uzaklaş dedim.

-Şu anda Ankara'da falanca otelin lobisindeyiz.Her şey hazır.Gönlünü ferah tut yavv. Sen de çok pipiriklisin canımm... Çok yakında başlıyoruz işlere...Sana da biraz avans lazım artık, cebinde bulunsun. Ankara'dan mı göndereyim. Yoksa gelince mi vereyim... Şimdilik 50.000 Dolar yeter mi?...

- Yeter Hicabi'ciğim yeter lafı mı olur canım benim gözlerinden öpüyorum...

Bu arada şimdilik 50.000 Dolar vereceğini de yanındakilere yaklaşarak duyurdu. İmam ani bir hareketle fırlayıp yan dönen sandalyesini düzeltmek için göze girmede öbürlerinden bir adım öne geçti...

Artık gülmekten konuşamayacağımı anladığımdan eğilerek kasıklarımı tutmaya başladım...Garson da uzaktan dikizleyerek; '' adam kafayı sıyırdı...'' der gibi yüzüme bakmaya başladı...

Hicabi'm sen çok yaşa... On davadan aldığım para bile beni bu kadar eğlendirmez ve neşelendirmedi...Sayesinde altı ay dolar milyarderi olarak yaşadım bu birr. Mesela yani!... İkincisi; kazandığım paralarla fakir fukaralara yardım ediyorum...İşsizleri yeni açtığım fabrikaya işe aldım bu üç...Cami mi yaptırsam okul mu diye uzun uzun düşünürken; nasılsa bu alicenap millet camilerimizi yaptırıyor...

En iyisi ana okulundan, Üniversite'ye kadar vakıf üniversitesi açıp; çalışkan, kimsesiz ve zeki öğrencileri ücretsiz okutmanın büyük hayallerini kurdum bu dörtt...Önüme gelen bir çok davayı avukat arkadaşlara yollamanın sevabını kazandım bu da beş!...Sevap listem sadece bunlar değil oldukça kabarık!...
* * * * * *

Bir zaman sonra yeter bu kadar zenginlik!! deyip artık kendi işlerime döndüm...Duruşmalardan sonra adliye koridorunda bir avukat arkadaş telaşla abi abi diye seslenince;

-Vay sen misin? Adem'ciğim nerelerdesin?..

-Abi ben de senin yanına gelecektim.Bir şey soracağım ama, nasıl soracağım bilmiyorum...
-Tam kitabın ortasından sor. Seni sıkıntılı görüyorum..
- Abi falancayı tanır mısın?

-Bizim Hicabi tanımam mı, ciğerine kadar...Bak ben ona Hicabi derim.Hicabi kelime manası ne demek? Mahçup, utangaç, edepli, kötülüklerle arasında perde olan,örtülü,...Yani anlayacağın tam adına müteallik!...

Adem'ciğim biraz imalı ve bezgin bakarak; Abi senin dilinin altında bir şey var?...

-Bak güzel kardeşim senin kafandaki saçların daha onda biri beyaz, bende ise yüzde biri siyah!...Rahat ol. Abine aç içini...

Adem giremiyor konuya. Açılışı ben yaptım...

-Sen ne köftehorsun seen!... Demek abinden habersiz %2 yle anlaştın. Eski parayla şu kadar trilyon, yenisiyle bu kadar milyon TL. Aşkolsun hiç beklemezdim senden. İnsan abisini de biraz düşünür canımm...Bak şimdi gözümden çıkmaya başladın...

Adem gergin, kendisini iyice kaptırmış bu işe. Terlemeye başladıkça onu rahatlatmak için ben de işi alaya aldım.. Ama faydası yok. Birden ayağa kalktı...

-Abi sen nerden biliyorsun bunları?...

-Bırak nerden bildiğimi.... Sakin ol, canını sıkma. Kendini fazla kaptırma... İşlerini aksatma. Boş zamanlarında Hicabi'ye randevu ver. Stres atmak istediğin zaman fobi olarak dinle. Patronum demeyi ihmal etme.Kerata çok sever o lafı... O seni inandırdığına inandı mı? Evet..
O zaman sen de inandığına daha çok inandır onu. O seninle değil, sen onunla oyna. Ne sinir kalır ne sıkıntı...İnsanda yaşamak için hayatın sibop noktaları olmalı ki hayat akıp gitsin...Anladığı zaman o zaten seni bırakır gider...

Adem'i uyguladığım terapi ile iyice rahatlattıktan sonra takıldım.
-50.000 Doları ne yaptın? 
-Ne doları?..
- Bırak bırak yeme bizi Adem. Ankara'dan sana göndermedi mi?...

İkimiz de bir kahkaha attık ki, üç prizola yerine geçer!..

Ben zatı muhterem Hicabi'ciğmle oyun oynamaya başladığımı anladıktan sonra bana geldiği seyrek zamanların dışında, bizim Adem'i de kendisine ORTAK yapmış...

Eee herkes bir değil, kimisi kaldırır, kimisi taşırır. Adem taşmak üzere iken,kendisine uyguladığım seans ücretini lokantada kutluyoruz...Dört sene Psikolojiyi boşuna okumadık....

Bizi dinleyen sınıf arkadaşım Av. Ahmet'de kulak misafiri olmuş...Gülmekten kıpkırmızı...Gece saat 22.00 sıraları telefonum çaldı..

-Sayın Abim iyi geceler ben Avukat Ahmet...Abi senden izin almadan bu günkü mevzuyu hanıma anlattım. Hanım bir tarafta, ben bir tarafta gülmekten öldük...Hala da gülüyorum...

-Gül kardeşim gül. Parayla değil ki...Biz kendimize 6 ay güldük... Yengeme hürmetler...

-Abi bir gün gel de laflıyalım...

-Adem de gelsin mi?...

Telefonda gülmekten başka ses yok!......
* * * * * 
Düşündüm: Acaba Hicabi'ciğime bir telefon açsam mı? Canım sıkılıyor. Günler de geçmiyor....

- Alooo Hicab'im nasılsın? Ben avukatın...

-Vay canım kardeşim çoktan görüşemiyoruz. Ben de seni özlemiştim. Uğrayacağım en kısa zamanda yanına...

-Bekliyorum. Yalnız işlerim bittiği zaman saat 17.00 den sonra gel. Elemanlar yanında mı?

- Yok attım hepsini işten...

-İyisini yaptın boşver zaten gözüm tutmadı hiç birini...Hicabi'm yeni projeler var mı?...

- Olmaz mı, olmaz mı. Bu seferki ciddi...

- Hicabi'm keşke şu uzayda bir üs kurabilseydik!!...

-Hayrola ne üssü?..

-Ne üssü olur mu canım!. Orada ki arazileri kim satacak!...

YSK resmen ilan etti: Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildi YSK resmen ilan etti: Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildi

Hicabi de, ben de gülmekten konuşamıyoruz....24.01.2016

AV.Faruk Ülker

Editör: TE Bilisim