12 Eylül 1963 tarihinde Türkiye ile 'Avrupa Ekonomik Topluluğu' arasında yapılan 'Ankara Antlaşması' ile Türkiye, Avrupa Birliği kapısında 53 yıl bekletildikten sonra geldiğimiz üzücü durum özetle aşağıdaki gibidir...
3 Ekim 2005'te resmen başlatılan 'Avrupa Birliği üyelik müzakereleri', 11 yıllık sıkıntılı süreçten sonra, 24 Kasım 2016 tarihi itibariyle 'Avrupa Parlamentosu'nun 37 Oya karşın 479 karşı ezici oyuyla kabul edilerek' Türkiye ile müzakereleri dondurma kararı vermesiyle yerini ileriye dönük belirsizliğe bıraktı...
AB yetkililerinin uzun zamandır çeşitli vesilelerle ağızlarından düşürmedikleri ve dile getirdikleri rahatsızlıklar ile bu kararın verilmesindeki en büyük etkenlerin aşağıdaki ana başlıklar olduğu iddia edilmektedir;
- Türkiye'de 15 Temmuz'dan bu yana uygulanan ve sürekli uzatılan OHAL uygulaması kararı
- KHK' lar ile askıya alınan hukuk sistemi ve çalıştırılmayan meclis
- İdam cezasının tekrar geri getirileceğini dair söylentiler,
- Medya özgürlüğü,
- Türkiye'deki yerli ve yabancı yatırımcıların mülkiyet haklarının hiçbir hukuki güvencesinin olmaması,
- Uluslararası hukukun tanınmaması ve yerel hukukun işletilmemesi ile Avrupa Birliği insan hakları mahkemelerine son zamanlarda yapılan başvurular,
- sözde ifade özgürlüğü kısıtlamaları şeklinde sıralanabilir...
Tabii ki Avrupa Birliği'nin vermiş olduğu tek yanlı kararda, Türkiye'deki bölücü mihrakların Avrupa'daki güçlü lobilerinin etkisi vardır. Bu karar siyasidir ve yersizdir. insan hakları, ifade özgürlüğü, hukuk, bilim ve teknoloji alanlarında yüzünü batıya dönmüş Türkiye için verilen bu karar haksız ve alçakçadır. Bu kararla AKP hükümeti değil, aslında Türk Milleti ve onun ekonomik kazanımları cezalandırılmıştır...
Ancak bu haksız kararın alelacele verilmesinde ve hızlandırılmasındaki en büyük tetikleyici etkenlerin başında, Sayın Cumhurbaşkanımızın aylardır süregelen şekilde her platformda Avrupa Birliği ülkelerine karşı 'rest çeken ve kafa tutan ' konuşmaları gelmektedir. Bunun yanında zaman zaman Türkiye'deki OHAL uygulamaları ve hukuk sistemini eleştiren AB ülkesi temsilcilerine karşı Başbakanın olumsuz karşı söylemleri, AB Bakanı ve Dışişleri Bakanı'nın Cumhurbaşkanımızdan aldıkları cesaretle Avrupa parlamentosu'nun Türkiye ile ilgili alacağı hiçbir kararı tanımayacaklarına dair çıkışlarıdır... Devleti yönetenler hisleri, anlık heyecanları ve kızgınlıkları ile hareket etmemek mecburiyetindedir. Ama bu 'rest'in sebebinin zaten kopma noktasına gelmiş AB ilişkilerinden ziyade, 'herkese kafa tutan, gerektiğinde rest çeken, özgüveni yüksek, kimseye muhtaç olmayan bir lider ve güçlü Türkiye' algısı yaratmak için iç kamuoyuna dönük mesaj niteliği taşıdığı akıllı insanlar tarafından çok rahatlıkla tahmin edilmektedir...
Halbuki üyelik müzakereleri ile ilgili sürecin başlatılmasından bu yana 11- 12 yıldır Türkiye'de profesyonel bir algı ile çok ciddi bir kamuoyu oluşturulmuş, pembe rüyalar yaşanacak gerçekler gibi gösterilmiştir...
Kısaca hafızalarımızı zorlarsak bazı şeyleri hatırlamamızda fayda olacağını düşünmekteyim.
16 Aralık 2004 tarihinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül kalabalık bir heyetle Brüksel'deki törenle müzakere tarihi aldı. AB üyeliğimizin yolu böylece açılmış oldu!
17 Aralık 2004 günü Türkiye'ye döndüklerinde, Esenboğa Havalimanından Kızılay Meydanına kadar üstü açık arabalarda millete el sallayarak, yollara toplatılmış binlerce kişinin tezahuratları arasında Cumhuriyetin en büyük kahramanları gibi karşılanarak, bunu abartılı kutlamaya dönüştürdüler. Sanki, yeniden Dünyanın en büyük İmparatorluğunu kurmuşcasına uluslararası diplomasinin dahiyane iki kahramanı gibi, bunu yıllarca bir zafer olarak kutladılar. Yıllarca her platformda bu sanal anlaşmanın Türkiye'ye sağlayacağı faydaları ballandıra ballandıra süsleyerek anlatıp, Türk Milleti'ni hayal aleminde yaşatıp uyuttular...
Ama bunun bir bedel olarak karşılığı olmalıydı. AKP'nin ve AB ülkelerinin Türkiye üzerinde ortak hedefleri örtüşmüştü..
********
AKP hükümetinin, 3 Kasım 2002 de iktidara geldiğinde, ilk günden beri kendisinin iktidara gelmesinde aktif rolü ve desteği olan AB ülkeleri, ABD ile Ermeni, Rum, Yahudi lobileri küresel güçlerin Türkiye'deki yerli işbirlikçi medya kuruluşları ve sermaye çevrelerine karşı diyet borcu vardı. Bu Türk düşmanı Emperyalist küresel unsurlar ile AKP hükümetinin Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti üzerindeki gizli ortak hesapları örtüştüğü için Türkiye'yi Batılı ve Avrupa Birliği perspektifi yalanları ve hayalleriyle yıllarca oyaladılar...
Bu arada AB, ABD, lobiler ve gayri milli unsurlarla beraber olup, kuruluş ve varoluş felsefesini Türk Devletinin geleneklerinden ,Türk Milleti'nin değerlerinden, törelerinden, milli ve manevi hassasiyetlerinden almış Türkiye'de yüzyıllardır varolan ve hiçbir iktidar döneminde değiştirilmeye bile cesaret edilmeyen 'Müesses Milli Nizamı ve kurumlarını ' çökertmek için her türlü yasal düzenlemeyi yaparak, adına AB uyum yasaları deyip Türk Milletini yıllarca aldattılar...
Böylece kendilerine sözde yasal hareket alanı açarak, Cumhuriyet'in kuruluş döneminden beri var olan köklü kuruluşları dahil olmak üzere, Türkiye'ki bütün önemli kurumları 'Devlete yük getiriyor, verimsiz çalışıyor' gibi mesnetsiz gerekçelerle hem bu kurumların içini boşaltıp hem de yıprattılar.Daha sonra bu köklü devasa kuruluşların bir kısmını kendilerini iktidara taşıyan bu küresel lobilere diyet borçlarını ödemek için özelleştirme aldatmacası ve hikâyeleriyle bina, tesis, arazi, ekipman maliyetlerinin çeyrek değerinin altındaki fiyatlara haraç mezat sattılar. Geri kalan ve değerli gayrimenkullere sahip bazı sanayi tesislerini, limanları, Finans ve stratejik kuruluşları da kendilerinin emanetçisi durumunda olan yandaş hortumculara peşkeş çektiler...
Türkiye'de gururumuz diyebileceğimiz, milli ekonomiyi güçlendirecek ve ürettiği yüksek katma değerli ürünleri dış piyasalara pazarlayacak 'köklü Milli Devlet kurumu' hemen hemen bırakılmadı...
**********
Esas Konumuza dönecek olursak; Avrupa parlamentosu'nun Türkiye ile müzakereleri askıya alma kararının, ileriki zamanlarda Türkiye'ye çok ciddi ekonomik, siyasi, ticari ve sosyal yaptırımlara sebep olacağı gün gibi ortadadır...
Peki bunun faturasını kim ödeyecek? Tabii ki 14 yıldır kesintisiz şekilde Türkiye'yi yöneten AKP hükümetinin, ele geçirdikleri medya kuruluşları, basın yayın organları ve kalemini, iradesini satın alarak devşirdikleri 'sözde aydın gazeteci ve bilim insanı bozuntuları' vasıtasıyla algıları bir anda tersine çeviren dahiyane siyasi cambazları, yine çıkıp Türk Milletine mağduriyet edebiyatı yapacaklardır. Tereyağından kıl çeker gibi 'sorunun kendilerinden kaynaklanmadığı' yalanını söyleyip, işin içinden sıyrılmaya çalışacaklardır...
Hatta her zaman yaptıkları gibi komplo teorileri aldatmacası ile 'Türkiye'nin son 14 yıldır sözde çok güçlü, büyük ve siyasi istikrarlı ülke olduğunu, batılı güçlerin ve Türkiye'nin güçlenmesinden rahatsız olan devletlerin, bu durumu kıskandıkları için hep birlikte Türkiye'ye saldırdıklarını' pişkinlikle iddia edeceklerdir.
*****
Şimdi gelelim Türkiye'deki fiili ekonomik duruma;
- Öyle veya böyle Türkiye'de ekonomi alarm veriyor. Artık Türkiye'ye yabancı yatırımcı Mülkiyet hakkı ve hukuk sisteminin işletilmediğinden dolayı gelmek istemiyor.
- Dolar her gün tarihi rekorlara koşuyor doların her kuruş artmasıyla Türkiye bütün kazanımlarından milyarlarca lira değer kaybediyor.
- Cari açık çığ gibi büyüyor
- Memur işçi emekli köylü geçinememek ten yakınıyor ay sonunu getiremiyor
- Sanayici üretemiyor, çünkü hem ürettiğini satamıyor hemde hammadde dövize Endeksli alamıyor
- Tüccar satamıyor, satsa'da yerine yenisini alıp koyamıyor. Çünkü alıcı yok.
- Küçük esnaf siftahsız kepenk kapatıyor
- Protesto edilen senetler, karşılıksız çıkan çekler misliyle tarihi rekorlarda seyrediyor
- Sanayici, Tüccar, esnaf, memur, işçi, emekli, köylü, çitçi kısacası toplumun her kesimi bankalara kredi borçlarından dolayı mecbur ve mahkum edilmiş. Bütün kazandıkları ancak banka faizlerine yetiyor. Para kazananlar ve her yıl servetlerini katlayıp milyarca dolarlık sermayeye sahip olanlar AKP iktidarı ile güçlendirilen, sayıları yüzlerce olan yandaş firmalardır...
*********
Kısacası Deniz bitmiş kum görülmüştür. Yıllarca Avrupa Birliği hayalleriyle oyalamayı başardıkları Türk milleti artık acı gerçeklerle karşı karşıya kalmıştır.
Bu arada çıkardıkları yasalarla keyfi uygulamalarıyla, Yüzyıllardır var olan 'Müesses Milli Nizam' ve bu nizam-ı ayakta tutan köklü kurumlar çökertilmiş, yaptıkları kirli sinsi pazarlıklarla, 'al takkeyi ver külahı' iş birlikleriyle Dünyada eşi benzeri görülmeyecek şekilde siyasetten milyarlarca dolar kazanan ve siyasetçiden emir alan milyarlarca dolarlık sermayeye sahip yüzlerce büyük yandaş sermayeder topluluğu oluşmuştur. Türkiye dış dünyada itibar kaybetmiş diplomatik yaptırımı sıfırlanmıştır. Türkiye Pakistan haricinde dostum diyebileceği herhangi bir ülkeye sahip değildir. Bütün komşularıyla son 14 yıldır sürekli düşman ve kavgalıdır ve izlediği dış politika sayesinde Ortadoğu'daki savaşların eşiğinde kalmıştır... Ancak bu arada AKP nin kurucu ve yönetici zihniyetini yakından tanıyan aydınlar'ın ifade ettiği gibi; "Avrupa Birliği rüyası bahane, Türk Milleti ve Cumhuriyetle hesaplaşak kazanımlarını tüketmek şahane" anlayışıyında olanlar
'Atlarını alıp Üsküdar'ı geçtiler' bile....
......
Erdinç Balcı ([email protected])
Editör: TE Bilisim