YSK resmen ilan etti: Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildi YSK resmen ilan etti: Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildi
Dil kavramı önemlidir. Kültür, gelenek, edebiyat gibi millete dair her öğeyi ayakta tutan dildir. Sömürge olmuş milletlerde dilin önemi, kendilerini sömüren milletin dilinden sonra gelir. Hatta diyebiliriz ki sömürge devletleri bağımsızlık mücadelesi verip kazanmış olsalar bile asıl dil vatanında istila edildikleri için her zaman sömürge olmaya devam edeceklerdir. Madden sömürgelik bir gün son bulur ama dil sömürgesi aslolanıdır. Herkes diline önem verir ancak bazen öyle sistematik şekilde dil kavramını millete öğretmek gerek. Türkçe düşüncesini, Türkçe düşünceyi/düşünmeyi insanımıza gerekçeleriyle sunmak lazımdır. Taa asırlar öncesinde sehl-i mümtenî ile Koca Yûnus yapmış bunu mesela. Ali Şir Nevaî yapmış, Muhâkemetül Lûgateyn’ de Türkçeyi eşsiz bir gül bahçesine benzetip nice güller derdiğini söyler. Her fırsatta Arapçaya vurur ve Türkçenin üstünlüğünü ispata çalışır. Dede Korkut da aynı nesilden geliyor. Fuad Köprülü’ nün dediği gibi tüm Türk edebiyatını terazinin bir kefesine Dede Korkut’ u diğer kefesine koysak Dede Korkut yine de ağır basar. Dede Korkut her zaman açıp açıp okunacak, Türkçe lirizminin tadını alabileceğimiz eşsiz hikâyelerden oluşuyor. İşlev ve görüş itibarıyla bunlardan Sinanoğlu’ nun hiçbir farkı yok ancak Oktay Sinanoğlu’ nu daha önemli kılan yanı bu: Ne Koca Yûnus ne Ali Şir Nevaî ne de Dede Korkut ne de diğerleri, Türkçe fikrini ortaya sistematik anlamda koymadılar.

Osmanlı her zaman imparatorluk hülyasıyla yandı tutuştu. Fatih’ in İstanbul’ u fetheder etmez azınlıkları doldurmasının nedeni buydu. O yüzden Türkçenin Osmanlı’ da hiçbir zaman vatanı olmadı. Türkçenin tek mekânı, Anadolu’ ydu; Koca Yûnus’ un ektiği tohumlardandı. Osmanlı’ da sadece Türkçe değil Türk ve Türklük de hep üçüncü, beşinci planda kaldı. Beyaz Türklerin zevkine hitap eden divan ozanları ve zümre edebiyatı Divan şiiri bunun en önemli göstergesi… Osmanlı için Türk demenin iki anlamı vardı: Ya ırgattın ya da asker! Belki bu satırları alınan dostlar olabilir ancak tarih ortada. Osmanlı bizim şanlı tarihimizi yazarken gayrimüslimlerden vergi, Türklerden can alıyordu.

Osmanlı, her şeyden önce askerî bir devletti; dine dayalıydı. Dolayısıyla ırk kavramının hiçbir önemi yoktu, kendi tarihi boyunca da olmadı. Koca imparatorluğu vücûda getiren Türk milletine dair ilk eserler, çok geç dönemde 19. asırda yazılmaya başlandı. O da Fransa’ ya gönderilen öğrencilerin milliyetçilik akımları, dil, ırk kavramları ve benzerî düşünceleri öğrenip yurda dönmelerinden sonra oldu. Yoksa 6 asır yaşayan devleti kuran millete dair tek bir eser bırakmadan göçüp gidecekti Osmanlı.

Yeni üniter Türk devletinde rahat edebildi Türkçe. Dönem dönem yanlışlar yapılsa millet temeline dayanan yapısıyla Cumhuriyet Türkiye’ si, Türkçenin vatanı oldu. Ancak her fikir önce söylem, sonra eylemlerle savunulmalı. Sadece eyleme mahkûm edilirse ulaşabileceği insan sayısı çok düşer. Fikri sistemli bir şekilde ortaya koymak lazımdır. Medya, basın bunun önemli ayaklarından… İşte Oktay Sinanoğlu bunların hepsini yaptı. Öyle bir dönemde ortaya çıktı ki insanımız; İngilizce denen mağara dilini, Batı kültürünü pek benimsemişti. Anlattı, kitaplar yazdı, konferanslar verdi, insanımıza ulaşmak için her yolu denedi, ulaştı da. Bugün arkasından üzülüyorsak en önemli kanıtı... Türkçe giderse Türkiye gider; dedi Türkçenin değerini, önemini ortaya koyarken slogan kullanmadı; kullandıysa da içini doldurdu. Gerekçeleri sundu; dilin neden önemli olduğunu, neden yozlaşmaması gerektiğini anlattı. Amerika’ da yaşamıştı; anlattıklarına binlerce, milyonlarca defa şahit olmuştu çünkü.
Yalan yok, ilkgençlik dönemlerimin efsane isimlerindendi. Türkçenin önemini ortaya koyduğu fikirlerden öğrendim. Ben Oktay Sinanoğlu’ ndan Türkçenin kıymetini öğrendim. Onu her dinlediğimde, kitaplarını her okuduğumda kendimle, güzel Türkçemizle gurur duydum. Oktay Sinanoğlu çok önemli işler yaptı. Televizyon, bilgisayar ve cep telefonlarıyla zihinlerimize kadar giren sömürgeci Batı’ ya karşı gardımızı aldı. Türkçe değerlerini hatırlattı. Yabancı kelimelere esir olmadan diliminizin öz kaynaklarıyla, yeni yeni kelimeler türeterek Türkçenin barındırdığı gücü serdi gözler önüne. İngilizcenin bize gösterildiği gibi aham şaham bir dil olmadığını aksine üçüncü sınıf bir dil olduğunu cesaretle söyleyebildi. Bu çok önemlidir. Bugün Türkçenin kuşdiline dönmemesinin önündeki en büyük engel, Sinanoğlu’ ydu. Genelde Türkçeci bir çizgi takip etti. Özellikle böyle bir imaja büründüğünü adım gibi biliyorum. Türkçüydü, hacı hoca takımının mesnetsiz saldırılarına maruz kalıp yorulmamak ve işini en hızlı şekilde yapmak için Türkçüyüm demedi. Çünkü vakti azdı, yaşlıydı. Belki burada sadece aynı düşüncedeki insanlara ulaşıp diğerlerine ulaşamamak kaygısını da duymuş olabilir. Sonuçta Türkçe hepimizin anadili… Her ne dediyse demediyse, her ne yaptıysa yapmadıysa başımın üstünde yeri var; söylese de söylemese de yapsa da yapmasa da her zaman en doğru zamanda en doğrusunu düşünüp uygulamaya koydu. Sinanoğlu; Türkçenin öz evladı, gerçek bir Türkçe kahramanıydı. Tarih boyunca Türkçe çok kahraman yetiştirdi. Oktay Sinanoğlu; Orta Asya’ da yaşasaydı adı Yolluğ Tiğin’ di, Önasya’ da Dede Korkut’ tu, Anadolu’ ya geldiğimizde Koca Yûnus’ tu, Cumhuriyet neslinden Yahya Kemal’ di. Dilimizi kuyumcu nezaketi ve dikkatiyle işleyen şairlerden daha önemli bir çalışma koydu ortaya. Her şeyden önce usûl ve yöntemi öğretti. Yazımı Albert Camus’ un beni her zaman can evimden vuran bir sözüyle bitirmek istiyorum: ‘‘İki vatanım var: Biri Fransa, diğeri Fransızca…’’ Oktay Sinanoğlu’ nu saygıyla selamlıyorum, huzur içinde uyusun.

Yücel ÖNDER

Editör: TE Bilisim