Yeni güne merhaba …


“Yasaları koymaktan çok, onları çiğnemekten zevk alıyorsunuz.” | Ermiş, Halil Cibran

Meşhur hikâye;

“Sovyet delegeler Stalin’i çalışma odasında ziyaret eder.
Görüşme bitip delegeler odadan çıkarken Stalin piposunu aramaya başlar. Kağıtların altına, masaya bakar bulamaz.
Bunun üzerine siyasi polis şefi Lavrenti Beria’yı çağırır: “Delegeleri koridorda yakalayıp bak bakalım. Pipomu onlardan biri mi almış?”
Beria koşarak çıkar. Bir süre sonra Stalin piposunu masanın altında bulur. “Beria, gel buldum pipoyu gerek kalmadı.”
Beria cevap verir: “Biraz geç kaldınız efendim. Delegelerin yarısı piponuzu aldığını itiraf etti. Geri kalanı da sorgulama sırasında öldü!”

Bu bir hikaye tabi …

Ancak Stalin bu! Ona yakışır hikâye…

Türkler kakafoniyi sona erdirmelidir! Türkler kakafoniyi sona erdirmelidir!

Fakat bazı insanlar vardır ki isminin geçtiği  her kötü fiil ve  çirkin davranış onunla anılır …

Konu sıradan insanlar değil de devleti yöneten insanlar oldu mu durum  çok vahimdir …

Öyle bir lider düşün ki yapmayacağı bir kötülük yok.

Onu kim durdurur?

Evet, hukuk kesin durdurur…

Anayasacılık  ilkesi  bunun için vardır …

Fakat; Konu bu coğrafya ise; ANAYASA DENİLEN METNİ  İKTİDARLARIN GÜCÜNDEN KOLLA,ÇÜNKÜ İKTİDARLAR ANAYASAYI DA KENDİLERİNE BAĞLAMA ARZUSUNDADIR diyorum …

Bizde niçin Demokrasi teorisi gerçekleşmez.?

Size Prof Çoşkun Can Aktan’ın demokrasi  eleştirisi (1)adlı harika bir çalışmasın bahsedersem   belki bu topraklarda neden demokrasi teorin gerçekleşmediğini anlatabilirim ..

Aşağıda ki maddeleri ortadan kaldıracak bir toplum ve siyasi partiler var mı sizce?

 “Güç söz konusu olduğunda, insanlara fazla güvenme ve onları anayasanın zincirlerine bağla”
Thomas Jefferson

*Siyasal İlgisizlik: Seçim ve oylama mekanizmasının varlığı demokrasi için gerekli, ama yeterli bir şart değildir. Gerçek demokrasi için halkın tümüyle siyasete ilgili olması gerekir. Siyasal katılım eksikliği ya da siyasal ilgisizlik halkın “tüm” iradesini sandığa yansıtmaz. Ayrıca depolitizasyon politikası da seçmenleri siyasal katılımdan uzaklaştırabilir.

Siyasal Bilgisizlik: Seçmenlerin bir kısmı siyasete ilgisiz iken, bir kısmı da bilgisizdirler. Okuma yazma oranının düşük olduğu bir “cahil” toplumda seçim sonuçlarını halkın “gerçek” iradesi olarak görmek ve kabul etmek ne ölçüde doğrudur? Eksik enformasyona, taraflı enformasyona (propaganda ve medyanın yönlendirmesi ile ) ve aşırı enformasyona sahip seçmenler sonuçta gerçek tercihlerini ortaya koyamazlar. Özetle, siyasal manipülasyon metotları kullanılarak seçmene gerçek enformasyon sunulmamakta, bu da seçmenlerin bilgisizliğini artırmaktadır.

 * Siyasal Miyopluk: Sadece kendi önünü gören seçmenlerin var olduğu bir toplumda halkın doğru tercihlerde bulunduğunu söylemek gerçekçi değildir.

Siyasal Unutkanlık (Amnesia): Seçim ve oylama mekanizması bir iktidarın gücünü kötüye kullanma eğilimini ortadan kaldırmak için yeterli değildir. Politikacı, seçmenin miyop olduğu kadar unutkan olduğunu da çok iyi bilir ve ona göre davranır. Seçim yaklaştıkça kendisi de miyoplaşan politikacı para musluklarını açar ve böylece seçmen, daha önce kendisine “kaşıkla verip, sapıyla çıkaran” politikacının yaptıklarını unutur (!). Özetle, sadece siyasal unutkanlık bile tek başına iktidarın ekonomik alandaki güç ve yetkilerini sınırlamak için yeterli bir gerekçedir.

Çoğunluk Despotizmi: Seçim sonunda en fazla oy alarak iktidar koltuğuna oturanlar halkın değil, olsa olsa çoğunluğun çıkarlarını temsil eden kimselerdir. Çoğunluk kuralına dayalı bir yönetimi (Çoğunlukçu Demokrasi/Majoritarianizm) gerçek demokrasi olarak değil “çoğunluk despotizmi” olarak görmek gerekir. Çoğunlukçu demokrasi, köklerini Rousseau’nun “genel irade” görüşünden almaktadır. Oysa, “genel irade”, halk iradesi demek değildir.

Plütokrasi: Bugün adına demokrasi dediğimiz siyasal sistemde gerçek yönetici sınıfın, hem ekonomiyi, hem de devleti denetim altında tutan plütokratlar olduğu görüşü de iktidarın meşruiyyetine bir gölgedir. Plütokrasi, (etimolojik kökeni eski Yunanca ploutos (zenginler) +cratos (iktidar) kelimelerine dayalıdır.) bugün için parasal gücü elinde tutan çıkar ve baskı gruplarının egemenliğini ifade etmektedir. Çıkar lobileri ile oluşturulmuş bir parlamentonun kapısında yazılı; “egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” sözünün gerçeği ne kadar yansıttığının üzerinde düşünülmesi gerekir.

 * Lider Diktası: Bugün adına demokrasi dediğimiz yönetimde lider sultası ya da lider diktası egemenliğin gerçekten halkın elinde olmadığının bir diğer açık kanıtıdır. Halk, vekillerini kendisi seçmemektedir; parti başkanlarının önceden seçtikleri kimseler arasında halk seçim yapmak hakkına sahiptir. Böylesine bir demokrasi anlayışı despotizmden başka nedir ki?

Elitizm ve Oligarşinin Tunç Yasası: Pareto, Mosca ve Michels gibi teorisyenlerin ifade ettikleri gibi çağdaş demokrasilerde parti kadroları belirli “elit” kesimlerin elinde toplanmıştır. Michels Yasası’na göre partilerde başta genel başkanlar olmak üzere sınırlı bir kesim parti üzerinde hegemonyaya sahiptir. Tunç kadar katı ve sert olan bu oligarşik yapı, demokrasinin parti içerisinde dahi var olmadığını göstermektedir.

* Bağımlı Yargı: Kuvvetler ayrılığı ilkesi de demokrasi için gerekli, ancak yeterli bir koşul değildir. Bugün çağdaş demokrasilerde gerçek anlamda bir kuvvetler ayrılığından söz etmek mümkün değildir. Yargı, iktidara bağımlıdır ve “bağımsız yargı” işlerlikten yoksundur. Bu nedenle, hiç bir iktidarın eylem ve davranışları sadece yargıya ve göstermelik denetimlere teslim edilemez.

* Yozlaşmaya Eğilimli Siyasal Güç: Tüm yukarıda saydığımız nedenler bugün temsili demokrasilerde iktidarların güç ve yetkilerini niçin sınırlamamız gerektiğini yeterince ortaya koyuyor düşüncesindeyim. Demokrasi cahillerinin yukarıda saydıklarımızın yanısıra tarihten öğrenmeleri gereken en önemli ders şudur: Sınırsız iktidar, yozlaşmaya eğilimlidir. Sınırsız demokrasi, despotizm demektir.

 DEĞİŞİME DİRENEN  POLİTİKA YAPICISI …

Her halde Taha Akyol’dan (2)alıntıladığım aşağıdaki ifadeler değişime direnen politika yapıcısına çok güzel örnektir.

Hal böyle olunca bizim geçen dönem  mahkemelik olduğumuz ve mahkemenin vermiş olduğu yürütmeyi durdurma kararına  Gemlik belediyesinin  neden uymadığı, yetkili  makamların tüm şikayetlerimize rağmen  neden soruşturma açtıramadıkları daha iyi anlaşılır …

Çünkü bizim ki idare mahkeme  kararı  idi .

Yani anayasa mahkemesi kararı  yanında hiç tir !

Anayasa mahkemesi kararına bile kafa tutan politika yapıcı bizim karara zaten takmayacağı aşikardır .

Öyle veya böyle eğer o sorumlular  yargılansaydı Gemlik adına çok şey değişirdi …

Bundan sonra gelenler geçmişten ibret alırlar,yaptıklarımız yanımıza kâr kalır diyemezlerdi …

Tarih ibret alınmak için vardır .

“1935 yılı, 25 Aralık günü… Meclis’te Tunceli Kanunu görüşülüyor. Verilecek idam cezalarının mahalli komutan tarafından onaylanmasıyla infaz edileceği hükmü getiriliyor.

Muğla Milletvekili Hüsnü Kitapçı itiraz ediyor: Anayasa’ya göre Yargıtay’a gitmesi lazım; idamları onaylama yetkisi de sadece Meclis’e aittir, komutana verilemez.

İktidar adına Trabzon milletvekili Raif Karadeniz kürsüdedir; özetle:

“Anayasa’ya saygımız var ama burada devletin yüksek menfaatleri söz konusu!” Taha Akyol …

 Kaydetmeden geçemeyeceğim, AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan, AYM kararının uygulanmasının geciktiği söylediğinde “Anayasa Mahkemesi’nin kararını Sulh Ceza mahkemesinin bozma veya uyma kararı vermesi”nin beklendiğini söylemişti!

Hayır hayır, AYM kararları hakkında “bozma” asla söz konusu olamaz. Uymama bile söz konusu olamaz. TAHA AKYOL

EK(1):http://www.canaktan.org/politika/demokrasi/demarsi.htm

EK(2) https://www.karar.com/yazarlar/taha-akyol/anayasa-mahkemesinde-iki-ana-akim-12526

 

Editör: TE Bilisim