Türk Dünyası neresi?

       1944 Türkçülük akımının gelişim aşamalarından günümüze Turancıların kullanageldiği sıradan bir kelimenin ötesinde bir kavramdır Türk Dünyası. Öncelikle herkesin aklına ilk gelen Türk dünyası kavramı, bir coğrafyadır. Bu eksik fikrin eksikliğinden ötürü bir büyük yanlışı var; Turan bir coğrafi bölgenin ötesine geçen ülküdür. Türk Dünyası, coğrafyaların dar kalıplarına sığmayan turan idealidir. Yani Türkologların, sosyal bilimcilerin Orta Asya, Kafkasya, ön Asya gibi bölge işaretleri, sadece bir dersin müfredatına girebilecek kadar küçüktür.

       Türk Dünyası bir büyük ülküdür. Fakat Türk dünyası, Türk’ün dünyası ve rüyası olabildiği ölçüde büyük ülküdür. Öncelikle ne kadar küçük bir kısmına temas etse de Turan idealinin hayat bulması ilk olarak Türklerin yaşadığı coğrafyaların bilinmesi ile mümkündür. Bağımsız Türk devletlerinin, özerk ve muhtariyet sıfatını taşıyan Türk devletlerinin bilinmesi gereklidir.  Ayrıca farklı ülkelerin içerisinde yaşayan Türk toplulukları hakkında bilgi sahibi olunması lazımdır. Bir de bunun çok çok ötesinde Türk diasporası gerçeği ile yüzleşirken, küreselleşmenin dünyayı bir küçük köy haline getirmekte olduğunu akıllardan çıkarmamalı…

          Bugün herkesin bilmesi gereken bir hakikattir ki kafasıyla kalbine köprü kurmuş, ideallerinin istikametinde yürüyen gençlerin evrensel değerlerin ekseninde yükselen bir Milliyetçilik değeri var. Taha Akyol 2009’da “Türk Dünyası Ne demek” isimli yazısında; demir perdenin aralandığı dönemde, Orta Asya Türk devletlerine ziyaretinde şahit olduğu durumlarla ilgili yorumlar ve Pantürkist politikaların doğurabileceği sıkıntıları yer almaktadır. 10.07.2009 tarihli yazısında: “‘Türk dünyası sözü, Pan-Türk bir “vatan” kavramını ifade etmez. Akraba milletler camiasını, kültürel bir coğrafyayı ifade eder. Son derece önemli ve değerlidir.” diyen Akyol yazısının devamında ütopik olmanın faydasız olacağı kanaatindedir.

           Türk Dünyası kavramı farklı farklı algılara sebep olduğundan böyle tabansız ifadelerle ütopik olarak söylenecektir. Aslında Akyol’un ifadesi biraz da bir endişenin ifadesidir.  Dünyadaki Türk topluluklarının önemli bir kısmı farklı ülkelerin siyasi coğrafyaları içerisindedir. Bundan kaynaklı bir çok sorunun ortaya çıkabilmesi endişesidir. Tabi bir Türk iklimi oluşturma girişimi birçok şer cephesinin menfur planlarını devreye sokabileceğinden endişeli bir durumdur. Yakın tarihe bakıldığında İran Türklerinin yaşamış oldukları sıkıntılı günlerinde bu gerçek karşımıza çıkar. Fakat bu durum Türk dünyası adına maddi-manevi adımların atılamayacağı anlamına gelmez, gelmemeli.

           Türk dünyası, turan ideali 200 milyon Türk’ün benzer hayalleri kurmasıdır. “Türkçülerin dış prensibi bütün Türklerin birleşmesidir. Dışarıdaki Türklerin kaderiyle ilgilimizi kesmenin bize hiçbir güvenlik sağlamadığı son otuz yılın tecrübesiyle belli oldu. Irkdaşlarının yok edilmesine göz yuman bir millet zaten yok olmaya mahkûmdur ve buna layıktır. Milletleri millet yapan, uğrunda ölecekleri yüksek ilkelere bağlanmış olmalarıdır. Bugünkü kuşaklar neye, hangi ülküye, nasıl bir düşünceye bağlanmıştır?” Atsız hocanın Türk dünyasının birleşmesi hususundaki zaruret ifade eden sözleri, bugünkü kuşaklara istikamet belirleyerek sona eriyor. Yükselen milliyetçilik değerleri ile bugün Dünya Türklüğü kavramı üzerinde durmalı.  Türk dünyası, her şeyden evvel zihinlerde beliren bir harita, hayalleri birleşen bir büyük Asya milletidir…

YSK resmen ilan etti: Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildi YSK resmen ilan etti: Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildi

             Yıllar evvel bir televizyon programında Yalçın Küçük “Türkiye büyümezse, küçülür” diye bir cümle kullandı. Aynı sözü farklı gerekçeleriyle aforizmalar kitabında da anlatıyor. Türkiye, tarihsel problemlerini çözemedi. Lozan’dan kalan sorunları hala sırtında taşıyor. Bugün ise çevresinde bölünen ülkeler ve içerisinden çıkan özerk yönetimlerin varlığı içerideki siyasal Kürtçülerin, batı yalakası liberallerin iştahını kabartıyor. Biz ise sözde ilkeli siyasetimizi slogan vari sözlerle devam ettirme peşindeyiz. “ülkemiz bölünmez bir bütündür” gibi… Bu sözlerin geçmişte bir tutarlığı ve zemini olmuş olsa da bugünün politik gerçekliğine ters…

               Mevcut tehlike ve saldırılara karşı tedbir dediğimiz hadise bir kısa vadeli çözümdür. Nereye kadar tesir edecek bilinmez. Değişime ayak uydurmanın dahi çok zor olduğu bir ortamda yüzyıllık doğrularımızı, sosyal gerçekliğimiz ekseninde değiştirebilsek keşke. Yani bir ideal, bir uzak hedef, yani yeni bir dış politika ülküsü… Gürcistan’dan, Akdeniz kıyılarında kadar sınırlarımızın hemen gerisindeki Türk varlığı ne kadar tanınıyor! Bu taraftan bakacak olursak Türk dünyası iştiyaktır, gelişimdir hem de teyakkuzdur.

               Dış devletlerin geneline bakıldığında özellikle komşu devletlerin okullarında okutulan derslerde uzak hedefleri çok belirgindir. Ve tedrisatın ileri hedefi memleketlerinin dış politikası eksenindedir. Bizde ise vasıflarının taşınması istenilen bir vatandaşlık tanımını silik ifadelerle belirtmekten öteye gidememiş bir eğitim hedefi var. Bu yüzden Türk dünyası Halklarını Türk milletinin değerleri ve idealleri minvalinde bir tedrisat ile milli bir ruh oluşturmalıdır. Buna Atsız hoca: Ruhi kuvvet adını vermiş ve şu şekilde tanımlamıştır: “Milli üstünlük inancı, büyümek isteği, yani milli ülküdür. Milli ülküler, toplulukların yaratıcı kuvvetidir. Bütün yaratıcı güçler gibi de, aykırılıkları yok etmek özelliğine maliktir. Türk yaratıcı gücü, yani Türk ülküsü, yüzyıllardan beri prensip haline gelmiş, uğrunda çarpışılmış, birkaç kere gerçekleşmiş bir düşüncedir. Ona hayal diyenler, hayal içinde gevşeyip tembelleşmiş olanlardır. Dedikleri gibi hayal olsaydı, hiç gerçekleşir miydi?”

              “Bir zamanlar, dinler, insanları hayvan olmaktan kurtarmak için çalıştı, onlara Tanrı'dan öğütler verdi. Bugünkü ülküler tamamıyla millidir. Dini inancı da içine almış olan milli ülkü, insanları sürükleyen, güçlendiren ve asilleştiren bu duygu ve düşüncedir.”

               Türk dünyası, Türk’ün dünyası ve rüyası olması itibariyle ancak hayat sahası bulacaktır. Vatandan, Bayraktan hatta Milletten daha yücedir. İçinden çıkılmaz denklem helezonu değildir. Enver ve Talat paşalar gibi bir ihtilalci müfrezeye ihtiyaç duymakla birlikte ancak milli ruh ikliminden doğacaktır.

Bugün acılarından, makus talihinden edindiği tecrübelerde göstermektedir ki, o milli ruh, o büyük kızıl elma ülküsü Türk'ün derdine son çaredir. Büyük davalar adanmış ruhlar ister bir yerlerde Enver paşalar aramak çaresizliktir. Herkes kendine dönüp bakmalı, birde fikirlerini, duygularını yoklamalı; kalbimizin ve ruhumuzun neresinde kaybettiysek o Turancı paşayı oradan çıkarmalı...


Emrah Polat

Editör: TE Bilisim