Akp’ye oy ver (!) Fevzi KÜÇÜKKAHVECİ kaleminden.. Akp’ye oy ver (!) Fevzi KÜÇÜKKAHVECİ kaleminden..
 Süleyman Seyfi Öğün, Türk Milliyetçiliği ve MHP üzerine bir makalesinde[1]“Bugün MHP'nin öncelikli meselesi, kendi ideolojik geçmişi ile hesaplaşması ve kendi târihsel seçenekleri üzerinden sosyolojisini gözden geçirmesidir. Bunu, eğer varsa yapacak olan kendi entelijensiyasıdır. Değilse, MHP'nin başına şu veya ismin geçmesi, başlayan çözülmeyi sona erdiremez”tespitinde bulunur. Burada üç tespit öne çıkmaktadır. Birincisi, ideolojik geçmişi ile hesaplaşma ve sosyolojisinin sorgulanması, ikincisi, entelijensiyasının varlığı sorunu ve üçüncüsü de diğer iki tespite bağlı olarak bu şartların yerine getirilmemesi durumunda MHP’deki çözülmenin engellenemeyeceği çıkarımıdır.

Şimdi bu tespitleri tek tek ele alarak bir çözümleme yapalım.

1. “Kendi ideolojik geçmişi ile hesaplaşması ve kendi târihsel seçenekleri üzerinden sosyolojisini gözden geçirme”…

Türk milliyetçiliğinin sosyolojisindeki büyük bir dönüşümün varlığı inkar edilemeyecek olgusal bir gerçekliğe dayanır. Dünyadaki ekonomik, bilişim ve teknolojik merkezli değişime bağlı olarak Türkiye’de de bireyin bütün yaşam alanını ve anlam dünyasını yeniden biçimlendiren bir dönüşüm gözlenmektedir. Çok yönlü unsurları bulunan değişimin Türk milliyetçiliğine nasıl yansıdığı ise bilimsel çalışmaların yetersizliği sebebiyle bilinmemektedir. Türk milliyetçiliğinin sınırının muğlaklığı da bu verilerin elde edilmesini imkansız kılmaktadır. Çünkü Türk milliyetçisi olduğunu söyleyen çok farklı yaklaşım sahibi kişi ve gruplar yanında milliyetçiliğin temsil edilmesindeki sorun yani hangi sosyo-politik ve kültürel araçların milliyetçilik olarak temsil edildiği ayrıca bir sorun kaynağı olarak çözülmeyi beklemektedir.Bu bağlamda sorgulanması gereken, yani milliyetçi bir entelektüelin varlığı veya benzer şekilde milliyetçi bir düşüncenin varlığının koşulu ve göstergesi nedir? Türk kültüründeki çok yönlü gelişmeler mi milliyetçi düşüncenin bir ürünü sayılacaktır? MHP üzerine yapılan çalışmalar mı veya bizatihi milliyetçilik üzerine üretilen eserler mi bir “milliyetçilik çalışması”sayılacaktır? Veya milliyetçi düşüncenin göstergesi olay, olgu ve süreçler karşısındaki bir duruş, bakış açısı, yaklaşım mıdır? Bu sorulara verilecek cevap milliyetçilerin entelektüellerinin olup olmadığı veya milliyetçi bir düşüncenin mevcudiyeti sorununun çözümüne yönelik analizlerin sağlıklı bir zemine oturmasına yardımcı olacaktır.

Bugün Türk milliyetçileri açıktır ki, Ziya Gökalp’in belirlediği ve çalıştığı ana temaların dışına çıkmak bir yana çalışma konularındaki çeşitlilik ve derinlik açısından onun da çok gerisindedir. Sadece millet, medeniyet, kültür, tarih gibi konulara sıkışıp kalmış ve dünyadaki bilim ve düşünce alnındaki son gelişmeleri ve tartışmaları takip etmemekte ve ne ülkemizde ne de dünyadaki değişim ve gelişmeleri sistematik bir biçimde yorumlayabilmektedir. Başka bir ifade ile hem milliyetçi entelijensiyanın önemli bir kısmı hem de MHP, geldiğimiz noktada soğuk savaş döneminin jargonunu terk edememesinin yanında yüz yıl öncesinin temalarını tartışmaktan kurtulamamıştır. Ayrıca, politik hassasiyetler konusunda yeni sosyo-politik dinamikler lehine bir bilişsel evrenin inşa edilemediği de gözlemlenmektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin Soğuk savaş döneminin gerek ideolojik yaklaşım ve söylem düzleminde ve gerekse kurumsal yapılanmasında bugünün ihtiyaçlarını karşılayacak bir dönüşüme gidememesi diğer milliyetçi kurumsal yapıların edilgen bir duruş sergilemesine ve kendini dinamik bir süreç içerisine sokmasına engel olan temel bir etken olmaktadır. Post modernizm, çokkültürlülük, yurttaşlık gibi siyasal ve toplumsal tartışmalar yanında Turancılık, muhafazakarlık, İslamcılık gibi Türk düşüncesinin ana akımlarının milliyetçi bir perspektifle eleştirel olarak yorumlanması da söz konusu değildir. Zaten kendisini entelektüel alanda temsil sorunu yaşayan bir düşüncenin ve temsilcilerinin başka düşünceleri eleştirel bir şekilde ele alması da mümkün gözükmemektedir.

Sayısal çokluğuna rağmen bir elin parmağını geçmeyen milliyetçi entelektüellerin Türk milliyetçiliğine eleştirel yaklaşımı mevcut statükoyu devam ettiren siyasi ve akademik aktörlerin sert direnişi ile karşılaşmaktadır. Böylece kendi üzerimize düşünmemizin, özeleştirinin ve tartışmanın önü kapatılmaya çalışılmaktadır. Her ne kadar “Yeni Nesil Ülkücüler”[2] adıyla bir dizi özeleştiri merkezli yayınlar görülse ve Türk milliyetçisi camiada ciddi bir sorgulama kültürü yerleştirmeye çalışsa da ana statükocu klan bütün gücüyle direnmekte ve hatta siyasi iktidardan da propaganda desteği alabilmektedir. Bütün ideolojik ve kurumsal engellere rağmen entelektüel alanda ortalama Türk düşüncesinin çok ötesinde bir entelektüel yeterlilik sergilenerek ortaya konulan yeni fikirler, yaklaşımlar, yöntemler görmezden gelinemeyecek bir etki alanına sahiptir. Sistematik fikir üretimine katkıda bulunan bu entelektüellerin özelikle genç nesiller üzerinde belirgin bir etkisi olduğu muhakkak.

Sıradan bir Ülkü Ocağı ve kısmen Türk Ocağı gibi Milliyetçi sivil toplum örgütlerindeki insan profili genellikle dış dünyadaki gelişmelere geç uyum sağlayan, bir ölçüde içe kapanık, hatta yer yer gerçeklikten kopuk ve mistifike doğrularıyla yaşayan, dolayısıyla da en basit eleştirilere bile tepki gösteren bir topluluk görüntüsü vermektedir. Söz konusu bu içe kapanıklığın ana kaynağı elbette entelektüel kaynaklardan faydalanamama ve öz eleştiri mekanizmalarının işletilememesidir.

Türk milliyetçiliği devlet ve millet gibi somut olguların bir tezahürü mahiyetinde görüldüğü için eleştiri ve saldırılarında sürekli hedefinde olmaktadır. Söz konusu olguların ne ölçüde Türk milliyetçiliği sonucunda temsil kabiliyeti taşıdığı tartışma konusu olsa da sonuçta hem akademi dünyasında hem de basın yayın gibi iletişim araçlarında popüler alanda kendisine saldırmanın “dayanılmaz hafifliği” altında kalmaktadır. Saldırılar genelde Türk milliyetçiliğinin düşünce, eylem, temsil alanındaki varlığına bağlı olarak gerçekleşmemekte kelimenin tam anlamıyla banal saldırıların hedefi olmaktadır. FETÖ terör örgütünden Türkiye Cumhuriyetinin “baskıcı rejimin”e AKP hükümetinin politikalarından daha nice ilgili ilgisiz alanda “Türk Milliyetçiliği” kavramı pervasızca kullanılarak bütün olumsuzluklar Türk Milliyetçiliğinin hanesine yazılabilmektedir. Entelektüel temsil kabiliyeti tartışmalı olan kişilerin kimi kötü niyetiyle kimi de yetersiz zihni kapasitesini gizleme amacına matuf saldırıları ile kendi konumlarını belirlemelerine yardımcı olma gibi bir sonuca neden olabilmektedir.

Turancılık gibi 1990’lardan sonra SSCB’nin dağılmasıyla Türk milliyetçiliğinin ana gündem maddesi olması beklenen temalar ise gündemimize girememiştir. Modernizm, post-modernizm, anayasal/eşit/çok kültürlü yurttaşlık, çok-kültürcülük, farklılıkların tanınması, çevre sorunları, kadın araştırmaları, bilgi sosyolojisi, bilgi ve bilim felsefesi gibi alanlardaki ilgisizlik/kayıtsızlık kaygı verici boyutlardadır. Bu alanlara ilgisizlik doğal olarak Türk milliyetçiliğinin toplumsal, kültürel, siyasi, felsefi alanlarda söz sahibi olamaması gibi bir sonuca sebep olabilmektedir.

Türk milliyetçiliği, mensupları tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin “kurucu ideolojisi” olarak taltif edilmesine rağmen bu misyonun ağırlığında bir gelişim sergileyemediği ve ne toplum nezdinde ne de devlet nezdinde işlenmiş, itibar gören, toplumun bütün hatlarına kadar nüfuz edebilen bir noktaya gelememiştir. Bu noktada milliyetçiliğin devlet sisteminin kendisi olmadığı ve hatta içine dahil olmadığı 1944 Irkçılık-Turancılık davası, Menderes döneminde Türkçülerin derneklerinin kapatılması, 12 Eylül darbesinde Türk milliyetçiliğinin bir suç unsuru olarak itham edilmesi gibi somut verilerden görülmektedir. Buna rağmen, Türkiye’de sistemin milliyetçiliğe dayandığını, devletin Türk milliyetçiliğinin temsilcisi olduğu yargısı liberal, İslamcı, Marksist çevrelerce hegemonik bir yaklaşım olarak hala benimsenmektedir.

2. “Ülkücü Türk Milliyetçisi entelijensiyasının var olup olmaması” sorunu

Türk düşüncesinin farklı kollarını oluşturan liberalizm, sosyalizm, İslamcılık, muhafazakarlık gibi akımlarının bütün boyutlarıyla bilimsel çalışmalara konu olurken Türk Milliyetçiliğinin Türk düşüncesi içinde büyüklüğü, etkisi ve derinliği ölçüsünde tartışma konusu olmaması dikkat çekicidir. Türk milliyetçisi aydınların özellikle akademi/bilim dünyasına mensup aydınlarımızın çalıştıkları ve çalıştırdıkları tez konularında dahi Türk milliyetçiliğinin önemli şahsiyetlerini, kavramlarını, olayları ve süreçleri işleyen tezleri hazırlatmamaları da bir başka sorun alanıdır. Sol dergileri, gazeteleri, şahsiyetleri çalışmak ve çalıştırmak bir tarafsızlık, rüştünü ispatlama aracı olarak görülmektedir. Elbette bu kendini beğenmeme tavrı bir özgüven eksikliğinden kaynaklanmaktadır.

Sol düşünce içerisinde “sağın üç hali” olarak sunulan ve özgün bir sağ düşüncenin yokluğuna vurgu yaparak İslamcı, muhafazakar, liberal düşüncelerin birbirlerine geçişkenliği iddiası, Marksist aydınların ürettiği spekülatif düşünce kırıntılarınınciddi itibar görmesi akademi dünyasının geldiği noktayı göstermesi açısından dikkat çekicidir. Milliyetçiliği, muhafazakârlığı, İslamcılığı indirgemeci bir yaklaşımla ele alarak Türk Milliyetçiliğini faşist-ırkçı konsepteoturtan klasik sol tavrın milliyetçilik körlüğü aynı zamanda akademinin de körlüğü olarak yorumlanabilir. Bu noktada Öğün’ün şu tespiti çok yerindedir: “ideolojik olarak milliyetçilik ile arasında mesâfe olan; hattâ milliyetçilik karşıtı bazı akademik veya entelektüellerin milliyetçilik konusunda yaptığı çalışmaların da mühim bir kısmını da “sorunlu” bulduğumu söylemeliyim. Bu çalışmalarda genellikle milliyetçiliği “nesneleştiren” bir yaklaşım ortaya çıkıyor. Türk milliyetçiliğini bir şekilde teorik çerçeveye “tıkıştırma” eğilimi baskın geliyor. Bu bakışın satır aralarında imâ edilen “zâten bütün milliyetçiliklerin kötü olduğu” hükmüdür. Hâsılı, milliyetçilik çalışmaları îtibârıyla daha bir hayli fırın ekmek yemeye ihtiyacımız olduğunu söyleyebilirim.”

Bir başka sorun noktası da Türk milliyetçiliğinin kendi mensupları tarafından değil de karşıtları tarafından araştırılmasıdır. Türkiye’deki telif eserlerin ve özellikle yabancı dillerdeki milliyetçilik literatürüne ait çalışmalarının çevirisinin de tamamen sol aydınların çevirilerine ve yayınevlerinin basımlarına terk edilmiştir. Her ne kadar Milay Köktürk, Nadim Macit, İskender Öksüz, Baran Dural, Şenol Durgun, Mustafa Çalık gibi bir elin parmağını geçmeyen akademisyenimiz son yıllarda milliyetçilik üzerine önemli eserlere imza atmış olsalar da milliyetçiliğin toplumsal teori açısından taşıdığı önem bakımından çok yetersiz olduğu bir gerçektir.

Türk milliyetçiliğinin akademi ve akademi dışında yaratılan pejoratif anlamların yüklü olduğu kavramlarla tanımlanma sürecinde ortaya çıkan düşünsel hegemonyanın “tahrip edici” ve “bozucu” etkisinden kurtulması bir zorunluluktur. Bunun ilk aşaması da rasyonel bir temele dayanan özeleştiri kurumunun yerleştirilmesidir. Eleştiri ve özeleştiri beraberinde tarihin ve/ya geleneğin yeniden yorumlanarak modern ve post-modern toplumun sorunlarını ve imkanlarını daha sağlıklı bir şekilde değerlendirebilecektir. Bu süreç aynı zamanda özgün bir milliyetçi düşünceyi ortaya çıkarırken bu düşüncenin üretilmesi, yorumlanması ve yayılması noktasında kendi “epistemikcemaati”ni de yaratabilecektir. “Dışarıdan bakan” yaklaşımların sürekli eleştirel ve operasyonel yöntemleri ile kendi içsel bütünlüğünü ve tutarlığını yakalayamayan Türk milliyetçiliği, söz konusu epistemik cemaat ile yapıcı ve yorumlayıcı gücü yüksek bir inşa gerçekleştirebilir.

3. “MHP’deki Çözülmenin Engellenememesi” Sorunu

Türk Milliyetçiliğindeki entelektüel gelişmelere nazaran Ülkücülükteki durağanlık uzun zamandır Ülkücülerde bir kimlik krizi veya mensubiyet sorunu yaşanmasına sebep olmaktadır. Zihinsel alandaki gelişmelerin zayıflığı Ülkücülük adına yürütülen bir takım slogan ve söylemlerin öne çıkarak bir takım ritüellerin/davranış biçimlerinin Ülkücülüğün alameti tefrikası sayıldığı gözlenmektedir.

2000’li yılların başındaki koalisyon hükümetinden sonra ve AKP’nin güç kazanmasına bağlı olarak “Ülkücü olmanın” anlamını kaybetmeye başladığı ve doğal olarak da “itibarını kaybetme sürecine” girdiği gözlemlenebilmektedir.[3]Ülkücü Türk milliyetçiliğinin içinde bulunduğu ideolojik krizve/ya tükenmişlik MHP’nin AKP karşısındaki teslimiyetçi ve birbirinden tutarsız politik söylemi karşısında pekişerek güçlenmektedir. İç muhalefete gösterilen tepkinin “hain” düzeyinde en ağır ithamlarla sürerken sonrasında ihraç edilmeleri MHP’nin politikasızlığının AKP’ye eklemlenerek iktidarın gücünden faydalanma yoluna sapması ile nihai aşamaya geldiği açıktır. Ülkücülerin özgün bir kimlik ve aidiyet yaratarak krizi aşma çabalarının yerini iktidara eklenmesi entelektüel alanda bir takım çıkışlara kaynaklık ederken siyasi temsil noktasında kendini tasfiye noktasına gelmiştir.

Kısacası MHP, milliyetçi referansla bir politika değil, kişi/özne/lider merkezli bir karar alma yöntemini benimsemiştir. Bu anlamda MHP tek adamlığı kurumsallaştırmış ve Ülkücü Türk milliyetçiliğini tasfiye etmiş, politika ve parti dışına itmiştir. Milliyetçiliğin ideolojik-toplumsal pratiklerine ve kurgusal belirleyiciliğini işlev-dışı bırakarak günübirlik politika olarak dahi kabul edilemeyecek bir pozisyona girmiştir. Mevcut siyasi, toplumsal gerçekliği ve bu süreçlerin ne getirip götüreceğini okuyamayan bir “tek akıl” egemenliği kurulmuştur. MHP’nin desteği ile Türkiye’ye başkanlık gelecek olursa milliyetçi söylemi ile öne çıkan AKP’nin içinde eriyen bir MHP ile karşılaşacağımızı öngörebiliriz. [4]

İkbal Vurucu - Gazete2023


 
[1]Süleyman Seyfi Öğün, “Türkiye’de milliyetçiliğin serencâmınadâir notlar”, http://www.yenisafak.com/yazarlar/suleymanseyfiogun/turkiyede-milliyetciligin-serencamina-dair-notlar-2029139.

[2]İkbal Vurucu/Fırat Kargıoğlu,Yeni Nesil Ülkücüler: Kürt Sorunu ve MHP üzerine, Karaağaç Yayıncılık, Ankara, 2016

[3]Servet Avcı’nın Yeniçağ gazetesindeki konuyla ilgili tespit ve analizleri mutlaka dikkate alınmalıdır.

[4] Makale son referandumdan önce kaleme alındığı için son cümle bir çelişki gibi düşünülmemelidir.





Editör: TE Bilisim