BABA YAZI III
Dünya ile uyumlu olarak ülkemiz de 21.yüzyıla her bakımdan değişerek girdi; Cumhuriyetin bir türlü ısınamadığı, hatta hesaplaşma içinde olduklarını sandığı İslâmcı kadrolar iktidara geldi; yani devlete sahip oldular! Ülkede henüz hissedilen küreselleşme ile birlikte toplum hayatımız da bir hayli değişikliğe uğradı ve dünyanın yaşadığı postmodernizmi de şöyle pencerelerden görmeye başladık! Meselâ eğitim yaygınlaşmıştı, yeni iktidarla birlikte üniversiteler hemen hemen bütün illere yayılmıştı! Kısaca zengin gibi yoksul çocukları da artık okuyabiliyor, hatta yurt dışı bursu bile alabiliyorlardı! Fakat çocukluğumuzdan beri bizi izleyen komiteci zihniyet kolay kolay işin peşini bırakacağa benzemiyordu!
İlginçtir ki komiteci zihniyet muhbirleri aracılığı ile ülkücüleri hep kontrol ettiler; esasen bunlarla gerçek ülkücüleri de çoğu zaman ayırt etmek mümkün değildi! Hiç unutmam Adana’da tek olan ve ülkücü eğilimlilerin oluşturduğu “Yörük” ve “Türkmen” dernekleri ülkücü bir geçmişe mensup olduğu düşünülen vali zamanında neredeyse 10’a yaklaştı! Bunun Anadolu’lu hareketi bölüp parçalamaktan başka ne anlamı vardı? 1980 öncesinde taksi şoförlüğü ile muhbirlik yaptığı söylenenler artık birer Türkmen derneği yöneticisi idi! Sonra da bizim gibi Türk sosyolojisi çalışanlara “Neden gelmiyorsunuz” diye sordular! Şimdi o yılların çalışmaları Suriye ve İran gibi kitaplar içinde derinliğine incelenirken “Konuyu iyi biliyorsunuz” demeye başladılar! Başlangıçta farkında olmasalar da elbette Suriye olayları ülkeyi yeni yeni yönetmeye başlayanların gözlerini açtı, ama komiteciler bir türlü peşlerini bırakmadılar!
Ülkücüler daima Türklüğü bir bütün olarak anlamışlardır, fakat inceliğin ve derinliğin farkında olacak kadar konu ile ilgili eğitimleri olmadığı için hep hamasette kaldılar! O sebeble siyaset bir türlü donanımlı insanlar tarafından oluşmadı, oluşturultmadı! Dolayısiyle İslâmcı iktidar ülke ve tarih gerçeği olarak bir ideolojik oluşumu dışlayıp İslâmî vurguları daha da derinleştirince “ABD Komedyası”na ortam oluştu ve 25 Aralık’da ayak sesleri gelen İslâmî söylemlere dayalı “Faşizm” 15 Temmuz’da hortladı! Dolayısiyle 10 yıldan beri iktidarın iktidar olamadığı ve iktidar gücünü yandaş sandığı oluşumlarla paylaştığı yetkili ağızlar tarafından itiraf edildi! Efendim 25 Aralık’da bakan çocukları, para sayma makinaları gibi işin görünen yüzü tamamen teferruattır! Bütün mesele devletin kuvvetli bir ideolojik ayağının sahne dışında tutulmasıdır! Artık bunların ülkücüler olduğunu anlamalısınız!
Peki komiteciler neden ülkücülerin bu kadar üzerine gitti, işin içinde neler vardı? Elbette ülkücülerin şahsından ziyade fikirleri masaya yatırılmış, fakat işin içinden çıkılamamıştı! Çünkü 12 Eylül, ANAP ve Doğruyol devri iktidarında ülkücülerin fikirlerinin iktidarda olduğu haklı olarak tartışılmış ve bir tesbit olarak ortaya konmuştur! Böyle bir düşünce birikimini bizzat ülkücüler oluşturmamıştı; ülkücüler Türk tarih ve kültürü, devlet ve fikir hayatını sahiplenmişlerdi! Ülkenin post modern devri pencereleri açılırken “Atatürk” ve “Cumhuriyet” motifleri işte o birikime ayrı bir netlik ve zenginlik kazandırdı! O güne kadar ülkücülükte böyle bir vurgu yoktu veya çok zayıftı! Nasıl oldu, empoze mi yapıldı derseniz yanlış yaparsınız bunu “Ülkücü zekâ”, “Ma’şeri Şuur” yakaladı! Yani öyle CHP gibi olukça eskimiş, kendi içinde sürekli hesaplaşanlardan geçmedi!
Soru sorduk da cevabını vermedik; komiteciler bu takip altında tuttukları ülkücüleri neden istemiyordu? Yani bütün mesele devleti elinde tutan Rumeli ve Kafkas meselesi miydi? Hayır yeni dönemde bir de İslâmcılar içine yerleşmiş “Ekrad” meselesi vardı ki, o tarikatlar aracılığı ile iplerinin kimin elinde olduğu bugün deşifre olmuştur! Yani siyasette tezahürünü gördüğümüz şu “Berizan-İsrail” meselesi! Görüyor musunuz işin içinden neler neler çıkıyor! İnanıldığı gibi bunların, hattâ İsrail’in ve ABD’nin gerçek amacı devleti ortadan kaldırmak değil, Türk devletinin Türk çocuğunun, Anadolu’lu “Karayağızlar”ın eline geçmesini önlemektir! Kısaca ideolojik küresel amaç devleti ele geçirmektir! Devletin adının ne olduğu veya ne olması lâzım geldiği çok önemli değildir! Siyasetin içinde bir de ekonomik meseleler var; hani şu bir koyup beş almak ve küresel bütçe açıklarını kapatmak! İşte küresel diktatörlüğün gerçek yüzü budur! Ortadoğu’da imparatorluk olmak isteyenler bu işin sadece İsrail ile olmayacağını biliyor! Çünkü 1948’de İsmet Paşa’nın kaçırdığı 35 bin insanın 25 bini DP devrinde geri dönmüştür! İnanın ki Ermeni meselesi de budur: Bugünkü dünyada kuvvetle nüfus kaybeden iki ülke Ermenistan ve İsrail!
Ülkücülüğün oluşmasını sağlayan bilim adamlarının çoğu rahmetli oldu; bir kısmı da siyaseti beğenmeyerek sahadan geriye çekildi! Ne yazık ki onların yeri doldurulamadı ve bir kısım yetişkin insanlar da komiteci baskıları altında siyaset cenderesinde ezildikçe ezildi! Şimdi ülkücülük fikren düşünme, düşüne oluşturma, siyaset üretme kabiliyetini kaybetmiş kadük bir harekettir! Hareketin fikir ve siyaset babalığını yapanların düzgün bir biyografisini yazamıyoruz ki adam gibi tahliller yapalım ve dersler çıkaralım! Ülkücü tabanın çoğu ülkücü irade denen tavandan çok uzaktadır! Son 20 yıldan beri bu iki parça birbirini eleştirerek biraz daha küçülüyor! Ülkücülük biter mi? Elbette bitmez! Lâkin insanlar döğüşmekten usandı, bundan kimse ders almıyor! Hakkı mıdır değil midir bilmiyoruz ama tavanın hakkına razı olduğu görülüyor! Birkaç yazı ile devam edeceğiz!
Muhabbetle.
(Kaynak: Ülkücükadro)