Ümit Özdağ ‘Türk Çernobili’ diyerek faciaya karşı böyle uyarmıştı: Acil durum ilan edilmeli Ümit Özdağ ‘Türk Çernobili’ diyerek faciaya karşı böyle uyarmıştı: Acil durum ilan edilmeli
 (Eşi anneler gününde şehit edilen Netice Ablanın ibretlik hikâyesi)
 
Değerli gönül dostlarım;
 
“Bilmem ki bu uzun yazıyı sonuna kadar okuyabilecek misiniz? Empati yapıp birde bunları yaşayan o kahraman asenayı düşünün…”
 
MHP Şişli İlçe Başkanı Yusuf Bahri Genç destanlaşan bir mücadeleden sonra 13 Mayıs1979 Pazar günü Gültepe’de uğradığı silahlı saldırı sonucu şehit olmuştu.
 
Bahri Beyin arkasında;18.09.1971 doğumlu MUHAMMET ARİF, 12.09.1973 doğumlu TOLGA ve 05.07.1975 doğumlu BÜNYAMIN ile 29 yaşında dul kalan hayat arkadaşınıbırakmıştı.
 
Bundan sonrasını NETİCE (MELİHA) Abladan dinleyelim.
 
Kardeşlerim solcu olduğu için bana ve çocuklarıma sahip çıkmadı.
 
-Yarıbaygın vaziyette bitmek bilmeyen bir yolculuktan sonra Gümüşhane’ye vardık. Cenazeyi defnettik bir hafta orada kalıp İstanbul’a döndüm. Birkaç hafta geçti benim kolum kanadım kırılmış,bütün dünyam yıkılmış kendimde değilim, her kafadan bir ses geliyor. Söylenenleri duyuyorum ama anlayamıyorum.
 
Anacığım yanı başımda çok üzgün, analık şefkati ile bana karşı metin görünmeye destek olmaysa çalışıyor.
 
Bir gün;
 
- Meliha kızım; artık toparlan, kendine gel, ölüm hepimiz için hak, ölenle ölünmüyor. Üç yetim var ortada kendini düşünmüyorsan onları düşün. Mukadderat böyle imiş. Hazırla çocukları köye gidelim, ya da git dükkânı aç. Dedi…
 
İşte o an her şey kafama dank etti. Gözümün önünde üç boynu bükük yavru!.. En büyüğü 7 yaşında üç bebe birde ben dört boğaz nereye sığarız. Maaş yok, para yok, mal mülk servet desen onlarda yok. Hiç bir gelir olmadan, ne yer, ne içeriz ne ile nasıl geçiniriz.
 
Çocukların amcalarından biri Gümüşhane’de ondan bize hiç bir fayda yok.
 
Ortanca amca aranıyor, cenazeye bile gelemedi. Gültepe’ye gelse ya komünist katiller öldürecek ya polis derdest edip alıp götürecek.
 
En küçük amca altı aylıkken yetim kalmış, dört yaşından beri bizim elimizde, işsiz güçsüz perişan vaziyette.  
 
Kendi kardeşlerim ham solcu, ne beni ne de çocuklarımı kabul etmiyor ve bizi istemiyorlar.
 
Ya annemin dediği gibi babamla köye gideceğim. Gitsem ne olacak, çocuklar okula gidecek, okul masrafları var, yiyecek, içecek, giyinecekler. Köyde sadece bir ev var, çift yok, çubuk yok, maaş yok, gelir yok, mülk yok. Seksen yaşında bir babam, yetmiş yaşında bir anam var. Onlara da Hak vaki olunca ben köyde ne yapacağım…
 
Amcamın hanımı ile Erhan Abi (Bahri Beyin avukatı) farklı düşünüyorlar.
 
-Erhan Abi güngörmüş, çok akıllı, kültürlü, feraset sahibi beyefendi bir insan, kızım NETİCE sen köyde yapamazsın, burada kal. Aç dükkânı işlet dedi.
 
-Ağabey dedim ben on yıldır Gültepe’de otururum bir kere dükkândan içeri adımımı atmadım. Bir kere olsun pazara  çıkmadım, bakkala bile gidip bir ekmek almadım.. İlkokul mezunu bir insanım. Şu çevirmeli telefonun çevirmesini bilmem. Nasıl yaparım dedim.
 
Erhan Abi Netice Hanım;
 
- Yine de sen bilirsin. Atalar boşuna; “Rençper kırk yılda, tüccar kırk günde.” dememişler. Köye gidersen kendini de, bu yetimleri de zayi edersin. Hiç olmazsa dükkânı işletmeyi bir dene, beceremezsen o zaman bırakır gidersin. Dedi.
 
Solcularla pazarlık yapıp bir başıma utanç duvarını yıkıyorum.
 
Ertesi gün kalkıp dükkâna gittik. Dükkân per perişan. Her bir şey darma dağınık. Yeniden içerime hançerler saplandı, bayılıp düşmüşüm. Uyandığımda Şehidim, aslanım karşımda dikilmiş, bir abide gibi bize bakıyor. Ben buradayım, her zaman yanında olacağım der gibi gülümsüyor. Yaparız yaparız dediğimde sen kiminle konuşuyorsun dediler. Toparlandım kendime geldim.
 
Katil sürüleri hemen kulak kaldırdı, dükkânı gözetlemeye başladılar. Etrafı kolaçan ediyorlar... Kim geliyor, kim gidiyor? Neler oluyor? Kendi kendime hayıflanıyorum, onlara Yusuf’um yetmedi mi?  Bizden daha ne istiyorlar?
 
Birkaç gün gidip geldim dükkâna baktım ki bir kıpırdanma var. Galiba bir şeyler olacak dedim. Son kundaklanmada kapıyı yaktıkları için kitlenmiyor. Kepenkleri çekip gidiyorum. Zaten içerden alınacak, çalınacak fazla da bir şeyde yok.
 
Duvarı, o utanç duvarını yıktırayım dükkânın önü açılsın dedim. Kapıyı pencereyi yaptırayım boya badana yaptırayım, biraz çeki düzen vereyim istedim. Dükkân öyle kötü nam yapmışki kimse korkudan parasıyla gelip duvarı yıkmaya, boya, badana yapmaya cesaret edemiyor. Götür getir işlerini yapması için küçük bir çocuk tuttum. Çocuk tüp götürürken solcular Yahya Kemel’de caddenin ortasında yolunu kestiler. Vardım ki yanına çocuğu tehdit ediyorlar o tüpçü de çalışmayacaksın diyorlar.
 
Ben zaten ölmüşüm neden korkacağım. Ya arımla namusumla yaşarım ya da Allah’a bir can borcum var öder kurtulurum.
 
Yavrularımıda kimsesizlerin kimsesine emanet ederim.
 
Yakaladım Ermeni dölünün boğazına sarıldım. Ayı gibi bir şey sıksa suyumu çıkarır.
 
Hala ne istiyorsunuz bizden, Yusuf size yetmedi mi? Kimse başınız al beni o ite götür dedim. Sıyrıldı kaçtı elimden.
 
Arkasından bağırdım o örgüt başınız kimse onunla görüşmek istiyorum. Siz bir kadından korkacak kadar yüreksiz misiniz dedim?
 
Kayboldu gitti cehenneme gidesice!...
 
Baktım böyle olmayacak, sordum soruşturdum, bu katil sürüsünün Gültepe sorumlusunu buldum ve yakasına sarıldım, resmen pazarlık yapıyoruz.
 
Ne istiyorsunuz bizden, alacağınızı aldınız. Yusuf’un kanı, canı yetmedi mi size?
 
Yedi yaşındaki çocuktan bir köylü kadından mı korkuyorsunuz. Siz bu kadar ödlek misiniz? Bu kadar paçasızdınız da ne istediniz aslanımdan. Ya bizi rahat bırakın çocuklarımı geçimini sağlayım ya da gidip yedi yaşındaki bebenin eline babasının kanlı gömleğini ve silahını verip babasının intikamı alması için yemin ettireyim.  Dükkânı açtığımdan beri takip ediyorsunuz. Ben her gün bombalanan bir dükkânı Bahri Bey gibi ikide bir yaptıracak güçte değilim. Duvarı yıktıracağım korkudan kimse yevmiyesiyle çalışamıyor, parasıyla çalıştıracak insan bulamıyorum deyince…
 
-MHP’lileri kastederek onlardan kimse gelmeyecek oraya dedi.
 
-Gelin yevmiyenizi vereyim siz yapın dedim. Yâda adamınız varsa gelsin parasıyla yapsın. Kendi pisliğinizi kendiniz temizleyin. O duvar keyiften yapılmadı oraya. Yaktığınız kapının közleri ve kokusu hala duruyor. Her yerde kuşun izleri bomba parçalarıvar. Yusuf’un kanı kurumadı daha.
 
-Biz yapamayız dedi. Tekrar onlar gelmeyecek dedi… Ben de
 
-Onlarda gelmeyecek, sizde gelmeyeceksiniz beni rahat bırakın dedim. Bundan sonra sizi de onlarıda istemiyorum.
 
-Git yaptır bundan sonra kimse karışmayacak dedi…
 
MHP ye haber gönderdim dükkâna kimse gelmesin gençlerde uğramasınlar… Ertesi gün bir balyoz buldum önce kapıyıkırdım. Sonra başladım duvarla boğuşmaya. Resmen savaşıyorum. Sanki her taşı parçaladığımda bir komünisti öldürüyorum.
 
-Bu Yusuf’um için!
 
-Bu benim için!
 
-Bu Arif’im için!
 
-Bu Tolga’m için!
 
-Ve bu da üç yaşında babasız yetim kalan Bünyamin için!...
 
-Deyip o kinle, o hırsla, o hınçla balyozu indiriyorum. Sanki intikam alıyorum. Gözüm hiçbir şeyi görmüyor. Durmadan, dinlenmeden, aç, susuz ha bire taşlarla, betonlarla boğuşuyorum. Ne açlık ne susuzluk aklıma geliyor.
 
Ter kana bulanmışım. Günlerce vur Allah’ım vur! Köy çocuğuyum küçükken tarlada bostanda çalışmışım ama yıllarca ne kazma-kürek sapı tutmuş ne bir çapa almışım elime. Hele balyoz sallamak erkek işi köyde bile olsam balyozu, çekici bilmezdim… Zaten Malazgirt’ten beri bostanı, çapayı bırakmışım. Örgü örmüş, yazma işlemiş, hamur yoğurmuşum, yemek pişirmişim, çamaşır yıkamış ev işi mutfak işi yapmışım.
 
İkinci gün ellerim patladı, avuçlarım su topladı. Parmak uçları balon gibi şişti. Başka şansım yok ya başaracağım ya da üç çocukla zayi olup gideceğiz. Su toplayan yerler patladıkça kan birikmeye başlıyor. Altından kıpkızıl etler çıkıyor!... Akşam evde nasıl acıyor, cayır cayır yanıyor, deli gibi kaşınıyor. Sabah geliyorum ısınıncaya, kızışıncaya kadar müthiş ağrılarım oluyor. Canım acıyor ama yüreğimin acısı o ağrıları bastırıyor. Gece yorgunluktan uyuyamıyorum. Sabah oluyor tekrar gidiyorum. Hararetten dilim, dudağım kuruyor. Yüzüm gözüm şişti, değişti dudaklarım bile patladı. Taş sıçrıyor, demir parçaları başıma yüzüme her yerime çarpıyor,  her yanım yara bere içinde ama hepsi vız geliyor. Sanki deli at dizgini koparmış uçuruma koşuyor. Beynim, elim, kolum tüm organlarım felç olmuş ama yüreğimin sancısı hepsini bastırıyor.
 
Parçalanmış bir gönül, heba olmuşbir gençlik, yarım kalmışbir ömür…
 
Utanç duvarı ile savaşım bir haftadan fazla sürdü. Yoldan geçenler bakmaya cesaret edemiyor, korkuyorlar. Acaba hiç utanç duyanları insaf ve merhametle ibret alanları ders çıkaranları var mıydı bilemem!?...
 
Karşımızda bir okul var. Müdür, müdür muavini, öğretmen ve hademelerin hepsi istisnasız Yusuf’u tanır ve güya çok severlerdi. Yusuf Ağabey deyince ağızlarından bin Yusuf daha çıkardı. Şimdi perdenin arkasına saklanmış camdan ve ağaçların gölgesinden gizli gizli bakıyorlar. Hepside köy çocuğu, birisi cesaret edipte iki balyozda biz indirelim şu utanç duvarına diyemiyorlar. Birde utanmadan dedi kodu yapıyorlarmış güya bana acıyorlarmış…
 
Vay vah! Bahri Ağabeyin Hanımı o acıya dayanamadı kafayı yedi!…Galiba çıldırdı! Dükkânı yıkıp çekip buralardan gidecek belli ki diyorlarmış.
 
Rahmetli de duvarı bir sağlam yaptırmışki sorma gitsin. Vur vur yıkılmıyor. Azmin elinden bir şey kurtulmuyor Yücel Abi. Elin kâfiri, imansızı Allah’ın binasını yıkıyor, ocaklar söndürüyor. Uzun ve zorlu bir mücadeleden sonra duvarı yıktım, parça parça indirdim aşağıya.
 
Vitrinin siparişini verdim, vitrin hazırlandı, ama enkazı kaldırıp götürecek kimseyi bulamıyorum. Akşamları kepengi indirip eve gidiyorum kitleme falan yok.
 
Eskiden beri tanıdığımız inşaat işlerinden anlayan Erzurumlu bir Mustafa amca vardı. Gidip onu buldum durumu anlattım parasıyla bir adam bul dedim. Kimse gelmemiş, kendisi bir kamyonet bulup geldi. Bütün pisliği ve lüzumsuz malzemeyi yükledik aldı götürdü. Ondan Allah razı olsun.  Birde dışarılardan bir adam buldu boya badana yaptırdım. Dükkân temizlendi eli yüzü açıldı ama içi bomboş.
 
Yavaş yavaş insanlar alıştı girip çıkmaya başladı. Bütün İstanbul’da müthiş tüp kıtlığı var. Bazılarıda başka yerde tüp bulamadığı için mecbur bize geliyorlar. Gelen elinde çift tüple geliyor, nereden buldular bu boştüpleri. Tabi bizim dükkân sahipsiz kalınca birisi kim bilmiyorum bir kaç gün açmış o zaman mahallenin bazı vicdansızları tüpleri yağmalamış. Bir tana boştüp getiren dört tane beştane dolu tüp alıp gitmiş. Yeni malzeme alacağım para yok. Züccaciye cinsinden bir şey kalmamış. Beyaz eşya dersen onların parasını peşin ödemeden kimse beyaz eşya vermiyor. Çekmeceler senet dolu borçlulardan istiyorum diyorlar ki biz senetlerin bedelini ödedik. Ama Bahri beye çok güvendiğimiz için seneti isteyip almadık. Avukata soruyorum söylediklerinin hukuken hiçbir anlamıyok diyor fakat ya doğru ise deyip şehidimi incitmek istemiyorum. Bu çark nasıl dönecek, habire borç çıkıyor, bu borçlar ödenecek üç çocuk, anam ve ben beş nüfus bakılacak.
 
Partinin kirası, telefonu, elektriği, suyu, avukatı, tutuklusu, yaralısı bütün yükü Yusuf’un üstündeydi birde on sekiz defa bombalanan bir dükkâna güç servet yeter mi?.
 
Avukat Erhan Ağabeyi çağırdım önce tüpçülere gittik bir hesap çıkardılar. O zaman alışveriş kuruşlarla yapılıyor. 450 liramı yoksa 450 bin liramı ne borç çıkardılar. Ya Rabb’im Gültepe’nin en saygın esnafı nasıl bu kadar büyük borçların içine düşmüş. Bu para ödenmeden tüp veremeyiz dediler. Durumu izah ettikse de pek bir şey değişmedi. Bu borcu bir an önce ödeğin dediler. Ben borcu ödeyeceğim ama dükkân çalışmadan nasıl ödeyeceğim. Üstelik tüpçü dükkânında, tüp olmadan iş yapamaz ki. Siz bana tüp verin sattıkça ödeme yapayım dedim. Uzun uzun diller döktükten sonra biz sana verdiğin boştüp kadar tüp veririz sattıkça aynı usulle yeni tüp alırsın, bir yandan da borcu ödeyeceksin dediler. Mecbur kabul ettik ve oradan ayrıldık.
 
MHP ve ülkücüler aracılığı ile Sanatçılardan gelen çekler.
 
Ne yapacağım diye kara kara düşünüyorum. Bir gün kapının önüne fiyakalı bir araba durdu. İçinden uzun boylu, kelli felli bir adam çıktı. Arkasında iri yarı, düzgün kıyafetli iki adamla selam verip dükkâna girdiler. İçimden bizim müşterilere hiç benzemiyor, acaba kim ki bu adamlar dedim?
 
Filimciymiş, bizi MHP gönderdi size yardım için geldik dedi ve üç tane çek verdi.
 
-Çeklerin biri Barış Manço’dan,
 
-Biri Perihan Savaş’tan
 
-Diğeri ise Berker İnanoğlu’ndan…
 
Gelen adam Berker İnanoğlu’ymuş. MHP ile bağlantısı varmış. Yanındakilerde şoförü ve korumasıymış.  Fazla kalmadılar, Allaha ısmarladık dedi ve arabaya binip gittiler. Hemen ayakkabıcı Yüksel ağabeye gittim. Olayı kısaca anlatıp hemen alışverişe gidelim dedim. Sağ olsun işi gücü bıraktı benimle geldi. Çekleri bozdurduk gittik peşin para ile bardak, tabak, kap, kacak zücaciye işi aklına ne gelirse aldık iki yüz ellilik doç bir kamyoneti ağzına kadar mal doldurup dükkâna geldik. Onlarıbir bir raflara yerleştirdim, dünyalar benim oldu. Dükkânında yüzü güldü, benimde. Gönderenden de yardım edenden de Allah razı olsun.
 
Maliyeciler haciz için geliyor.
 
Dert bitmiyor ki tam işleri yoluna koyduk işler açıldı yavaş yavaş borçları ödemeye başladım. Biraz işleyişi öğrendim galiba bu işi becereceğim diye düşünürken, bir gün mavi bir minibüs kapıya dayandı ve içinden bir sürü adam indi. Hepsi birden dükkâna doluştular. Maliyeci imişler, vergi borcu varmış Yusuf ödeyememiş onun için icraya verilmiş, haciz kararı çıkmış işlem yapmaya gelmişler. Ben daha dükkânın devrini üstüme almamışım. Bu durum da işletemez mişim derhal hukuki işlemleri tamamlamazsam dükkânı kapatıp mallara el koyacaklarmış. Avukatı çağırdım beraber Kâğıthane’ye vergi dairesine gittik.
 
Bilmem kaç yıllık vergi borcu, bilmem ne harcı, bir sürü şey saydı, döktü ve çok yüklü bir borç çıkardılar. Ne ödeyecek gücüm var ne de onların dediği parayı kazanacak bir işim.
 
Yeniden yıkıldım çöktüm, bir daha o haciz arabasının kapının önüne gelmesini istemiyorum. Hem rahmetlinin hatırasına saygısızlık olur, hem de benim itibarım sıfırlar.  Ha bire yalvarıyorum maliyecilere haciz aracıyla gelmeyin kapıma diye. Bir aylık bir süre verdiler, borçların tamamı ödenmezse derhal işlem yapacaklar.
 
Büyük zenginlere her kolaylığı sağlayan, çok toleranslı davranan hatta onlar için özel kanunlar çıkaran devlet, bizim gibi garip, gurebaya neden bu kadar şedit davranır. Akıl alacak gibi değil. Her gün gözüm yolda, maliyenin arabası caddeden geçtikçe yüreğim cız ediyor.
 
Nasılda çabuk geçmişbir ay, süre dolmuş, bir akşamüstü gelip ikaz ettiler.
 
-Yarın öğleye kadar borçlar yatmazsa, öğleden sonra haciz işlemleri için geliyoruz dediler.
 
Başımdan kaynar sular döküldü. Yer yarılsa da yerin dibine girsem daha iyiydi. Nasıl üzülüyorum içim kan ağlıyor. Her şey, o kadar emek bir anda yok olacak. Yavrularımın geleceği, ailenin ekmek teknesi sabun gibi elimin içinden kayıp gidecek, her şey heba olacak. Çektiğim eziyetler de cabası.
 
Dükkân da ki eşyanın tamamını haczetseler yine borç kapanmıyor. Ama onlar devlet ya buldukları her şeye el koyar, telefonu bile bağlarlar.
 
Eve gittim babam evde yok, Tolga’yıda Çorlu’ya teyzeme göndermişim sadece annem ve Bünyamin var. Onları hiçbir şey yokmuş gibi yedirdim içirdim, yatırdım. Ben ayaktayım. Yatsam bile bu haleti ruhiye ile nasıl uyurum. Doluya koyuyorum almıyor, boşa koyuyorum dolmuyor. Sabaha kadar alı aldım, moru verdim. Kara bahtım şimdi kap karanlık oldu. Dışarıda kar mı yağıyor yağmur mu belli değil. Rüzgâr camlara vurdukça çıkan sesler ve uğutu sanki beynime balyozlar indiriyorsun. Bir de baş ağrısı tuttu ki sorma gitsin. Ne uzun bir gecedir Allah’ım. Bir ay bu kadar çabuk geçti de bu hain gece neden bitmiyor. Oysa hiç sabah olmasın, bu gün güneş doğmasın, yeni gün hiç başlamasın istiyorum!...
 
Rabb’im ben bu kadar borcu nasıl ödeyeceğim.Şehidimin arkasından yapılacak dedi kodu ve bühtanlara nasıl tahammül ederiz. Allah’ım ben bu yetimlerle nereye sığacağım. Beş nüfusu nasıl bakıp, besleyeceğim.
 
Çok geçmeden bir de mide ağrısı başladıki sorma gitsin. Midem kazınıyor, sanki tornavidayı sokmuş büküyorsun. Öyle bir sancıki başımın ağrısını unutturdu. Allah’ım dayanılacak gibi değil!
 
Kanepeden küçük bir yastık alıp midemin üzerine yerleştirdim. Dizlerimi iyice böğrüme topladım, iki elimle bütün gücümle yastığı mideye bastırıyorum. Birden bire tavana doğru havalandım ayaklarım yerden kesildi. Yüksek bir uçurumun başındayım sanki, hızla aşağıya doğru yuvarlanıyorum, kayalara çarpıp param parça olacağım!...
 
Baygın mıyım? Uykuda mıyım, uyanık mıyım? Ne haldeyim bilemiyorum.
 
Birden bire Yusuf’um kollarımdan sımsıkı yakaladı, buz kesmiş ellerimi aldı avucunun içine… Vurulduğu günkü elbise var üzerinde. Elbise, gömlek, kravat tam takım her zamanki gibi kıran tuvalet.
 
-Sabret ahretliğim sabret. Allah büyük, sabah yakındır.
 
Dedi ve kayıplara karıştı…
 
Şaşkın şaşkın etrafa bakınırken sabah ezanları okunmaya başladı. Abdest aldım namaza duracağım aynaya bir baktım gözlerim kan çanağına dönmüş. Betim, benzim atmış, sap sarı olmuşum resmen ölü gibiyim. Başım hala çatlarcasına ağırıyor. Annem ezan sesine uyanmış.
 
-Kızım namaza mı kalktı dedi.
 
İyi ki hiç yatmadığımın farkına varmamış. Abdestimi aldım Yaradanın divanına durdum. Ondan başka sığınacağım, yardım ve medet umacağım kimim kimsem yok. Namazı kıldım, bir Yas’in okudum geçmişlerime ve cümle Ümmeti Muhammed’e bağışladım.
 
Rahmet kapılarının açık olduğu, günlük rızıkların dağıtıldığı, duaların kabul edildiği canlı cansız bütün varlıkların Rabb’imi zikrettiği seher vaktinde bütün Hulusi kalbimle açtım ellerimi semâ’ya başladım yalvarmaya. İki gözüm iki çeşme. Yaşlar sağanak yağmur gibi nasıl boşanıyor. Sessiz çığlığım yeri göğü titretiyor. Yavrumun uyanmasından korkmasam hıçkıra, hıçkıra ağlayacağım.
 
Rabbim senden başka sığınacak kimsem yok.
 
Yusuf’um senin yolunda şehit oldu.
 
Sevdiğin, duasını kabul ettiğin kulların,
 
Veliler, evliyalar, âlim ve ulemanın,
 
Şühedanın,  
 
Sırdaşım, hayat arkadaşım, evimin temel direği, helalim, ahretliğim,
 
Üç yetimimin babası, Yusuf yüzlü Yusuf’umun,
 
On sekiz bin âlemi yüzü suyu hürmetine yarattığın HZ. RESUL’U EKREMİN(S.A.V.),
 
Yüzü suyu hürmetine;
 
Dualarımı kabul et. Merhametsiz kullarına merhamet, zalim kullarına hidayet nasip et.      Kimseye muhtaç olmadan, yetimlerimin rızkını helâlından kazanmayı nasip et.  
 
Hz. Hatice Anamızın azmini, temiz ve bereketli ticaretini nasip et.
 
Kimseye muhtaç etme, kimseye el açtırtma.
 
Kollarım düşmüş, gönlüm rahatlamışbir vaziyette dualarımı tamamlayıp, kalkıyorum...
 
Karadenizli kadınlar gibi sarıldım sarmalandım. Topuklarıma kadar inen kaşe bir eteklik, kalın, kalın çoraplar giydim. Mantomu geçirdim sırtıma çizmeleri çektim ayağıma düştüm yola. Daha ortalık aydınlanmamış. Birde hava soğuk ki sorma gitsin. Ne akıla hizmet bilmiyorum kalkıp dükkâna gittim.
 
Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş.       
 
Uykusuzluğun, yorgunluğun verdiği bitkinlikle üşüyorum ve büzüşmüş oturduğum sandalyeye yapışmışım.
 
Işıkları yakmadım, sokaklar bomboş, ortalıkta kim, kimse bir kedi bir köpek bile yok. Kapıdan 9-10 yaşlarında temiz yüzlü tonton bir çocuk girdi. Hayal görüyorum sandım yavrum sen kimsin? Bu soğukta, bu saatte buralarda ne arıyorsun ve ne istiyorsun dedim?
 
Elinde bir tomar kâğıt para, yavrunun  avucuna sığmıyor.
 
-Melihe teyze bunu babam size gönderdi dedi.
 
Çocuğum sen kimsin baban kimdir diyorum?. Tomarı elime sıkıştırdı ve kaybolup gitti. (Melihe Abla ağlamaya başlıyor.) Ben yine hayal gördüm zannediyorum. Tekrar kendimi yokluyorum. Uyumuyorum. Etlerimi sıkıyorum acı duyuyorum. Dükkândayım ve uyanığım. Elime bakıyorum, avucumu sımsıkı sıkmışım. Avucum dolu hem de kâğıt para ile dolu. Epey bir süre öyle kala kaldım. Kalkıp önce dükkânın içini kolaçan ediyorum içeride kim kimse yok. Kapının aralığından sokağa bakıyorum kimseyi göremeyince caddeye göz atıyorum her yer bomboş, ortalıkta hiç kimse yok. Araç sesi duymadım cadde boyu bekleyen veya giden bir araba falan da yok. İn cin uykuda bir ben varım ayakta.
 
Avucumu tekrar yokluyorum, avucum kâğıt para ile dolu.
 
Ürperiyor, korkuyorum. Beni bir titreme alıyor. Heyecan mı, üşüme mi, sevinç mi, korku mu? Anlayamıyorum şoka giriyorum!...
 
Kepenkleri içeriden indirip kapıyı içerden kitliyorum, dükkânın arka tarafına geçip alaca karanlıkta bu esrarengiz sırrı çözebilmek için avucumu açıyorum. Gerçekten bir para geldiyse, sahiden avucumdaki tomar para ise bakıyım ne parasıdır. Ne kadardır?  Yoksa ben şaşkınlıkla, senetleri veya yazmamımı avucuma sıkıştırdım? Yorgunluktan hayal mi görüyorum? Sanki avucumda bir kuş varmışta uçacakmış gibi parmaklarımı gevşetip korka korka avucumu açıyorum.
 
Allah Allah! Elimdeki gerçekten para, hem de alman markı. Acep sahicimi, sahte mi? Sahte veya hakiki her ne ise sayayım bakalım ne kadar. Yücel Abi hiç unutmuyorum tam dört bin mark. Allah şahidim ki tam tamına dört bin Alman Markı… İşte şimdi gerçekten şoktayım… Parayı nereye salkıyacağımı şaşırıyorum! Bir beyaz kâğıda sarıp üstüme saklıyorum, gece gündüz o parayı yanımdan hiç ayırmıyor hep üstümde taşıyorum.
 
Allah’ım sen çok büyüksün, her şeye gücün yeter. Senin büyüklüğüne ve kudretine inanmayan kâfirdir…
 
Kimsesizlerin Kimsesi imdadıma yetişmiş, şehidimin yetimlerine rahmet kapılarını açmıştı. Ben hala yaşadığım bu olağanüstü olayın şokundayım. Artık gün ışısa sabah olsa şu muammaya aklımı ikna edecek bir dünya izahı bulabilsem. Saat dokuza doğru kuyumcu Necdet Ağabey geldi dükkânını açtı. Herhalde sıkıntımızı biliyordu bir mihnet vesilesi olmasın diye gizemli bir şekilde o göndertmiştir diyorum ve hemen ona koşuyorum.  Necdet Ağabey sen bu gün dükkânı ne zaman açtın, çocukları getirdin mi buraya deyince Meliha Abla ne çocuğu ben dükkânı yeni açıyorum, bu soğukta çocuk getirilir mi çocuklar evde diyor.
 
O yıllarda döviz bulundurmak suç. Kimse bu kadar markı bir arada taşıyamıyor. Gültepe’de başka birinde zaten bu kadar para bulunmaz. Dükkâna döndüm maliyeciler gelmeden dükkânı kapattım ve doğru Kâğıthane’ye vergi dairesine gittim. Direk müdüre çıktım. Artık param var ya kendime güvenim geldi. Ama ben bu markları nasıl ve nerede bozduracağım. En azından birkaç gün zamana ihtiyacım var. Müdüre kendimi tanıttım durumu anlattım vergi borcumuz var bu gün icraya geleceklerdi. Benim telefonum şu, sizde telefon numaranızı verin bana bir hafta süre tanıyın. Perşembe günü gelip bütün vergi ve maliye borçlarını kapatıp dükkânın devrini alacağım. Perşembe günü gelmezsem cuma günü gelip gerekli işlemi yapsınlar.
 
Rabbim rahmet kapılarını açmış, şehidinin yetimlerini kanatlarının altına almıştı. Müdür hiç itiraz etmeden kabul etti ve talimat verdi.
 
Oradan çıktım, tekrar dükkâna geldim. Şimdi sıra markları bozdurmada. Gültepe’de bozduramam çok riskli. Gittim Beşiktaş’a ilk yüz markı bozdurunca dünyalar benim oldu. Marklar sahte değilmiş. Diğerlerini de bir hafta boyunca parça parça değişik yerlerde bozdurdum. Perşembe günü avukatı çağırdım indik Kâğıthane Maliyesine bütün borçları kapattım ve dükkânın devrini aldım. Sonra gittik Feyzioğulları’na tüplerin borcunu ödedik. O şafak bereketi hem maliyenin hem de tüplerin tüm borcunu kapattı.
 
Çocuk kimdi? Babası kimdi ve neciydi. Bizi nerden tanır ve bilirdi bu güne kadar öğrenemedim. Bilmem ki birisi ortaya çıkıp ta bendim veya o gün gelen benim oğlumdu, Rabb’im beni bu hayra vesile kıldı der mi bilemiyorum!?...
 
Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş. Allah şahidim ki bu olayıo sabah birebir anlattığım şekilde yaşadım.
 
Hala aklıma geldikçe kendimi tutamam ağlarım ve Rabb’ime şükrederim. Allah’ım Sen her şeye kadirsin ve her şeye gücün yeter…
 
Polis ve sıkıyönetim hiç rahat vermedi.
 
Ülkücüler bu devleti sever ve devleti korumak için canlarınıverdiler. Yusuf’umu vatan haini, devlet düşmanları şehit etti. Sanki biz mağdur değil de devlet düşmanıyız. Devlet bizi koruyacak yerde durmadan baskınlar yapılıyor ve huzurumuz bozuluyor. Darbe oldu ama aynı baskınlar yine devam etti.
 
Arif’i okula yazdırdım diğerleri dükkânda masa altlarında büyüyor. İşler biraz düzene girdi, bende yavaş yavaş işi kavradım ve artık ayaklarımın üzerine durmaya başladım. Ülkücüler tembih ettiğim için gelip gitmiyor ama irtibatımız var. Telefonla arayıp soruyorlar. Şeytan da rahat durmuyor. Polis ve asker durmadan eve baskın yapıyor. Ne ararlar ne bulacaklar.
 
Yusuf’un sağlığında ülkücü gençler gelir, giderdi. Onları beyim çok sevdiği için bende çok sevmiştim. Bazen yemek hazırlardım, yer, içer bazen gece evde kalır, bazen kalkıp giderlerdi. Yusuf’umun arkadaşları benim kardeşlerimdi. Temiz yüzlü, çok terbiyeli ve saygılı insanlardı. Yusuf şehit olduktan sonra bende gelmeyin dediğim için artık gidip gelmediler.  Ama ben korkuyorum her şeyden korkuyorum. Evimin orta direği yıkılmış. Hırlısı var, hırsızı var. Her akşam evde ne kadar ayakkabı terlik varsa kapıya diziyorum. İçerde çok sayıda insan var, yine ülkücüler gelmiş desinler. Silahım yok devlet ruhsatlı silah vermiyor, bende polisin korkusundan kaçak silah bulunduramıyorum. Bir mutfak bıçağım var onu hep el altında tutuyorum. Birde şişelere kezzap doldurdum. Yatak odasına, salona, oturma odasına ve girişte değişik yerlere koydum. Allah korusun hırsız, mırsız girerse canımızı, namusumu korumak için ahlâksızın suratına serpeceğim.
 
Yan tarafta çok samimi görüştüğümüz dul bir komşumuz vardı. Kocasıölmüşüç yetimle kocasından kalan emekli maaşıile kıt kanaat geçinirdi… Yusuf ‘ta fitre, zekât, sadaka artık ne olursa, bulur buluşturur onlara verirdi. O aileyi çok kollar ve gözetirdi. Meğerse onların ortanca oğlu solcunun koyusuymuş. Bayağıolaylara karışmışYusuf’un vurulmasında da parmağıvarmış. Taşınacağımızısolculara o haber vermiş. Ayakkabıve terlikleri sayar polise ihbar edermiş. Sadece o mu, ne kadar kanıbozuk varsa gizli gizli bizimle uğraşırmış.
 
Dünyada iyi insanlarda çoktur. Birisi vardı çok yardımını gördüm, kimdi bilmem ama Allah ondan razı olsun. Herhalde ülkücü bir polis veya ordu mensubuydu. Telefon açar yenge Meliha abla bu gece eve baskın yapılacak aman dikkatli ol derdi. Derken ihtilal oldu, artık rahata ereriz bu baskınlar biter diye düşünüyorum. Tam tersine baskınlar daha yoğun bir şekilde artarak devam etti.
 
Bir gün o telefon meleği yine telefonla aradı. Yenge bu gece eve çok ciddi bir baskın yapacaklar, aman dikkatli ol. Sakın bir terslik yapma, zorluk çıkarma, ne kadar aksi davranırlarsa davransınlar, eve, eşyaya zarar verseler de sesin çıkarma. Hiçbir şeye karışma seni içeri almaya çalışıyorlar. Seni de alırlarsa o yetimler ortada kalır. O çocuklara kimse bakamaz. Aslıastarıolmayan iftiralarla sana çok eziyet ederler.
 
Siz şehit yadigârısınız, lütfen yetimlerin hatırı için ses çıkarma ve dikkatli ol.
 
Eve gittim, yemeği yedik, biraz oturduk evdeki herkes artık bu baskınlara alışmıştı. Ama bu sefer olay ciddi, anneme de Bünyamin’e de tembih ettim. Bu gece polis baskın yaparsa hiç ses çıkarmayın bir kenarda oturun dedim. Annemle, Bünyamin’ıyatırdım. Odalar, mutfak, tuvalet, banyo, balkonlar evdeki bütün ışıklarıyaktım. Giyinik vaziyette bekliyorum.
 
Gece yarısıbaktım hareketlilik başladı. Hamam sokak askeri cemse ve polis arabalarıyla doldu. Her yanıkestiler. Önce bahçeyi ablukaya aldılar, sonra bütün apartmanısardılar. Askerler, polisler ellerinde telsizler, uzun namlulu silahlar, sanki Keçi Deresinde hücre evine baskın yapılıyor. Çok geçmedi kapıyıtekmelemeye başladılar. Uykuda olsam azıcık geciksem kapıyıkıracaklar. Açtım kapıyıbuyurun dedim. Bir hırsla, bir kinle yıldırım hızıyla eve bir doluştular aklın durur.
 
Yetmiş yaşında bir yaşlı kadın, daha 4 yaşındaki Bünyamin birde kırk beşelli kiloluk bir zavallıkadın. Bünyamin uyandıeteğime yapıştı. Korkudan kıpırdayamıyor yavrum onu anneme teslim ettim.. Evin her tarafınıdöküp saçmaya başladılar. Her tarafıdidik didik ettiler. Bir şey bulamayınca sinirleniyor, bağırıyorlar. Her kafadan bir ses çıkıyor hangisine cevap vereceğim bilemiyorum. Bir sandalyeye oturdum film seyreder gibi hiç ses çıkarmadan olayı seyrediyorum, çağırırlarsa gidiyorum, bir şey sorarlarsa cevap veriyorum hiçbir şeye karışmıyorum. Bir şey bulamayınca çılgına döndüler her şeyi kırp dökmeye, evi kundaklamaya başladılar. Ne çatal kaldı, ne kaşık. Kilitli tek bir yer yok, marleyleri sökmeye, pervazlarıparçalamaya başladılar.
 
Stalin bıyıklıbir lanet herif vardı, açtıbuzdolabını ne peynir koydu, ne zeytin,  ne bulduysa varsa evin ortasına saçıyor. Rahmetli sucuk almışbuzdolabına koymuşumhatırasıdır diye kıyışıpta yiyememişim O sucuklarıalıyor ortadan bölüyor evin düzüne savuruyor. Dolapta bir lokma nimet bırakmadı. Mutfak malzemelerini bulgur, pirinç, mercimek, makarna ne varsa döktü, saçtılar. Evde ne bulacaklar, bir şey yok ki bulsunlar.
 
Gırtlağına sarılacaksın ne arıyorsun Allahın belasıdiye.
 
Birisi şişelere taktı. Bunlar nedir diyor bende böcek ilacıdiyorum. İnanmıyor ama çok fena koktuğu için fazla kurcalamadı. Evimi döküp, yıkıp cehenneme olup gittiler.
 
Ya gündüz o telefon gelmeseydi ben ne yapardım.
 
Sinirlerim tepeme fırladıama ses çıkaramıyorum. Anam içinden bedduamıediyor duamıediyor bilemiyorum, dudakları kıpırdayıp duruyor. Ev savaştan çıkmışa dönmüş, darmadağınık sabaha kadar uyumamışım. Katıla katıla ağlayacağım ama çocuk var.
 
Kolay kolay beddua etmem ama o sabah çaresizlikten beddua ettim.
 
Bu nasıl devlettir ki vatandaşının can güvenliğini sağlayamamış, güpe gündüz Osmanlının payitahtında, Gültepe’nin göbeğinde erimi vurulup şehit olmuşbir insanın ailesine bu muameleyi uygun görüyorlar.
 
Sabah dükkânıaçtım, telefon çalmaya başladı. Her zaman arayan o güzel insan.İnsançaresiz kaldığında telefonda da olsa hiç görmediği halde güvendiği, inandığıAllah dostu bir sesi duyması çok müthiş bir şey.
 
-Yenge geçmiş olsun çok büyük bir tehlike atlattın. Seni tebrik ediyorum.
 
-Çok doluyum demek ki gözlerimden yaşlar boşalmaya başladı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. Epeyce bir ağladım sonra herhalde bir şeyler daha söyleyecek diye kendimi zorlayıp güç bela susup kardeşim kusura bakma diyebildim.
 
-Yenge bir de bu gece sabaha doğru İzmit’te BAHRİ Ağabeyin katili; RAMAZAN YUKARIGÖZ idam edildi.
 
Lanetli sanki ölüm makinesi değişik zamanlarda ve değişik yerlerde, içlerinde polis ve askerlerinde bulunduğu tam 18 kişi öldürmüş!...
 
Bu inanmışinsan kimdi, bizi nasıl takıp ederdi, o görevi ona kim verdi?!...
 
Hiç birini bilmiyorum diyor ve gözlerinden boncuk boncuk yaşlar dökülmeye başlıyor.
 
Allaha emanet olun benim aziz gönül dostlarım.
 
Tüm yaralı annelere selam olsun o mübarek ellerinden öpüyor saygılar sunuyorum… 

Editör: TE Bilisim