YÖNETİMDE İSTİKRAR, TEMSİLDE ADALET...
Rubil GÖKDEMİR

Uzun süredir gündemimizi işgal eden siyasi sistem tartışmalarında, tercihini "başkanlık" yönünde kullananların en önemli gerekçesini; koalisyon tartışmalarına mahkûm olmadan, güçlü ve hızlı karar alınmasını temin edecek şekilde "yürütme-hûkümet" organının istikrarı sağlayacak şekilde teşekkül ettirilmesi şeklinde oluşturuyor.

Basına yansıdığı kadarıyla, AKP'nin hazırlayarak MHP'nin değerlendirilmesine sunulan anayasa değişikliği teklifi incelendiğinde, 5 yıl boyunca TBMM iradesine tabî olmadan, halk tarafından seçilecek Cumhurbaşkanı tarafından kurulacak hûkümetin, YÖNETİMDE İSTİKRARI sağlayacak şekilde güçlü bir yürütme organını ortaya çıkarılması öngörülüyor.

Bu durumda bir siyasal sistemin demokratik niteliğini koruyabilmek için KUVVETLER AYRILIĞI ilkesi doğrultusunda YASAMA ve YARGI organlarının, YÜRÜTME organından bağımsız ve hatta hûkümeti hukuki denetime tabi tutacak şekilde tanzim edilmesi gerekmektedir.

Oysa ki, yine basına yansıyan bilgilere ve hazırlanan taslağa göre, yürütme organının başını temsil eden ve partili olunması arzu edilen Cumhurbaşkanı; AKP Genel Başkanı olarak, mevcut SİYASİ PARTİLER VE SEÇİM KANUNU ile yasama organını da dizayn etmek istiyor. Bugüne kadar olduğu gibi, tek seçici olarak meclis grubunun da belirlenmesi yetkisinden vazgeçmek istemiyor.

Bilindiği üzere 1982 Anayasasını dizayn eden "askerî cunta", milleti zapt-u rapt altına almak için, hiç de demokratik olmayan SİYASİ PARTİLER KANUNU ve SEÇİM KANUNU'nu sistemi denetlemek üzere yürürlüğe koymuşlardı. Aynı şekilde bu kanunlarda yapılacak demokratik nitelikteki değişiklikleri de önlemek için, Anayasa'ya "YÖNETİMDE İSTİKRAR-TEMSİLDE ADALET" ilkesinin bir arada dikkate alınması gerektiğini düzenlediler. Cuntacılar ölüp gitmelerine rağmen, senelerdir değişmeyen ve seçim kanununda bulunan, adîl ve demokrat olmadığı tartışmalara konu yapılan "seçim barajının" anayasal dayanağı da bu şekilde oluşturulmuş oldu.

Şimdi soruyoruz; madem ki başkanlık sistemi arayışlarının tek haklı gerekçesi olarak savunulan, YÖNETİMDE İSTİKRAR "Cumhurbaşkanlığı Sistemi" ile sağlanacak ise, doğrudan YASAMA organının teşekkülünü ilgilendiren SİYASİ PARTİLER ve SEÇİM KANUNU üzerinde toplumun değişik kesim ve görüşlerinin mecliste temsil edilmesini sağlayacak şekilde değişiklik tekliflerinin konuşulması gerekmez miydi?

Başkanlık sisteminin KUVVETLER AYRILIĞI ilkesini tam anlamıyla hayata geçmesini sağlayacağını şiddetle savunanların, eş zamanlı olarak SEÇİM KANUNU'nu milletin önünü açacak ve her eğilimi temsil edecek şekilde, "barajlı ve dar bölgeli" seçim yapma dayatmalarına başvurmadan, seçim sistemini değiştirmeleri gerekmiyor mu?

Aynı şekilde SİYASİ PARTİLER KANUNUNU parti genel başkanlarını tek seçici krallar olmaktan çıkaracak, "milletin adamları ve halkın sözcülerinin" önünü açacak biçimde, ön seçimin zorunlu olması gereken değişikleri savunmaları ve gündeme getirmeleri gerekmiyor muydu?

Eğer millî iradeye inanıyorsak, bu milletin seçme ve seçilme ehliyetini artık ispatladığını düşünüyor ve milletin "çobanı" olmak peşinde değilsek, milletin eğilimleri ve iradesine güvenmek zorundayız. Kimse korkmasın Türk Milleti; "kızı kendi haline bırakırsan, ya davulcuya ya da zurnacıya kaçar" misalinin tersine, siyasi rüşdünü ispatlamış bir millettir. Bu millet; çok partili hayata geçtiğimizden itibaren hiç yanılmadığını göstermiş ve son defa da yönetenlerin "aldatılmasına" karşın 15 Temmuz'da tehlikeyi fark etmiş ve bu saldırıdan devleti, canını ve kanını ortaya koyarak kurtarmıştır.

Saatler sonra enkaz altından kurtarılan bebekler Saatler sonra enkaz altından kurtarılan bebekler

Başkanlık sistemi ile "yürütme" organıyla birlikte, "yasama" organını da kontrol altına almak istiyorsak; lafı eğip bükmeden söylemek zorundayız ki, sistem değişikliğini savunanların demokratik bir rejim peşinde olması söz konusu bile değildir.Bu şekilde KUVVETLER AYRILIĞI tesis edilemez, DENGE-DENETLEME mekanizması kurulamaz.

Hazırlan taslakta YARGI organının düzenlenmesi adı altında öngörülenler ise, YÜKSEK YARGININ yarısının doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından, diğer yarısının ise kontrol altına alınmış TBMM vasıtasıyla seçilmesi düşünüldüğüne göre, ortada bağımsız bir yargı denetimi ve KUVVETLER AYRILIĞI ilkesinden bahsedebilmek mümkün değildir.

İstikrarlı bir yönetim arayışı gerekçesiyle meşrulaştırmaya ve haklılaştırmaya çalıştığımız sistem tartışmaları doğrultusunda, YÜRÜTME, YASAMA ve YARGI doğrudan veya dolaylı olarak tek bir kişinin belirleyiciliğine bırakılır ise, bu ülkede sosyal ve siyasi barışı koruyamayız.

Milleti oluşturan farklı siyasi ve toplumsal kesimlerin bir biçimde yönetime katılamadığı, ötekileştirildiği bir düzen demokratik olamayacağı gibi millî birliğimizi de tehdit edecek şekilde "yabancılaştırma" şeklindeki duyguları doğurmaya gebedir. Bir siyasi sistem meşruiyetini artırmak istiyorsa vatandaşlarının "aidiyet" duygusunu artırmak zorundadır. Millî irade bu sebeple kutsaldır.

Bu maksatla bir siyasal sistemin demokratik olmasının ön şartı olarak Anayasa kadar, aynı öneme haiz SİYASİ PARTİLER ve SEÇİM KANUNLARININ DA sağlıklı bir ortamda kamuoyu tarafından tartışılması gerekmektedir.


Editör: TE Bilisim